Edebiyatta Baki, mimaride Sinan, ilimde Ebussuud, denizcilikte Barbaros, bu dönemin zirve isimlerinden bir kaçıdır. Muhteşem namıyla maruf Sultan Süleyman'ın bu parlaklığa ulaşmasında elbette önceki sultanların, ama özellikle de Yavuz Sultan Selim'in büyük payı vardır.
Kanuni Sultan Süleyman'ın hükümdarlık döneminin bütününü bu yazıda özetlemek bile mümkün değildir. Fakat bu dönemde yaşanan en üzücü olay, Şehzade Mustafa'nın idam edilmesidir...
Bu idamın, hangi şartlar altında nasıl ve niçin gerçekleştiğini irdelemeye çalışalım... Feci bir akıbete maruz kalan bahtsız şehzade Mustafa, Kanuni'nin Manisa Sancakbeyliği sırasında doğdu.
Annesi, Kanuni'nin ilk baş kadını olan Mahidevran Hatun'dur. Kanuni'nin eşi Hürrem Sultan da Mehmed, Selim, Bayezid ve Cihangir adlı dört şehzadenin annesi oldu.
Mahidevran ile Hürrem Sultan arasında ateşli bir biçimde rekabet yaşanıyordu. Ordunun, âlimlerin Şehzade Mustafa'dan yana olması boşuna değildi elbette. Zira Şehzade Mustafa, hem bedenen, hem de karakter itibariyle dedesi Yavuz Sultan Selim'e benzemekteydi. Diğer kardeşlerinden farklı olarak çok iyi yetişmiş, döneminin âlimleri ve şairleri tarafından çevrelenmişti. Her ne kadar hemen herkes Şehzade Mustafa'nın Kanuni sonrasında tahta geçmesinin uygun olduğunu düşünse de, Hürrem ve Rüstem Paşa'nın (Rüstem'e kızını vererek onu sultanın damadı yapmıştı), Şehzade Mustafa'ya karşı bir kin duydukları iddia ediliyordu. Fesad şebekeleri, Şehzade Mustafa'nın İran Şah'ı Tahmasb ile gizlice ittifak yapıp babası Kanuni'yi devirmeye çalıştığını ortaya atıyorlardı. Buna Kanuni'yi de inandırmaya çalışıyorlardı.
ÖNCE İNANMADI...
Kanuni, bu konu kendisine ilk açıldığında; "Hâşâ Mustafa Hân'ım bu küstahlığa cür'et ede.
Bazı müfsidler kendi arzularını mülk ve saltanat ona kaimasun deyü iftira ederler" diye sert cevap verdi. Ancak sonraları eline ulaştırılan sahte mektuplarla aklı karıştı. Kanuni, 3. İran Seferi için hazırlık yaparken Şehzade Mustafa da 30 bin kişilik bir orduyla Konya Ereğli'sine geldi. Bunu fırsat bilen güç odakları, "İsyan" dedikodusunu iyice yaydı. Kanuni, bu defa oğlu Mustafa'nın kendisine baş kaldırdığı yalanına inandı. Boğulmasına izin vermek zorunda kaldı.
SAHTE DELİLLER...
Şehzade Mustafa'nın idam edilmesi, her ne kadar kanununa uydurulmuş ve sahte delillerle insanlar kandırılmış dahi olsa, memleket içinde büyük sıkıntılar meydana getirdi. İdama üzülen Şehzade Cihangir, aynı yıl üzüntüsünden hayatını kaybetti. Asker çok ciddi manada rahatsız oldu. Israrla Sadrazam Rüstem Paşa'nın azlini istedi. Ve Kanuni İran Seferi'nden vazgeçti.
Yüzyıllardır, Hürrem'in isteği ve oyunlarıyla Şehzade Mustafa'nın idam edildiği yazı ve yorumları sürmektedir.
