16 Nisan'da oylayacağımız Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi konusunda 'evet' ve 'hayır' cephesinin üzerinde uzlaştığı tek bir nokta var.
O da oylamanın Türkiye'nin bekasıyla alakalı bir mesele olduğu.
Evet cephesinin argümanları ortada:
Türkiye'nin yönetim sisteminin baştan beri sorunlu olduğunu ileri sürüyorlar. Bu sorunlu sistemle bugüne kadar düşe kalka gelindiğini, koalisyon dönemlerinde sistemden kaynaklanan aksaklıkların ön planda olduğunu ve tek başına hükümetlerde ise sorunların tamamen ortadan kalkmasa da azaltılabildiğini anlatıyor 'evet'i savunan siyasi aktörler.
Özellikle 15 Temmuz sonrasında ve uluslararası dengelerin alt üst olduğu konjonktürde Türkiye'nin artık hükümet sistemi sorunu ile yola devam edemeyeceği de aşikar.
Yönetimsel anlamda gösterdiğimiz her zafiyetin Türkiye'nin gelecek yıllarını da kapsayan maliyetleri oluyor.
Bu açıdan Türkiye ya yönetim sorununu çözüp yeniden şekillenen dünyada ve bölgede güçlü bir aktör olarak varlığını devam ettirecek ya da kendi iç meseleleri ile uğraşarak hem güçsüzleşecek hem de etrafında olup bitenleri ıskalayacak. Iskalama ileri boyutlara ulaştığında ise yarın bir gün Türkiye'nin bağımsızlığını ve Türkiye olarak var olmasını tehdit eden boyutlara ulaşacak. Nitekim 15 Temmuz'a da böyle bir süreç neticesinde ulaştık. 15 Temmuz'un hain darbecileri başarılı olsalardı bugün belki de -Allah korusun- Suriyelileşmiş bir Türkiye tablosu ile karşı karşıya kalacaktık.
Evet cephesi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne bu çerçeveden bakıp bir beka meselesi olduğunu sonucuna ulaşırken, hayırcılar tam aksi bir yerden aynı neticeye ulaşıyorlar. Hayırcılara göre eğer Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi milli iradeden onay alırsa Türkiye bölünecek, tek adam yönetimi gelecek ve iç savaş çıkacak. Henüz bu iddiaların altını dolduran mantıklı bir açıklama ile karşılaşmamış olsak da hayır cephesi bunları söylüyor.
CHP Konya Milletvekili Hüsnü Bozkurt'un evet oyu verecekleri denize dökmekten bahsetmesi veya eski genel başkan Deniz Baykal'ın referandumdan hayır çıkarsa işgalcileri denize dökmüş kadar sevineceğini söylemesi CHP'nin meseleyi hangi cepheden beka meselesi gördüğüne dair iyi birer örnek.
Kampanya boyunca daha düşük profilli bir söylemi tercih etmiş olsa da genel başkan Kılıçdaroğlu'nun sürecin erken evrelerinde 'kan dökmeden cumhurbaşkanlığı sistemini getiremezsiniz' açıklaması yapması aynı beka anlayışını paylaştığını gösteriyor.
Evet ve hayır arasındaki farklı beka sorunu anlayışları aynı zamanda farklı düşman algılamalarına da karşılık geliyor.
Evet kampanyası karşımıza düşman olarak terör örgütlerini ve uluslararası güçleri koyuyor.
Ancak hayır kampanyasının beka sorunundaki düşman milletin ta kendisi. Evet oyu verecekler denize dökülüyor, onlarla savaşılıyor, onlar düşmanlaştırılıyor.
Beka sorunu ve düşman algılısının farklılaşması da aslında daha derinde bir siyasi yarılmaya karşılık geliyor. Siyaseti Türkiye'yi güçlendirmek ve vatandaşa hizmet etmek olarak kurgulayan AK Parti'nin başını çektiği evet cephesinin düşmanı terör örgütlerinde ve dışarıda araması tutarlı.
Öte taraftan CHP'nin başını çektiği hayır cephesinin milleti düşmanlaştırması da benzer bir tutarlılığın eseri. CHP'nin genetik kodlarına işlemiş milleti göbeğini kaşıyan, cahil, yanlış kararlar veren yığınlar olarak gören 'halka rağmen'ci anlayışın neticede bu tip bir beka ve düşman algısı oluşturması beklenen bir durum.
Referanduma 9 gün kalmışken hala kafası karışık ve karasız olanlar varsa 'evet'in ve 'hayır'ın beka ve düşman algısına bakarak karar verebilirler.