İslâm bize ne kazandırdı?

Kaynak GAZETE
Giriş Tarihi :24 Ağustos 2011
İslâm bize ne kazandırdı?

İÇİNDEKİLER

Müslüman olarak yaşamak ve can vermek isteyen her fert, şu sualleri kendi vicdanına tevcih etmek mecburiyetindedir:
İslâm bana ne kazandırdı?
Müslüman olmasaydım, kaybım ne olacaktı?
Halen İslâm Dini'nin hayatımdaki müspet rolü nedir?
Evet, her Müslüman bu sualleri kendi vicdanına yöneltecek ve cevap almaya çalışacaktır.
Ruhî buhranlarımız, iktisadî (ekonomik) bunalımlarımız, ahlâkî çöküntümüz, ilmî ve teknik alandaki geriliğimiz bu türlü tefekkürü gerekli kılmaktadır.
Bu noktadan hareket etmedikçe ne ferdî durumumuzu teşhis ve tedavi, ne de içtimaî (sosyal) durumumuzu tespit ve tanzim edebiliriz.
Evet... İslâm bize ne kazandırmıştır?
Gerçekten İslâm, kişisel ve toplumsal hayatımızı kuşatan inanç ve yaşam kurallarıyla bizlere, ruhî hayatımızı tatmin, maddî hayatımızı tanzim edecek mükemmel bir nizam sunmuştur.
Biz bu nizama inanmakla Hak'la mümtaz bir sınıfın bahtiyarları olmak konumundayız. Çeşitli batıl sistemlerin bağlıları, materyalistler, Hıristiyanlar, Mûsevîler, dünyâ ile âhireti birleştiren, insanı maddî ve manevî yapısıyla değerlendiren, fert, aile ve toplum münâsebetlerini gerçekçi biçimde düzenleyen, doğal çevremizi hizmetimize sunulmuş Allah'ı anan varlıklar olarak bize tanıtan, hülâsa insanlık hayâtını inançtan ahlâka, ekonomiden siyasete her yönüyle kuşatan böyle bir nizâmın imanlıları olmak nimetinden yoksundur.
Gerçek bu olmasına rağmen "İslâm bize ne kazandırmıştır?" suâline neden müspet bir cevap verebilecek durumda değiliz?
Yürekten ve de açık bir dille ifade ve itiraf etmeliyiz ki; bizler, imanımızı ruhlarımıza sindirememişiz, hayatımızı inandığımız ilâhî düzene göre tanzim edememişiz. Öz deyimle niçin ve neden inandığımızın şuurundan yoksunluğumuzun tabîi neticesi olarak ameli hayatta İslâmlaşamamışız.
Kayıtsız şartsız mutlak hâkimiyetin Allah'ta olduğunu ve hayatın O'nun emirlerine göre yaşanması gerektiğini sürekli bir şekilde talim etmesi için farz kılındığı şuurundan gafletle kılınan namazlar, sosyal adaleti iman ve ibâdet görevi haline getiren önemi bilinmeden ve vicdanî hazzı duyulmadan gelenek çizgisinde verilen zekâtlar, kişisel, sosyal ve evrensel hedefleri kavranmadan tutulan oruçlar ve yapılan haclar… Bütün bunlar bir tarafa, cemiyetimizde, İslâm, kabul ettiğimiz toplum düzenimiz tarafından dirilerin hayat dini olmaktan çıkarılmış, ölülerin merasim dini haline getirilmiştir.
Neticede, bizler, kafamıza göre inanmışız, İslâm'a göre mü'min olmamışız ki İslâm bizi yar ve ağyarın kabul ve tasdik edebileceği ölçüde yüceliğe erdirmiş olsun.
Buyurunuz, Hucurât Sûresi'nin 15. âyetinde sunulan gerçek mü'minlerin portresini beraberce izleyelim.
Rabbimiz şöyle buyuruyor: "Gerçek mü'minler ancak Allah'a ve O'nun Peygamberine inanırlar. Sonra da (inançları doğrultusunda yaşamaları gerektiğini kabulde) şüpheye düşmezler. Bu yolda mallarıyla ve canlarıyla cihâd ederler/gayret gösterirler. İşte yaşayışlarıyla imanlarını doğrulayan gerçek mü'minler onlardır."
Anlamını sunduğumuz âyeti kerîmede çizilen mü'min portresini izlerken, aşağıda özetlediğimiz suallerin çizdiği doğrultuda düşünmeli, "İslâm bize ne kazandırmıştır?" sorusuna, gerçeği yansıtacak bir cevap bulmaya çalışmalıyız.
Bizler, imanımızın gereği olarak hayatımızı rehberliğinde tanzim etmemiz gereken Kur'ân ve Sünnet kaynaklarını tanımaya çalışıyor, yabancı ve istilâcı batıl kültürlere karşı İslâm kültürü ile kendimizi güçlendirebiliyor muyuz?
