Karşılaştığım manzara oldukça kötü, karamsar ve umutsuz. Kestirmeden söylemek gerekirse durum çok vahim.
Ayrıcalıklarını kaybetmiş olmanın öfkesi ile beceriksizliğin hırçınlığı bir araya gelmiş durumda. Her şeye muhalif, her şeyden memnuniyetsizler. Gündelik hayata dair en ufak bir mesele bile önce AK Parti'ye ve Erdoğan'a bağlanıyor, sonrasında ise İslam dinine öfke kusmak için bir fırsata çevriliyor.
Basit öfke değil bu. Tam bir akıl tutulması.
Muhalifliğin boyutlarını çoktan aşmış bir nevi psikolojik bunalıma belki de sinirsel bir rahatsızlığa dönüşmüş durumda. Türkiye'yi ilgilendiren bir mesele, bir kriz olsa da hemen karşı tarafta yer alsak diye pozisyon kollar haldeler.
Hollanda'nın yerleşik bütün diplomatik kuralları çiğneyerek Fatma Betül Sayan Kaya'ya yaptığı barbarlık aradıkları fırsat olmuş durumda. Her fırsatta Gezi şiddetini "direniş hakkı" diye romantikleştiren, sayıp sövmeyi mizah diye sevimli kılan, yakıp yıkmayı "protesto" diye yücelten, yağmayı "kamulaştırma" diye meşrulaştıranlar, bakan hanımefendiyi karşılamak için konsolosluğun önüne gelen Türkler'e Hollandalı polislerin uyguladığı şiddeti savunuyorlar.
Savunmak ama nasıl. Sanki bir tarafta şiddete uğrayan Türkler, diğer tarafta atlı köpekli Hollanda polisi yokmuş gibi...
Polisin dağıl çağrısına uymazsan, kafana estiği yerde toplanıp gösteri yapmaya kalkarsan bu muameleyi hak edersin diyorlar. Muamele dedikleri, yerde yatan Türk'ün bacağının polis köpeği tarafından ısırılması!
Üstelik bunlar Gezi'nin vandal çocukları.
Gezi şiddetini bastırmak için canla başla mücadele eden polislere katil diyen bu vandallar, Hollanda polisine iltifat etme yarışına girmiş durumdalar.
Ortada ne akıl var ne mantık ne de ilke. Sadece Türkiye'ye düşmanlık var.
Türkiye'de günlerce devam eden şiddet eylemlerini mümkün olduğu kadar az güç kullanarak bastıran Türk polisine katil, Hollanda'da barışçıl gösteri yapan Türkler'e cop ve köpeklerle saldıran Hollanda polisine uygar ve medeni demeyi mümkün kılacak bir Türkiye düşmanlığı.
CHP'nin bu ülkeye verdiği en büyük zarar belki de bu çünkü bu durum CHP'nin eseri. Memleketteki olağan seçim süreçlerini bile kendi seçmenine milli mücadele diye sunan, ülkedeki meşru iktidarı işgalci düşman kuvveti olarak seçmenine takdim eden, sanki ülke işgal altındaymış gibi seçim kampanyasını Mustafa Kemal'in Samsun'a çıkmasına referansla Samsun'dan başlatan siyasi aklın bir sonucu.
Bakmayın CHP'nin içinden geçtiğimiz referandum sürecinde daha sakin bir kampanya yürüttüğüne, geçmiş seçimlerde bunların hepsini defalarca tekrarladı. CHP kendi siyaset üretemeyişini, siyasi beceriksizliğini kamufle etmek için topluma kin ve öfke saçtı. Hedef ve duygu birlikteliği sunamadığı seçmenini korku ile bir araya getirmeye çalıştı. Ülkenin yabancılara peşkeş çekildiğini, bölünmek üzere olduğunu, bağımsızlığın siyasi pazarlıklara konu edildiğini, otoriterleştiğini, bir diktatörlüğe dönüştüğünü seçmenine anlatıp durdu.
Hâlbuki ülke ne kaçtı ne de göçtü. Çok şükür bağımsızlığını da yitirmedi, bölünmedi de. Ama Türkiye büyüdükçe, siyasetin önündeki engeller kalktıkça, milli irade devlete hakim oldukça CHP'nin iktidar olma şansı kalmadı.
Lafın özü CHP kendi felaketini tabanına ülkenin felaketi gibi anlattı. O taban şimdi kontrolden çıkmış durumda.
İktidar partisine muhalefetle kendi ülkesine düşmanlık arasındaki farkı göremeyecek kadar gözlerini kin bürümüş. Toplumun bu kesimin zaten kısıtlı olan yetişmiş ve nitelikli insan kaynağı da CHP tarafından bir düşmanlık girdabına hapsedilerek etkisiz hale getirildi.
CHP için esas mağlubiyet, gerçek hesap hatası da bu.