Toplantı sonrası istikbale olan güvenim daha da arttı.. Fakat aynı toplantıda Türkiye'de yaşanan bazı çarpıklıklar aklıma geldi.. Aklıma getiren ise şu üç haber oldu..
İlkinden başlayalım: Başbakan Tayyip Erdoğan önümüzdeki eğitim döneminden itibaren, azınlık okullarında okuyan vatandaşlarımız için de bedava kitap uygulamasının başlayacağını duyurdu..
İkinci haber ise şuydu: Karaköy genelevinin hemen bitişiğinde meğer Surp Pırgiç Ermeni Kilisesi varmış..
Peki bu kilisenin varlığını nasıl öğrendim? Geneleve gittiğim için mi? Hayır..! Peki kiliseye gittiğim için mi? Yine hayır..
Bu kilisenin varlığını, anılan kilisenin bağlı olduğu vakfın başkanı olan Daniel Atsup'un basın açıklamasından öğrendim..
Atsup bakın ne demiş: "Eskiden cemaatimiz 300-500 kişi iken şimdi 7-8 kişi.. Zira genelevin pencereleri ile ibadethanemizin pencereleri birbirine bakıyor.."
Bu bilgiye "muttali" olunca düşündüm.. Düşündüm ki, bu genelev muhakkak surette kilisenin inşasından sonra açılmıştır..
Yine düşündüm ki, orada kilise değil de cami olsaydı yanına acaba genelev açılır mıydı?
"Laik" bir ülkeyiz ya!.. Diyelim ki cami yanında genelev açılmasına izin verildi, bu durumda "cami cemaati" mi çok olurdu yoksa genelevin "potansiyel müşterileri" mi?
Cami ile genelev "sözcüklerinin" yan yana gelmesini bile haklı olarak kabullenemiyoruz değil mi?
Orada ise iki sözcüğün yan yana gelmesini bırakınız, iki "binanın" yan yana konuşlandığı bir durum var..
İşte o genelevin oraya "kondurulmasına" izin veren dönemin yöneticilerinin bilinçaltında yatan olsa olsa şudur:
"Kardeşim, boş ver kiliseyi miliseyi.. Birkaç tane Ermeni kiliseye gitse ne olur? Genelevin pencereleri ile kilisenin pencereleri birbirine baksa ne olur? Hem onlar Ermeni 'dölü' değil mi? Bizim devletimizi ilgilendiren, Ermeni kilisesinin müdavim sayısı değil; bitişiğindeki genelevin Ermeni patroniçesinin devletimize ödediği vergi matrahıdır.. Kaldı ki vergilendirilmiş kazanç kutsaldır.."!
Evet bu kilise bitişiğine genelev kondurulması meselesi, Türkiye Cumhuriyeti'nin genetik kodunun tipik bir şifresidir..
Azınlıkları hala "yerli yabancı" olarak belirten ve gerekçeli kararının tepesine "Türk milleti adına hüküm vermeye yetkili" ibaresini konduran yargı kararlarıyla malul bir ülke burası..
İşte o yüzden nerede, "Kilisenin bitişiğine genelev kondurtan" eski faşist yönetimler..
Nerede, Başbakan Erdoğan'ın bedava kitap uygulamasını azınlık okullarına da şamil kılan demokrat yönetim mantalitesi..
Evet şimdi gelelim üçüncü habere.. Vakit gazetesinin haberine göre, Demokrat Parti İzmir İl Başkanlığına "Çankaya'da başörtüsü istemiyoruz.." şeklindeki deklarasyona imza atan biri gelmiş..
Bu atama, DP'nin yeni seçilen kadrosunun nasıl bir antidemokrat şablona hapsolunduğunu gösteren bariz bir örnek elbetteBunda bir problem yok ve Vakit gazetesi haklı olarak bu atamaya isyan ediyor..
Fakat Vakit, haberin son cümlesinde diyor ki: "Açılımlarında bununla da yetinmeyen Demokrat Parti, İzmir il yönetiminde Musevilerin de görev alacağını deklare etti.."
Şimdi bu kadar doğru bir haberin son cümlesi böyle mi olmalıdır? "Bununla yetinmeyen.." demek ne demektir?
Museviler vatandaşımız değil mi? Museviler siyaset yapamaz mı? "Türbanlılar da Meclis'te olabilsin.." diye haklı olarak isyan ederken, bu engellemeleri yapanların ağzıyla konuşmak tutarlı bir tutum mudur?
Neticede bu ülke öyle bir ülke ki, genelevin pencereleri kilisenin pencerelerine bakar.. Çünkü kilise Ermenilerindir.. Eh Ermeniler de "gayrimilli" dir..
Ha, günahlarını almayalım, belki de bu izni veren geçmişteki yöneticiler "halisane" düşünüyordu ve belki de şöyle düşünüyordu:
"Ermeniler 'gayri milli'dir.. Kilisenin yanına genelev yaparsak belki ibadetten sonra geneleve gelirler ve bir de bakmışsın ki adamlar genelevde ilk kez 'milli' olmuşlar.. Fena mı olur?"!