Ama Başbakan Turgut Özal, bu "emr-i vaki" karşısında Çankaya eksenli hamlesine başladı. Devlet Başkanı Kenan Evren'le anlaşarak, Öztorun'un Genelkurmay Başkanlığı kararnamesini imzalamadı. Anlatılanlara göre Kenan Paşa'nın Öztorun'la arası hiç iyi değildi.
EVREN-ÜRUĞ MÜCADELESİ
12 Eylül 1980 darbesinde Kenan Evren, Genelkurmay Başkanı iken, Necdet Üruğ İstanbul'a 1. Ordu Komutanlığı görevinde bulunuyordu. Üruğ, Kara Kuvvetleri Komutan Yardımcılığı, Devlet Başkanlığı ve Millî Güvenlik Konseyi Genel Sekreterliği, Cumhurbaşkanlığı ve Millî Güvenlik Konseyi Sekreterliği, Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevlerini yürüttü. 6 Aralık 1983 tarihinde de Genelkurmay Başkanlığına atandı.
Daha önce yayınlanan, "12 Eylül ve partiler" başlıklı yazımızda konu ettiğimiz bir bilgiyi tekrarlamak istiyorum:
PERDE ARKASI
"12 Eylül yönetimi,1983 yılında siyasi parti kuruluşlarına izin verdi. Başbakan Bülend Ulusu geri durunca, askerler merkez partiyi kime kurduracaklarını düşünmeye başladı. O dönemde, Ankara'da iki gücün gizli mücadelesi gözlerden kaçmadı. Bir tarafta, Kenan Evren ve dört milli güvenlik kurulu üyesi, diğer tarafta Genelkurmay Başkanı Necdet Üruğ ve Kara Kuvvetleri Komutanı Necdet Öztorun. Üruğ Paşa bir 'ağabey' gibi sevdiği ve bağlı olduğu Turgut Sunalp'ın parti kurmasını istiyordu. Evren ve arkadaşları da çevrelerinden birinin siyasi bir parti kurması ve seçime girmesinden yanaydı. Ordu gücünü arkasına aldığı düşünülen iki Necdet'in bastırması, parti kurma görevinin Turgut Sunalp'e verilmesini sağlar.
MDP'nin yeni başkanı olarak Sunalp Paşa, Ankara'ya gelir. İlk başta bu tercih Sunalp Paşa için bir ödül gibi gözükürken, çok geçmeden aslında ödülden çok bir manevra olduğu ortaya çıkar. Genelkurmay Başkanı Evren'den sonra teamüller gereği sıra Orgeneral Necdet Üruğ'daydı. Oysa Evren'den sonra Genelkurmay Başkanlığı'na Üruğ'un yerine MGK üyesi Nurettin Ersin getirildi. Ersin'in Genelkurmay Başkanlığı'na getirilmesi, Üruğ Paşa'nın kırgınlığına yol açtığı düşünülür. Evren, bu kırgınlığı gidermek için, Sunalp ile ilgili manevrayı yapmış olabilir miydi?
Kuşkusuz öyleydi. Üruğ, Sunalp'ı diğer birçok silah arkadaşları gibi çok beğenirdi. Onun biraz da siyasi iktidar tarafından hak ettiği yere getirilmediğini düşünenler arasındaydı. Sunalp'ın yıllar sonra Evren'in önünü kestiğini söylemesi de önemlidir: "Biz AP'nin oylarını hedefliyorduk. Ben ısrarla Demirel ve çevresiyle ilişkiye girmek istedim.
Bunun için bazı çabalarım da oldu. Fakat Evren'in başkanlığındaki konsey bunu engelledi." Sunalp, Evren ve 4 konsey üyesinden 'Beşi bir yerde' diye sitemle söz ederdi ve eklerdi: "Parti kurdurarak beni kendi oyunlarına alet ettiler. Ben buna 'Önce mama verdiler sonra kama...' diyorum." Peki, Evren neden Sunalp'ın başbakan olmasını istemiyordu? Hâlbuki yapılan 12 Eylül darbesinin getirdiği sürecin sürmesinde asker kökenli bir ismin önemli katkıları olabilirdi. Evren'in Sunalp'ı istememesinin en önemli sebebi onun Üruğ ile yakın ilişkiler içinde olmasıydı. Sunalp-Üruğ yakınlığı, Sunalp'ın seçimlerle başbakan olma ihtimali ve Genelkurmay Başkanı Üruğ ile işbirliği yapması olasılığı Evren ve arkadaşlarını pek memnun etmemişti.
24 Temmuz 1987 - 3 Aralık 1989 dönemi, NECİP TORUMTAY: Necip Torumtay'ın istifa ettiği gün, yaşanan olayı, Özal'ı yakından tanıyan isimlerden biri olan kamuoyu araştırma şirketi sahibi merhum Erhan Göksel anlatmıştı: "Ben bu olaya istemeden de olsa kendi gözlerimle şahit oldum. 1.Körfez savaşı sırasındaydı. Tesadüf Rahmetli Özal o gün beni çağırmıştı.
