Avrupa'da yükselen yabancı düşmanlığı, İslam karşıtlığı ve Avrupa otoritelerinin Nazi dönemini andıran uygulamaları, Avrupa ülkelerinin Türkiye karşıtı tutumu nedeniyle daha fazla dikkatimizi çekiyor. Maalesef sorun dönemsel değil, uzun soluklu ve acilen tedbir alınmazsa kalıcı bir hale bürünecek.
Avrupa Adalet Divanı'nın başörtüsünün işyerlerinde yasaklanmasına imkan tanıyan kararı, Avrupa'nın farklı ülkelerinde peş peşe yapılan seçimlerde ırkçı partilerin oy oranlarını artırmaları ve Avrupa ülkelerinde caddelerde, sokaklarda, toplu taşıma araçlarında Müslümanlara yapılan fiziksel saldırıların artması görmek isteyenler için meselenin ciddiyetini göstermeye yeterli.
Tüm bu saldırılar, Nazi uygulamalarını hatırlatan politikalar, nefret ve düşmanlık söylemleri medya organları aracılığı ile önümüze kadar geliyor. Kötü gidişatı görüyor ve endişeleniyoruz.
Ancak endişelenmenin ötesinde de yapmamız gereken şeyler var. Başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere siyasetçiler konuyu devamlı gündeme getiriyor, Avrupa'ya uyarı ve eleştirilerini iletiyorlar.
Bu konuda üzerine düşeni yapan kişi veya kurumlardan bir tanesinin de Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) olduğunu gönül rahatlığı ile söyleyebiliriz. SETA Avrupa İslamafobi Raporu ile her yıl düzenli olarak Avrupa ülkelerinde meydana gelen İslam karşıtı olayları, politikaları ve uygulamaları raporluyor. Rapor, 27 Avrupa ülkesinin 2016 yılı boyunca İslam düşmanı uygulamalar ekseninde takip ve değerlendirilmesinden oluşuyor.
Raporun en çarpıcı bulgularından birisi; eğitim, istihdam, medya, siyaset, yargı ve internet gibi sosyal hayatın hemen hemen her alanında İslam karşıtlığında belirgin bir artışın olduğu. Avrupa'da İslam karşıtlığının artması meseleyi uzaktan takip edenlerin bile rahatlıkla yapabileceği bir tespit.
Ancak bunun SETA'nın Avrupa İslamafobi Raporu'nda olduğu gibi teker teker her ülke için Avrupa'nın genelini de kapsayacak şekilde kayıt altına alınması çok kıymetli.
Raporun tedirgin edici bir diğer bulgusu ise Avrupa için İslam karşıtlığının bir his, düşünce veya söylem olmanın çok ötesine geçerek fiili bir durum haline gelmesi. Rapora göre, Avrupa genelinde Müslümanlar; okul, işyeri, cami, toplu taşıma araçları ve sokakta fiziki saldırıya uğruyor. Bu vahim durum içerisinde daha vahim olanı ise Müslüman kadınların erkeklere oranla fiziksel şiddete çok daha fazla maruz kalıyor oluşu. Kamusal hayat içerisinde erkeklere göre çok daha görünür olan başörtülü Müslüman kadınlar İslamafobik şiddetin de birincil hedefi haline gelmiş durumdalar.
Son dönemde çeşitli Avrupa şehirlerinde şiddete uğrayan kadınların haberleri medyada sık sık yer almaya başlamıştı.
Rapor, medyadan gördüğümüz saldırıların münferit vakalar olmadığını, sistematik bir şekilde Müslüman kadınların hedef alındığını söylüyor. İslam karşıtlığının hızla yükseldiği Avrupa toplumlarına raporun başlıca önerisi ise ilk etapta İslamfobi ile yüzleşmek. Avrupa içi boş özgürlük nutuklarından vazgeçip, ırkçı ve yabancı düşmanı geçmişi ile arasının açıldığı zannını bir kenara bırakıp mevcut durumu kabullenmeli. Yani ilk adım olarak "Bizim bir İslam karşıtlığı sorunumuz var" demeli.
Sorun teşhis edip kabullenilmeden çare üretmek mümkün değil. Avrupa'nın eğer kaldıysa cesur siyasetçileri ve yine eğer kaldıysa meslek ilkelerine bağlı gazetecileri bu sorunla yüzleşmeli, mevcut durumu kabullenip gereğini yerine getirmeli.
Gelelim tüm bunların Türkiye'nin referandum sürecinde Avrupa ile yaşadığı sorunlarla olan bağlantısına.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "Avrupa Nazi politikaları uyguluyor" tespiti bu perspektiften bakılınca daha anlamlı hale geliyor.
Erdoğan'ın bu sözlerinin amacının Avrupa'ya karşı eleştirilerinin dozunu ve sesini yükseltmekten ibaret olmadığı ortada. Erdoğan, Avrupa'nın İslam karşıtlığı ve ırkçılıkla mücadelede ilk ödevini işaret ediyor; apaçık ortada duran gerçekle yüzleşmek. Avrupalı siyasetçiler Erdoğan'a "Nazi benzetmesine bir son ver" çağrısı yapacaklarına, bir an önce ev ödevlerine çalışmaya başlasalar iyi ederler.