1. SORU: KATİL KİM?
Birlikte gördük ki üç ihtimal var: Reşid Mercan, Haşmet Orbay veya bu kişilerle irtibatlı bir başkası. Haşmet Orbay ve avukatları sonuna kadar katilin Reşid olduğunu iddia ettiler. Orbay, iddia ettiği gizli görevi nedeniyle sırlarının kendisiyle birlikte mezara gideceğini söylemişti; öyle de oldu. Ancak akıl ve vicdan, Reşid Mercan'ın katil olma ihtimalini oldukça düşürüyor. Mahkeme Bolu'ya taşındıktan sonra kamuoyu da Reşid'in kurban olduğuna inanmıştı. Reşid ise Bolu'dan itibaren katilin önce Haşmet, sonra gizemli Muzaffer en sonunda ise bu kişiler dışında kendisinin de bilmediği biri olabileceğini söyledi. Reşid ve Haşmet'in Robert Kolej'den arkadaşı olan ve yakından izlediği bu davayı kitaplaştıran eski parlamenter İhsan Tombuş ise üçüncü bir kişinin olma ihtimalinin yüksek olduğunu söylüyor. Tombuş, Nevzad Tandoğan'ın da intihar etmediğini, bu olaydan dolayı öldürüldüğünü iddia ediyor.
2. SORU: NEDEN?
Reşid'in, suçu üstlenirken "Veremdim, ilgilenmedi ve beni sanatoryuma yatırmadı" iddiası inandırıcı olmadığı için daha sonra Türk toplumuna da uygun bir neden savcı tarafından yaratılmaya çalışıldı. Önce Reşid'in kız kardeşine Doktor'la ilişkisi olduğu, dolayısıyla cinayet nedeninin de bu olduğu kabul ettirilmeye çalışıldı. Sonra dayısının eski eşine, görümcesinin yani Reşid'in annesinin Doktor'un sevgilisi olduğu söyletilmek istendi. Ama her iki kadın da bu kumpasın ortağı olmadı. Kıskançlık yoksa akla gelen diğer neden de para olurdu. Oysa Haşmet en üst düzeyden memur maaşı alıyordu, zengin dayısı da yardım ediyordu. Ortada bir para nedeni varsa, öyle 1200 lira falan değil meblağ çok daha yüksek olmalıdır. Bu paranın kaynağı konusunu ilk kez Reşid Mercan'ın karakola gittiğinde yanında bulunan ve son konuştuğu kişi olan arkadaşı dillendirmiş "Para dalgası ve çok karışık bu işin ucu casusluğa kadar gider" demişti. Casusluk temeline dayanan iddialar iki çeşitti. Birincisi, Haşmet ve Neşet Naci Bey, birlikte casusluk yapıyorlardı, bunun karşılığı Sovyetler'in ödediği paradan Haşmet payını alamadığı için cinayet işlemişti. İkincisi ise çok uzun yıllar sonra Neşet Naci'nin oğlu Ahmet Ali Arzan'dan geldi. Bu iddiaya cevap niteliği de taşıyordu: Babası, hekimlik yaptığı Sovyet elçiliğinde Haşmet'i görmüş ve Haşmet'in konumu nedeniyle elde ettiği askeri sırları onlara verdiğini anlamıştı. Genelkurmay Başkanı'nın oğlunun casus olduğunun ortaya çıkması ülkeyi karıştıracağı için babası susturulmuştu. Bu iddianın zayıf tarafı ise Sovyetler'in bu tarz bir hata yapma ihtimalinin zayıf olması ve Haşmet'in göz göre göre elçilik binasına gitmesinin akla yatmamasıdır. Bu sözlerin sahibi Ahmet Ali Arzan, artık Kimya Mühendisi olmuş, ODTÜ'deki akademisyenlik sonrası da TSKB Genel Müdürü olarak en üst düzeyde yöneticilik ve TÜBİTAK Bilim Kurulu Üyeliği yaptı. Acılı eş Nilüfer Hanım, ABD'deki tedavi sonrası avukat babası Burhanettin Erman'ın Kadıköy'deki evine yerleşti. Cinayetle ilgili olarak bir daha hiç konuşmadı ve gazetecilerle görüşmedi. 1951'de Nihat Ongun'la Kızıltoprak'taki köşkünde evlendi. Üçüncü evliliğini ise dönemin tanınmış hekimlerinden olup, 1979'da vefat eden Dr. Ertuğrul Başsipahi'yle yaptı.
VERiLEN CEZALAR
Bolu'daki mahkeme de kısa sürdü ve karar 16 Kasım 1946'da açıklandı: Haşmet Orbay, ölüm cezası; Reşid Mercan ise 10 yıl ağır hapis cezası aldı. Cinayeti Haşmet'in taammüden işlediğine, Reşid'in de ona yardım ettiğine hükmedilmişti. Ancak Yargıtay bu kararı 13 ayrı noktadan bozdu. En önemli gerekçe de "suçun sebep ve saiki belli olmamasına rağmen taammüden denemez" ifadesiydi. Yani Haşmet Orbay'a idam cezası veremezsiniz çünkü cinayetin sebebi belli değil diyordu.
HERKES MEMNUN
Bolu'da tekrar yargılama başladı, Yargıtay kararında belirtilen eksik hususlar tamamlandı, yeniden olay yerinde tatbikat yapıldı derken bu fasıl da bitti ve 12 Temmuz 1948'de yeni karar açıklandı: Haşmet Orbay 18, Reşid Mercan ise 9 yıl ceza aldılar bu kez. Başkan okuduğu hüküm şöyle başlıyordu: "Sebebi katiyetle anlaşılamayan bir sebepten dolayı..." Bu karardan ikisi de memnundu, mahkeme heyetine teşekkür ettiler ve dava bitti. Reşid Mercan, 1950'de çıkan afla salıverildi. Haşmet Orbay ise Reşid'in tahliyesinden 1,5 yıl sonra çıktı. Haşmet Orbay'ın cezaevi hayatı da bir ilginçti zaten, cezaevinde arkadaş olduğu eski İstanbul Valisi Haydar Yuluğ'un oğlu Merih Yuluğ'la beraber ne kanun ne de nizam takıyordu. Bolu'dan nakledildiği İmralı Cezaevi'nin görece rahat koşullarında sık sık İstanbul'a geliyor hatta sahil kahvehanelerinde tavla oynuyordu. Cezaevi sonrası Reşid Mercan önce Ankara'ya yerleşti, sigortacılık yaptı ve sonra da hayatın kalabalığı içinde kayboldu gitti. Haşmet Orbay ise dağcı, fotoğrafçı ve turist rehberi oldu. Eşi Muazzez Hanım'la birlikte tutuldukları kumar illetinde sık sık polis baskınlarına yakalanıyorlardı. Bir diğer tutkusu da ruh çağırma seanslarıydı. En son da su üstünde yürüme gösterisiyle basında yer aldı. İki "kader arkadaşı" cinayet düğümü çözülemeden öldü. Bence bu davayı özetleyen tek bir cümle vardır. Bolu'daki Mahkeme Başkanı, sık sık kendisine haksızlık yapıldığını, başından itibaren adil yargılama yapılmadığını söyleyen Reşid Mercan'a "O zaman şikâyetçi olsaydın" demesi üzerine Reşid'in verdiği cevaptır: "Kimi, kime şikâyet edeceksiniz!" Not: Konu hakkında çekeceği belgesel nedeniyle biriktirdiği değerli bilgilerini benimle paylaşan ve kaynak sağlayan aziz dostum Gazeteci-Yazar Yaşar Taşkın Koç'a teşekkür ederim.