İslâm Dini'nin değişmez ve değiştirilemez nitelikteki emirleri ve yasaklarının yönetiminde mânevî bir asker ruhuyla yaşayan disiplinli bir mânâ eri olabiliyor muyuz?
Allah'a ve Ahiret Günü'ne olan imanımızla hayata olgun bir mü'min mantığıyla bakabiliyor, ferdî, ailevî ve sosyal hayatımızı ibâdet aşkıyla yaşayabiliyor muyuz?
Bir gayri müslimden çok daha istikrarlı bir ahlâk ve fazilet adamı, şuurlu, kararlı bir düzen insanı olabiliyor muyuz?
Dînimiz, "İnsanların en hayırlısı, insanlara en çok faydalı olandır" ölçüsünü koyarak İslâmî değerimizi insana yönelik sosyal hizmetlerimizle irtibatlandırırken, dışımızdaki insanlardan daha atılımcı bir toplum insanı olabiliyor muyuz?
İnancımız bizi, ahlâkta, ilimde, fikirde, sanatta ve ticârette her geçen gün gelişmek isteyen ilerici ve hamleci bir ruhun sahibi kılabiliyor mu? Aklını biraz olsun kullanabilen insanların bile şiddetle kaçınmaya çalıştıkları örneğin içki, kumar ve zinadan, yalandan, sömürücü faizden ve haklara tecavüzden imanımızla korunabiliyor muyuz?
İslâm Dini'nin imanlısı olarak, insanları iyiye, güzele ve doğruya davet edebiliyor, kötülükler ve çirkinliklerden sakındırabiliyor muyuz? Bunun için hayırlara çağıran sivil toplum örgütleri oluşturabiliyor ve geliştirebiliyor muyuz?
İslâm'a bağlılığımızla fabrikalarımıza ve işyerlerimize ayrıcalık kazandırabiliyor, inancımızı âdil ücret ödeyerek, sağlam ve güzel üretim yaparak gösterebiliyor muyuz? Âmir-memur, idareci-vatandaş, öğretmen-öğrenci, evlât-ebeveyn, üretici-tüketici, işveren-işçi, alıcı-satıcı vs. olarak kendi nefsimiz için istediğimizi diğer mü'min kardeşlerimiz için de isteyebiliyor muyuz?
Yukarıda müşahhas (somut) örnekler halinde ancak bir kısmını sunabildiğimiz ve her biri bir Kur'ân ve Sünnet kuralı icabı yapılması gereken vazifelerimizi yaparak veya yapmaya çalışarak inandığımız İslâm düzenini aile yuvasında, büroda, fabrikada, mektepte, kışlada ve her yerde yaşayabiliyor muyuz?
Bütün bu suallere olumlu bir cevap verebiliyorsak, gerçek mü'miniz. Hakikî mü'min olduğumuz sürece de İslâm Dini'nin bize kazandırdığı maddî ve manevi değerlerin hazzı ve mutluluğu içerisinde kazançlıyız.
Eğer müspet (olumlu) bir cevap veremiyorsak, İslâm Dini'ni bu ilâhî düzenin istediği şekilde yaşayan bir mü'min değiliz ki İslâm, ruh dünyamızı aydınlatsın, ahlâk ve fazilet değerleriyle donatsın ve bizi manâ doruğumuza kaide olabilecek güçlü eserlerin mucidi ve sahibi kılabilsin.
Aziz Okuyucum!
Katiyetle bilmeliyiz ki, bizi haklar ve hürriyetlere saygıda, ahlâkta, ilimde, teknikte, sanatta, ticarette geliştiremeyen Müslümanlığımız, dünyamız gibi âhiretimizi de mutlu edemeyecektir.
Peygamberimiz ne güzel buyurmuşlardır: "İman; arzularla ve dışa dönük süslenmelerle gerçekleşmez. O, kalpte kökleşmesiyle, yaşayışın da onu doğrulamasıyla vücut bulur."
Evet, olgun ve mesut bir Müslüman olarak yaşamak, Cennet'i hak kazanmış, mü'min olarak can vermek isteyen her fert, her zaman, her yerde ve her vesîle ile "İslâm bana ne kazandırmıştır?" sualini vicdanına yöneltecektir. Olumlu bir cevap alabilmek için de İslâmî görevlerini yapmada tam bir aşk, azim ve sabırla çırpınacaktır.
İmanımızı inkılâba dönüştürmedikçe, hak, hayır, tekâmül ve mutluluk çığırı açılmayacaktır.
Sözü Kur'ân'a bırakıyorum: "İman edip de (Allah'ın ve Peygamberinin emirleri ve yasakları doğrultusunda) güzel ameller yapanlar yok mu? Ne mutlu onlara. Nihayet dönülüp gidilecek güzellikler yurdu Cennetler de onlarındır."