Ben de tam makamının karşısında, üst kata çıkan merdivenin altındaki odada, Arif Yüksel Bey'in kullandığı odada oturuyordum. O sırada kimin olduğunu bilmediğim ziyaretçinin çıkmasını bekliyordum. Arif Bey o zaman Özal'ın danışmanıydı. Dönemin Adalet Bakanlığı müsteşarı... Birden bire kapı açıldı, hızla yürüyen birisinin ayak seslerini ve Turgut Bey'in öfkeli sesini duydum. Turgut Bey'in odasına doğru yürürken koridorda hızlı adımlarla yürüyen, şapkası koltuğunun altında Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay'ı arkasından gördüm.
'GÖZÜ BENİ GÖRMÜYOR'
O zamanlar güvenlik için Köşk'e röntgen cihazı yeni koyulmuştu. Necip Torumtay büyük bir hızla cihazdan ve kapıdan çıkarak merdivenlerde kaybolmuştu. Bense yüzümü odaya çevirerek ne oldu diye koridordan makama doğru geçerken, Turgut Bey'i kızgın ve sinirinden mos mor olmuş bir ifadeyle kapı aralığında ayakta dururken gördüm. Turgut Bey bana dönmüş, ama adeta beni de gözü görmüyor, daha sonra sadece bir kez gördüğüm alı al moru mor olmuş bir ifadeyle "Yüce Divan'a vereceğim..." diye kendi kendine konuşuyordu. Sonra Arif Yüksel'e derhal emirler yağdırdı. Genel Kurmay Başkanı'nı Yüce Divan'a vermek istiyordu. "Türk Silahlı Kuvvetleri'nin komuta heyetinin başında olmayı hak etmiyor", "...önlerini bile görmüyorlar", türünden. Yüce Divan'a verme lafını bu kadar yıldır hiç aklımdan çıkaramadım.
Kısa süre sonra sakinleşti. Yarım saat sonra Arif Yüksel geldi elinde kitapla "Türkiye'de herkesi Yüce Divan'a verebiliyoruz, bir tek askerler verilmiyor" dedi Özal'a. Özal anlayamadığım bir bakışla bana bakarken ben de halk tabiriyle "bir yaşıma daha girdim." Turgut Bey'le otururken bir-iki saat falan geçti geçmedi, Özal'a bir telefon bağlandı. Necip Torumtay istifa etmişti.
Özal, "iyi oldu böylesi" dedi. Ben de Özal'a; bu kadar kısa sürede istifası çok garip dedim. Necip Torumtay'ın kendisini Yüce Divan'a vereceğini söyleyip söylemediğini sordum. Özal açıkça; "elbette söyledim" dedi. Necip Torumtay, hatırladığım 1987'de Genelkurmay Başkanlığına atandı. Aralık 1990 tarihinde istifa etti. İstifasında ayrılmasına sebep olarak "1. Körfez Savaşı'nda hükümetin tutumuna tepki gösterdiği" öne sürüldü. Basında, Cumhurbaşkanı Turgut Özal tarafından Irak'a karşı ABD ile beraber hareket edilerek "Musul ve Kerkük sorununun çözülmesi" kararına uymak istemediği ileri sürüldü. Ordunun teçhizatının yetersiz olduğu gerekçesini ileri sürdüğünü bana Özal çok sonraları bir vesileyle anlatmıştı.
ATATÜRK YAŞASAYDI
Özal vefatından altı ay kadar önce bir akşam bana aşağı yukarı şu değerlendirmeyi yapmıştı: Özal'a göre "Türkiye'deki Kürt meselesi ve Irak sorunu ileride Türkiye'nin başına büyük belalar açacaktı. Türkiye, ABD ile birlikte hareket etmek ve bu coğrafyanın hâkim devleti olmak zorundaydı. Atatürk'ün hülyası olan Musul ve Kerkük'ü de içine alarak tüm Kürt nüfusunu da Türkiye'ye dâhil etmek hayal değildi. Bu konuda Kürtlere büyük güven duyuyor ve Türkler'le Kürtler'in bin yıllık birlikteliğini hiçbir güç bozamazdı." Yani Öza'ın, "bölgenin süper gücü olmak istiyordu. Musul ve Kerkük'ü alma planları vardı. Özal bana; "Atatürk yaşasaydı bu işi halledecekti" demiştir. Bugün baktığımda bu tespitin ne kadar doğru olduğunu anlıyorum. Musul meselesi Atatürk için ölene kadar en önemli sorun olmuştu, Hatay'dan sonra. Bence Torumtay, Özal'ın kendisini Yüce Divan'a vereceğini zannetti. Yani verilemediğini bilmiyordu. Böyle bir sürecin önünü kesmek için muhtemelen sadece şahsının değil, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin de yıpranmasını önlemek için istifa etti.''