Prof. Dr. İlber Ortaylı, bu konuda ezber bozan bir açıklama yaptı: "Mustafa'nın katlinde Hürrem'in rolü olamaz. Her devletin, her iktidarın düşmanları vardır. O insanlar her zaman alternatif ararlar. Muhalefet, Mustafa'yı lider olarak seçti ve yönlendirdi. Toplumda bazı sıkıntılar vardı. Öyle anlaşılıyor ki yavaş yavaş Mustafa'yı uyandırmaya başlamışlar.
Mustafa'nın tuğra çekmesi konusu var. "Ben padişahım" der gibi. Başta Padişah varken, bu hem uygun bir şey değil, hem de yasak. Bu, para kanunu gibi. Paranın üzerine kendi portreni yerleştirmek gibi bir şeydi.''
DESPOT MUYDU?
Yerli ve yabancı kitaplarda, Osmanlı Devleti'ni yöneten Padişah'ın (Astığı astık, kestiği kestik) bir "Despot" olarak gösterilmesi düşündürücüdür. 14 padişahın tahtan indirildiği bir düzen hakkında söylenenlerin ve yazılanların önemli bölümünün doğru olmadığı, yeni araştırmalarla ortaya çıktı. Dünyaca ünlü tarihçimiz Prof.Dr. Halil İnalcık, Osmanlı devletinin yüzyıllar boyunca payidar kalmasını şöyle açıkladı:
ADALETNAMELER VARDI...
" Osmanlı'nın iktidarı, siyasi bir pragmatizm dairesinde kanun, adalet ve ahlak prensiplerine göre icra etme zorunda olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Bu esaslar, gerçekte bürokrasiyi, hatta idareye karşı dava hakkı olan reayayı, hükümdar karşısında direnç gösterebilen bir güç durumuna getirmektedir. Haksızlıkları kaldırma çabasıyla ilan edilen adaletnameler, Osmanlı'da adalet anlayışını açıkça ortaya koymaktadır. Bürokratlar, asker ve ulema ile birlikte hareket ederek bu prensipleri çiğneyen hükümdarların saltanatına son vermiştir. Osmanlı tarihinde bunun örnekleri az değildir."
OBJEKTİF KURALLAR...
"Bürokrasi; kanunu, yani devlet idaresinde objektif kuralları temsil eden bir kurum olarak, din ve devletin selameti adına hükümdarın karşısına çıkma gücüne sahiptir. Buna karşı hükümdar da, bürokratı (Veziriazamı) hiçbir kurala bağlı olmaksızın azletmek gücüne sahiptir. Böylece bu iki güç arasında bir dengeden söz etmek mümkündür. Bu durum, yazıya dökülmemiş bir anayasal denge rejimini anımsatır.'' Mustafa Armağan da padişahların despot olmadığını şöyle anlattı: "Osmanlı padişahı, zannedildiği gibi her istediğini yapabilen bir despot veya monark olmayıp, sistem içinde başka güçlerle kuşatılmış ve sınırlandırılmış durumdadır.
Sistem, padişahın güçlülük ve güçsüzlük vasıflarındaki değişmelere göre sürekli olarak yeniden şekillenmektedir
OSMANLI'DA GÜÇ DENGESi
Osmanlı tarihinde, saray ile Türk beyleri ve şehzadelerin etrafında çeşitli güç dengeleri oluşmuştur. Padişah bu güç dengelerinden birine ya bir kaçına dayanarak muktedir olabilmişti. Bu güçlerini, ulema, yeniçeri, lonca reisleri, sadrazam, vezirler, bürokratlar, saray kadınları oluşturmaktaydı." Halil İnalcık'a göre de; Osmanlı'nın asırlara yayılan gücünün sırrını, devlet ile tebası arasındaki "Zimni sözleşme" denilen ve farkında olunmayan gelenek oluşturmaktaydı...
YARIN:
OSMANLI'YA MATBAA GEÇ Mi GELDi?