Kod Adı; Yeşil Kurban; Musa Anter

Siyasi cinayetler tarihinin önemli duraklarından biri de Musa Anter'in öldürülmesidir. Bu öylesine bir suikasttır ki, içinde Jitem'den derin devlete, Yeşil Kod adlı Mahmut Yıldırım'dan, çok şey bildiği için öldürülen Binbaşı Cem Ersever'e kadar pek çok sırrı da içinde barındırır. Ve tabii ki her zaman olduğu gibi kanlı elleri ve karanlık güçleri de...

takvim.com.tr takvim.com.tr
Kaynak GAZETE
Giriş Tarihi :09 Ağustos 2010
Kod Adı; Yeşil Kurban; Musa Anter

İÇİNDEKİLER

Musa Anter cinayetine geçmeden önce, dün anlatmaya başladığımız 33 Kurşun katliamına bir nokta koyalım. "Vatandaşı haksız yere öldürmek için devlet kuvvetlerini harekete geçirmiştir. Hakkı korumak için değil." 15 Ağustos 1956 günü Demokrat Parti Milletvekillerinden Kemal Yörükoğlu, Meclis kürsüsünden, diğer milletvekillerine böyle sesleniyordu. 33 Kurşun katliamının üzerinden tam 13 yıl geçmişti ve olay ancak bunca süre sonra yeniden kamuoyunun gündemine gelmişti. Peki ne olmuştu bu 13 yıl boyunca? Katliamın sorumluları neden yakalanamamıştı? Bırakın yakalanmayı, olay neden bütünüyle örtbas edilmişti? İşin gerisine bakıldığında bunun tam anlamıyla, siyasi nedenlerden olduğu görülebilir. Yıllarca muhalefette kalmış Demokrat Parti 1950 seçimlerinde iktidara gelince, CHP ve Milli Şef İsmet İnönü ile hesaplaşmaya başlamıştı. İsmet Paşa'nın partisinde öyle yaralar açmalıydılar ki, bir daha koltuklar ellerinden gitmesin. Bu nedenle geçmiş defterler aralanmaya başlandı. CHP döneminin yumuşak karınlarından biri de, üstü örtülmek istenen 33 kurşun katliamıydı. Demokrat Parti milletvekilleri meclise önerge üstüne önerge vererek gerçek suçluların yakalanmasını istiyorlardı. Kısaca bu politik mücadele olmasaydı, katliam belki de hiç gündeme gelmeyecekti.

ASIL SUÇLARI KÜRT OLMAK
İsmet İnönü o günlerde kendini şu cümlelerle savunmak zorunda kalmıştı; "Bu vahim hadise CHP iktidarı zamanında mahkemeye verilerek neticeye bağlanmıştır." İsmet Paşa'nın dediği gibi olay mahkemeye intikal etmişti ama nedense hiçbir sorumlu bulunamamıştı. Oysa 21 Mayıs 1951 günkü Başbakanlık raporu, Orgeneral Mustafa Muğlalı'nın emri ile 33 köylünün elleri bağlanarak yaylım ateşi ile infaz edildiğini açıkça belirtmekteydi. Daha da önemlisi Suat Hayrı Ürgüplü'nün anılarında anlattıklarıydı. Ürgüplü, Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak'ın kendisine 'yakalanan 33 köylünün arasında casuslar da bulunabileceğini Mustafa Muğlalı Paşa'nın onları infaz edeceğini bildirdiğini' söylüyordu. Bu iki belgeyi de aşağıdaki sütunlarda detaylı olarak okuyabilirsiniz. Özellikle Fevzi Çakmak'ın Muğlalı hakkındaki şu son cümlelerini; "Bizim Mustafa çok sert ama dürüst ve vatanperver bir komutandır. Anlasana işte, işleri kestirmeden halletmek istiyor. İcaplarına kendi bakacak!' Fevzi Çakmak'ın dediği oldu. Orgeneral Muğlalı, 33 kurşunla onların icabına baktı. O günlerde dillendirilmese de kurbanların asıl suçu kaçakçılık değil, Kürt olmaktı.

