Kendi kullandığı arabayla Boğaz Köprüsü'nün bariyerlerine çarpmıştı. Ardından uzun süre 'alkollüydü, alkolsüzdü' tartışmaları yapıldı ama hiç biri önemli değildi. Bildiğim tek şey o güzelim adamın birkaç saniye içinde aramızdan çekip gittiği... Bildiğim bir başka şey de öldüğü gece yaşananlar... Onunla son geceyi belki de son dakikalarını birlikte geçirmiştik. Ben, sanatçı dostum gitarist Tarık Öcal ve onun orkestra arkadaşı Pepe...
O akşam el ayak çekildikten sonra Ziya Bar'a uğramıştım. Çok geç kalmıştım aslında.
İçeride kimseler yoktu. Tarık ve Pepe enstrümanlarını topluyorlardı. Tarık beni görünce işini bıraktı bara oturduk. Birer yolluk ısmarladık. Hesabı kim ödeyecek gırgırını yaparken...
Gerisini Tarık'ın olaydan iki gün sonra Cumhuriyet gazetesinde yazdığı o harika yazıdan okuyalım. (Bu köşeyi ilk kez bir başkasına bırakıyorum. Ama o gece yaşananları onun kadar güzel aktaramazdım inanın...)
O gece 12 Eylül'dü...
"Uğursuz 12 Eylül'ün, 13'e bağlandığı saatlerde, piyanist arkadaşım Pepe ile Ziya restoranın aşağı barında sonbahar yalnızlığını çorba içerek yaşarken, sanki barda ceketini unutmuş bir tavırla Arda Uskan girdi içeri.
Ortalığı toplayan komilere torpil geçip kendisine bir rakı ısmarladı. Kara mizah sohbet sürerken, birden bir ışığın düştüğünü hissettik.
Sessiz sedasız yanımıza gelip, içkisini yudumlayan adam Metin Oktay'dı.
Birdenbire benim ve Arda'nın hatta Rossi'yi de futbolcudan saymayan Pepe'nin gözlerinde ışıklar parladı. Alın size nostaljinin Allah'ı. Otuz yıldır barlarda restoranlarda gitar çalarak geçiririm hayatımı, kimin ne kadar alkollü olduğunu ben bilmezsem kim bilir? Metin Oktay yanımızdaydı, raporlar ne derse desin, biz üçümüz kişiliğimizi koyarak söyleyebiliriz ki Metin Oktay içkiliydi ama sarhoş değildi! On bir yıl önce 12 Eylül gecesi, bütün Türkiye ayık mıydı sanki?
Bizler sanattan konuşuyorduk ya, onun da gözlerimle seyrettiğim birçok golünün bir sanat eseri olduğunu söyledim. 1960'taki efsanevi maçta İskoçya'ya attığı golü, İstanbul'da bir AKG maçında iki taraftan iki kişi koluna girdiği halde, arkası kaleye dönükken 90'a taktığı golü anlattım ve bunların sırrını sordum. 'Ellerini uzat' dedi. İki elimi uzattım, avuçlarım yere dönüktü. O da ellerimi avucuna aldı, 'Şimdi' dedi, 'İstediğin elini çek ben yakalayacağım.' Ellerimi, Metin Oktay'ın avucundan kurtaramadım. 'İşte bu reflekstir bana o golleri attıran.' Sonra ben de ona parmaklarımla bir gitarcı numarası yaptım. Benim ona şaşırdığım gibi o da benim tek elle alkış sesi çıkarmama bayıldı. 'Bunlar işin fizik tarafı' deyip Nazım Hikmet'ten bir şiir okudu!
Hiçbirimiz ummazdık tabii ama ummamak bizim suçumuz. 'İşte bu şiiri bilmeyen ne top oynar, ne gitar çalar, işin özü bu kardeşim' deyip boynuma sarıldı. Meğer biz futbolculara nasıl bakarsak onlar da biz müzisyenlere öyle bakarmış ve ne çok ortak noktamız varmış! Kartımı istedi, 'Yarın seni arayacağım' dedi, öpüşerek ayrıldık. Gitme vakti gelmişti, yorgunduk. Metin Oktay'ı yarım kalmış içkisiyle barda bırakıp Arda, Pepe ve ben çekip gittik. Sabah telefon çaldı. Metin ağabey diye açtım, Pepe'ydi. Onun güzel sesinden ilk defa nefret ettim. Metin Oktay'ın ölümünü haber veriyordu.
Senin karşında son golü yiyen kaleci olmak isterdim Metin ağabey... Ama son öptüğün insan oldum. Ben yine telefonunu bekliyorum, sen aramazsan ben nasıl olsa arayacağım..."
* * *
"Einstein ölümü kandıramadıysa, bizim ne kadar şansımız olabilir ki? Neredeyse hiç!"
Mel Brooks