Ulusal Güvenlik Stratejisi başlıklı kitabımdan bulgular paylaşacağım diye.
Bugün daha ziyade tehdit algılarına odaklanacağım. Güvenlik planlaması yapan beş devletin neleri öncelikli güvenlik sorunu olarak gördüklerini ele alacağım. Zira devletlerin temel endişelerinin neler olduğunu bilmek son derece önemli.
Ayrı ayrı baktığınızda her strateji belgesinin kendine has bir tehdit algısı olduğunu da söylemek mümkün.
Örneğin, Bush döneminin 2006 yılı belgesi terör ve terörün kökenlerini en öncelikli güvenlik tehdidi olarak görüyor.
Obama döneminde terör hala bir tehdit olarak görülmesine rağmen, uluslararası sistemde meydana gelebilecek bir güç değişimi ve Amerika'nın konumunu kaybetme endişesi daha öncelikli hale geliyor. İngiltere'nin 2008 belgesi terör, kitle imha silahları, ulus aşırı suç, küresel istikrarsızlık ve çatışmayı başlıca tehditler olarak zikrediyor. 2010 belgesi de bunlar arasında bir öncelik sıralaması yapmış ve terörü ön plana çıkarmış. Fransa 2008'de tehdit yerine pozitif hedeflerini öncelemiş. 2013 yılında kırılgan rejimleri tehdit olarak görmüş. Rusya, hem 2001 hem 2009'da iç gerilimleri ve NATO'yu tehdit olarak algılamış. Çin, 2011'de kendi büyümesinin yaratacağı tepkilerden korkarken, 2015 yılında Amerika'nın yeni hegemonyacılığından şikayet etmektedir.
Tabii burada daha ayrıntısına giremediğiz bir sürü mesele var. Strateji belgelerinde siber saldırılardan, doğal afetlere, devletler arası konvansiyonel gerilimlerden sivil aciliyetlere kadar çeşitli alanlardaki tehditler değerlendiriliyor.
Fakat daha da önemlisi bu on strateji belgesi neredeyse tek bir konuyu diğerlerinden daha öncelikli hale getiriyor. O da istikrarsızlık meselesidir.
Dolayısıyla belgelerin en temel tehdit algısının istikrarsızlık olduğu söylenebilir.
Amerika, terörle mücadele derken aslında teröre neden olan ve terörden doğan istikrarsızlığı kast ediyor. Obama, uluslararası sistem değişiminden korkarkan yine istikrarı desteklemiş oluyor. Fransa ve İngiltere, istikrarsızlık kaynağı olarak gördükleri için kırılgan rejimleri öncelikli tehdit olarak tarif ediyor. Rusya, NATO yayılmasından ve bu yayılmanın uluslararası dengelerde değişim yaratmasından rahatsız. Çin ise kendi büyümesini sağlayan bu düzenin Amerika tarafından değiştirilmesinden korkuyor. Yani aslında hepsi nasıl ifade ederlerse etsinler asıl tehdidin kaynağı olarak istikrarsızlığı gördükleri ortaya çıkıyor.
Hem Amerika hem de diğerleri, statüko taraftarı. Bu sistemin en tepesinde oturan ve bu sistemden en fazla faydalanan aktör olarak Amerika'nın bu sistemin devamından yana olması şaşırtıcı değil. Aynı şekilde Amerikan merkezli ittifakın parçası olan İngiltere ve Fransa'nın da bu sistemden memnun olduğunu düşünebiliriz. Fakat Çin ve Rusya gibi devletlerin de istikrarlı bir biçimde istikrardan yana olmaları çok beklendik bir durum değildir. Fakat derinlemesine bir inceleme gösteriyor ki, uluslararası sistemdeki güç dağılımı buna neden oluyor. Her birinin pek tabii ki başkaca hayalleri, hedefleri, kimlikleri, beklentileri, korkukarı ve arzuları olabilir. Fakat hepsi kendi beklentilerini, korkularını ve arzularını uluslararası sistemdeki güç dağılımına göre elden geçiriyor ve mümkün olmayan hedefelerden uzaklaşıp daha endişe verici tehditlere odaklanmak durumunda kalabiliyor.
Uluslararası sistemden memnun olmasalar dahi, Rusya ve Çin gibi ülkeler kendi lehlerine daha iyi bir dünya düzeninin doğabileceğini düşünemiyorlar.
Bırakın daha iyisini, bir istikrarsızlık gereksiz bir değişime neden olabilir diye korkuyorlar. Çünkü değişime hazırlıksız yakalanmak istemiyorlar. Mevcut durumu kötünün iyisi olarak görüyorlar. Bu nedenle de istikrarsızlık en öncelikli tehdit olarak karşımıza çıkıyor.
Peki istikrarsızlıktan endişe duyan devletler, bununla mücadelede ne tür yöntemler tercih ediyor? Onu da yarın ele almaya çalışacağım.