13 YIL GECİKEN ADALET
Burada önemli olan, olayın13 yıl boyunca nasıl gizlenebildiği. Aslında katliamdan hemen sonra ilk ihbar yapılmıştı devlete. Yaralı kurtulup İran sınırını geçebilen İbrahim Kuro, ölmeden önce yakınlarına olayı tüm çıplaklığı ile anlatmıştı. İlk ihbar, 13 Ağustos 1943 günü geldi. Ve altı yıl boyunca, Ocak 1949'a kadar çeşitli ihbarlar yapıldı. Ama CHP hükümeti olayı görmezden gelmeye devam etti. Ta ki 1950 yılında iktidar, Demokrat Parti'nin eline geçene kadar. Aslında 1946 seçimlerinden sonra muhalefet birkaç kez konuyu meclis komisyonlarına taşımaya çalışmış, ancak 1948 yılında başarıya ulaşmıştı. Sonunda 1949 yılında Orgeneral Mustafa Muğlalı ve olayın sorumluları hakkında dava açıldı. Ama sadece Mustafa Muğlalı ölüm cezasına çarptırıldı, sonra cezası yirmi yıl hapse indirildi. Bir iddiaya göre akli dengesini kaybetti ve hastaneye yatırıldı. Bir yıl sonra da orada öldü ve böylece dosya kapandı. Diğer sorumlular ise tamamen suçsuz bulunmuştu. Daha sonraları İsmail Beşikçi'nin kaleme aldığı 'Orgeneral Mustafa Muğlalı' adlı kitapta kendi yorumunu da ekleyerek şöyle diyecekti; "Bu olay Kürtlere karşı girişilen katliamlardan biridir. Irkçılık, katliamcılık ve sömürgecilik anlayışının bir sonucudur..." 1951 yılındaki başbakanlık raporunda şu cümleler yer aldı; "Tabur komutanı Şükrü Tüter tamamen uydurma bir vaka raporu tanzim etmiş ve bu raporda mezkur 32 kişinin İran-Türk hududu üzerindeki gizli geçit ve yolları göstermek üzere hududa sevk olunduklarını ve bu sırada Çaldıran'ın Çilli gediği mıntıkasında muhafızlarına tecavüz ederek karşı tarafa kaçmaya teşebbüs ettiklerini, fakat müfrezenin uyanık davranması üzerine buna muvaffak olamadıklarını ve karşı taraftan bu kaçışı himaye etmek için açılan ateşle müfrezenin ateşi arasında tamamen imha edilmiş olduklarını tespit etmiştir." Bu satırlar olaydan tam sekiz yıl sonra raporlara girebilmişti. Yine aynı raporda, katliamdan hemen sonra olayı soruşturan Umumi Müfettiş Doğan'ın gerçekleri yansıtan raporunun hiçbir zaman işleme konulmadığı, deyim yerindeyse satırların buhar olup uçtuğu yazılıdır. Olan suçsuz insanlara olmuştur. Tarih belki onları bir dönem unutmuştur ama bir Ahmet Arif'in dizeleriyle bu isimsiz kurbanlar efsaneye dönüşmüştür. 33 kurşun olayına noktayı Doğan Akın'ın şu cümleleriyle koyalım; "Ne yaparsanız yapın, bir gün bir Ahmed Arif çıkar, katledilen masumların hikâyesini bir anıt gibi vicdanlara dikmekle kalmaz, şiirini, katliamı yapanlarla katilleri koruyanların yakasına hüküm gibi asar!"

SIR DOLU CİNAYET
Siyasi cinayetler tarihinin önemli duraklarından biri de Musa Anter'in öldürülmesidir. Bu öylesine bir suikasttır ki, içinde Jitem'den derin devlete, Yeşil Kod adlı Mahmut Yıldırım'dan, çok şey bildiği için öldürülen Binbaşı Cem Ersever'e kadar pek çok sırrı da içinde barındırır. Ve tabii ki her zaman olduğu gibi kanlı elleri ve karanlık güçleri de... Bu defa çok gerilere değil 1992 yılının Eylül ayına uzanalım. Yer Diyarbakır. Olayın aktörlerini yavaş yavaş tanıyacağız... Ama otelden çıkan bu yaşlı adam asıl kahramanızım, ya da Kurbanımız: Musa Anter... Musa Anter ve yeğeni Orhan Miroğlu, Diyarbakır'daki otelden çıktıklarında hava çoktan kararmıştı. Yanlarına yaklaşan taksiye bindiler. İçinde tanıdığı Şırnaklı Hamit vardı. Musa Anter kendisini ölüme götürecek olan otomobile adımını attığı gece 72 yaşındaydı. Hiçbir şeyden şüphelenmemişti. Sadece 'Kanlı olayların bastırılması için arabuluculuğa gittiğini' zannediyordu. Pusu birkaç kilometre ötede kurulmuştu. Silvan yokuşunun başında arabanın yolunu kesmek için bekleyenler Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım ve ekibiydi. Yani Abdülkadir Aygan, Hogir ve Mustafa Deniz. Temiz bir suikast olacaktı. Issız karanlıkta birkaç kurşun yeterliydi. Sonuç; Ölü bir ihtiyar! Yani 72 yaşındaki Musa Anter... Ama nedense dakikalar geçiyor, beklenen taksi gelmiyordu. Aynı dakikalarda taksinin içindeki Musa Anter, yanındaki Şırnaklı Hamit'ten şüphelenmişti, çünkü şehir dışına doğru yol alıyorlardı. Araçtan inmek istedi. Hamit dirense de Anter arabayı durdurdu ve yeğeni ile indiler. Diyarbakır'ın ara sokaklarından otele dönmek için yürürlerken Şırnaklı silahını çekti...

