Onu diğerlerinden farklı zannedersiniz.
Gönlünüzü açarsınız, buyur edersiniz.
Gözleri öyle güzel şeyler söyler ki, inanırsınız.
Dilinden dökülenler yeminlidir, tutacağını sanırsınız..
Sizin içinizdeki çocukla, onun içindeki çocuk bir yerlerden tanışık çıkar. Birbirlerini severler.
Birden iki kişilik atmaya başlar kalbiniz.
Irmaklar çılgınca akmaya başlar.
Aşk şarkıları, şiirler, iz bıraktığınızı zannettiğiniz sahiller...
Ve teslim olacak kadar güven duygusu. Çırılçıplak sevmek gibi...
Güneşin neden doğduğunu, gecelerin neden bu kadar güzel olduğunu düşünürsünüz bir an.
Zamanın sizin lehinize işlediğini sanırsınız.
Sonra bir bakarsınız ki, her şey buhar olup uçmuş. İnandığınız bütün değerler tuzla buz.
Yarattığınız dağ devrilmiş.
Kim bilir kimler konmuş yerinize. Ve siz bir hayal çemberinin içinde, yapayalnız kalmışsınız.
Bir satranç oyunudur hayat.
Karşınızdaki mat etmeyi seviyorsa, size düşen yenilmeyi kabul etmek.
Ve kimseden bir farkınız olmadığını öğrenip, sessiz sedasız gitmek.
Yüreğinizdeki "affedilmeyenler listesinde", birinin daha ismi olmuşsa, ne olmuş yani. Bunların sizden başkasının umurunda olduğunu mu sanıyorsunuz?
Ben derim ki, canınız sağolsun.
Sizin tek kusurunuz inanmak.
Aptalca inanmak hem de...
Bundan sonra siz siz olun, yüreğinizdeki boşluğu, başka şeylerle doldurun.
Aşk size göre değil. Çünkü siz bana benziyorsunuz!