HAMİT İŞİ BİTİRMİŞ...
Devamını Silvan yolunda onu öldürmek için bekleyen Yeşil'in adamı Abdülkadir Aygan'ın itiraflarından öğrenelim; "Hogir, ben, Mustafa Deniz, Ali Ozansoy, Yeşil'in Land Rover'ıyla Silvan yolunun çıkışındaki tepeye geldik. Ali Ozansoy ana telsiz istasyonunda bekliyordu. Hogir'le ben yokuşun başında kaldık. Yeşil, yanına Mustafa Deniz'i alarak tepeye doğru devam etti. Hamit de otele Musa Anter'i almaya gitmişti. Plana göre Hamit, Anter'i bir taksiyle buluşma noktasına getirecek ve Hogir de onu orada vuracaktı. Ama aradan iki saat geçmesine rağmen Hamit'ten ses çıkmadı. Hogir tedirgin olmuş ve telaşlanmıştı. 'Bu işte bir bokluk var. Polis bizi yakalarsa fena olur' dedi. Yürüyerek Yeşil'in yanına gittik. Bu sırada şehirden siren sesleri yükseldi. Yeşil, telsizi polis kanalına çevirmişti. Biraz dinledikten sonra, 'Ortalık karıştı, ne olduğu anlaşılamıyor, merkeze gidelim' dedi. Merkeze geldiğimizde Ali Ozansoy, 'Hamit, Ape Musa'yı (Musa Amca) vurmuş, işi bitirmiş' dedi. Biraz sonra Hamit geldi ve 'Tamam vurdum' dedi. Hogir, 'Niye yanımıza getirmedin de orada vurdun' diye sordu. Hamit de olayı şöyle anlattı; 'Taksiye bindirdikten sonra şehir dışına çıkacağımızı söyledim, şüphelendiler. Yanında yeğeni de vardı. Seyrantepe'ye geldiğimizde ben lafı dolaştırarak onları oyalamaya çalıştım. Baktım dönmek istiyorlar. Arabadan indirdim. Zaten geldik, dedim. Önden yürümeye başladım. Onlar arkamdan geliyordu. Silahımı çıkardım, ikisini de vurdum." Şırnaklı Hamit'in üzerinde, Yeşil'in verdiği 14'lü Uman marka tabanca vardı. Silahı bir çöp tenekesine atmış, iş böylece tamamlanmıştı.

'MUSTAFA iCAPLARINA BAKACAK!'
Suat Hayri Ürgüplü'nün 'Milli Şef ve Ben' adıyla yayınlanan anılarından 33 kurşun olayı; "Ben bakanken Genelkurmay Başkanı General Fevzi Çakmak, gizli kaydıyla bir yazı gönderdi. Doğudan Mustafa Muğlalı Paşa bir istekte bulunuyordu. Gümrük kaçakçısı olarak yakalananlar arasında casuslar da bulunabileceğini, sivil mahkemelerin bunlara yalnızca kaçakçı muamelesi yaptıklarını, dolayısıyla bundan böyle kaçakçıların sadece kendisine teslim edilmesini istiyordu. Bana gönderilen yazıyı alıp Çakmak'a gittim. 'Paşam, bunlar sivil suçlular. Casus olduklarını kanıtlayacak bir şey bulunsa neyse ama bu durumda nasıl askeri mahkemeye sevk ederiz?' dedim. Güldü. 'Bizim Mustafa çok sert ama dürüst ve vatanperver bir komutandır. Anlasana işte, işleri kestirmeden halletmek istiyor.
İcaplarına kendi bakacak'
dedi."

'ELLERİ BAĞLI OLARAK KATLEDİLMİŞLERDİR'
Başbakanlığın 21 Mayıs 1951 tarih ve 5/10-1912- 6/1637 sayılı tezkeresine ekli rapordan; "1943 senesi Temmuz'unda Üçüncü Ordu Müfettişi Mustafa Muğlalı, Özalp ilçesine gelmiş ve Askeri mahfelde Van Valisi Hamit Onat, Özalp Kaymakamı Hilmi Tuncel, Özalp Sulh Yargıcı Baki Tekin, Tabur Komutanı Şükrü Tüter ile beraber bulunurken, Van Valisi ile Özalp Yargıcı, Özalplı bazı vatandaşların hududun öbür tarafındaki şahıslarla münasebette bulunarak emniyet ve asayişi ihlal etmekte olduklarından şikâyet etmişlerdir. Bu şikâyet üzerine Ordu Müfettişi, Tabur Komutanı Şükrü Tüter'e, 'bu adamları sana teslim ettireceğim, icabına bakar temizlersin' diye emir vermiş ve bu emir üzerine hazırlanan listeye isimleri ithal olunan 32 vatandaş Vali Hamit Onat'ın emriyle, Özalp Kaymakamı tarafından Polis Vazife ve Selahiyat Kanununun mülga 18. maddesine dayanılarak yakalattırılmış ve polis nezaretinde Hudut Tabur Komutanı Şükrü Tüter'e teslim ettirilmiştir. Bundan sonra, bu şahıslar Yedek Subay Nejdet Bilge ve Bilal Bali komutalarındaki iki müfrezeye tefrik olunmuş (ayrılmış) ve Kukur deresinde elleri kolları bağlandıktan sonra üzerlerine makineli tüfekle ateş edilmek suretiyle öldürülmüşlerdir."