Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) dış politikasının belirleyicisi olan Abu Dabi liderliği, 2010'dan bu yana rejim güvenliği gerekçesiyle Orta Doğu'da müdahaleci dış politikasıyla ön plana çıkıyor. Bu minvalde Abu Dabi, 2014 sonrasında Libya'da darbeci general Halife Hafter'in gayrimeşru güçlerine ve 2018 sonrasında ise Suriye'de Beşşar Esed rejimine finansal ve askeri desteğini artırdı, Yemen'in toprak bütünlüğünü jeopolitik hedefleri doğrultusunda zedeledi. Son dönemde Türkiye'nin Suriye'de terörle mücadele ve insani diplomasi kapsamında artan angajmanları ve Libya'da Başbakan Fayiz es-Serrac ile temasları sayesinde ülkenin toprak bütünlüğünü sağlamaya yönelik politikaları sonucunda BAE'nin hedefinde olduğu söylenebilir. Fakat BAE'nin hamlelerinin, ülkenin uzun dönemli güvenlik garantilerinin birincil sağlayıcısı olan Batılı ortağı ABD'yi rahatsız etmeye başlamış olduğu ifade edilebilir.
Orta Doğu'da yeni bir düzen tahayyülünü askeri müdahalelerle gerçekleştirmeye çalışan Abu Dabi liderliğinin Veliaht Prens Muhammed bin Zayid, Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayid, Dışişlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Enver Gargaş ve Washington Büyükelçisi Yusuf el-Uteybe aracılığıyla dış politikasını meşrulaştırmaya çalıştığı gözlemleniyor. Bu isimlerin yanına, Muhammed bin Zayid'in kardeşi BAE Ulusal Güvenlik Müsteşarı Tahnun bin Zayid ve yardımcısı Ali eş-Şemsi de eklenebilir.
Abu Dabi'nin 1990'lı yıllarda ABD liderliğinde gerçekleştirilen Barışı Destekleme ve Koruma operasyonlarındaki gösterişsiz rolünü bırakıp agresif bir dış politikaya yönelmesi, bunun sonucu oarak Suriye, Libya ve Yemen gibi çatışma bölgelerindeki kaos ortamlarını daha da derinleştirmesinin ABD'yi de rahatsız etmeye başladığını söyleyebiliriz. Bu doğrultuda Abu Dabi'nin son dönemde araçlarını çeşitlendirip amaçlarını yenilediği dış politikasının müdahaleci karakteri, yakın gelecekte ABD'nin BAE'ye olan mali, askeri ve söylem düzeyindeki desteğinin en azından dönemsel olarak kesintiye uğramasına dahi sebep olabilir.
ABD, Libya'da Rusya ile birlikte hareket eden, Suriye'de Esed rejimine destek olan ve Yemen'de meşru yönetimin altını oyan faaliyetlerde bulunan BAE'nin politikalarından duyduğu rahatsızlığı açıkça ifade etmeye başladı.
BAE'NİN POLİTİKALARI VE ABD'NİN VİZYONU
1990 yılından itibaren savunma ve güvenlik alanında işbirliklerini artıran ABD ile BAE, 2018 yılında ABD'nin 14,5 milyar dolar ticaret fazlası verdiği, toplamda 24,5 milyar dolarlık bir ticaret hacmine sahip. BAE, ABD'nin 50 eyaletini kapsayan yoğun bir ticari ilişki ağına sahip. Bunlar arasında Teksas, Washington ve New York eyaletleriyle daha yoğun ticari ilişki içinde olan BAE, madeni ürünler, nükleer teknoloji, makine-kimya endüstrisine ait araçlar, tarım gereçleri ve benzeri ürünleri yüksek oranda bu eyaletlerden temin ediyor. Olası bir ABD-BAE gerginliği durumunda BAE'nin farklı ABD eyaletlerine farklı seviyelerdeki bağımlılığı sonucu, söz konusu ithalat kalemlerini temin etmesi zorlaşacak ve BAE'nin Batılı ülkeler nezdinde zedelenmiş imajının daha büyük bir darbe alması da söz konusu olabilecek. BAE uzun bir dönem boyunca siyasi ve askeri ilişkiler bakımından da ABD'nin Orta Doğu vizyonunu tehdit eden bir aktör olmamış, aksine, çıkarlarını ABD ile uyumlu hale getirme yoluna gitmiştir. Bu nedenle ilişkilerdeki olası bir gerginlik sadece ticari ilişkileri değil, BAE dış politikasının üzerine inşa edildiği fikirlerin yeniden düşünülmesini gerekli hale getirecektir.
Abu Dabi müdahaleciliğinin Washington'ı iki noktada rahatsız etmeye başladığı söylenebilir. Abu Dabi, dış politikadaki hamleleriyle Birleşmiş Milletler (BM) gibi uluslararası kurumlarının itibar kaybetmesine sebep oluyor ve ABD'nin Orta Doğu'daki çatışma bölgelerine yönelik politikalarına ket vuran ekonomik faaliyetler gerçekleştiriyor. BAE'nin Libya, Suriye ve Yemen'de kaosu derinleştiren faaliyetleri ABD'yi rahatsız etmeye başlamışken, Abu Dabi'nin Ankara'yı sürekli ve mesnetsiz eleştirilerle hedef almasının da ABD'nin tepkisini çekeceği öngörülebilir.
LİBYA VE YEMEN MÜDAHALELERİ
BM başta olmak üzere uluslararası örgütlerin itibar kaybına sebep olması bağlamında Abu Dabi'nin, BM Güvenlik Konseyi'nin 2011 yılında uygulamaya koyduğu silah ambargosunu Hafter milislerine gönderdiği silah transferleriyle delmesi açık bir örnek olarak gösterilebilir. Halife Hafter'e siyasi desteğini ve Hafter milislerinin askeri kapasiteyle donatılmasını Libya'da "siyasal çözüm" adı altında meşrulaştırma çabasında olan BAE, kapsayıcı siyasal çözüme ulaşılmasını sağlayabilecek uluslararası örgütlerin bu amaca matuf girişimlerini sonuçsuz kılma amacını güdüyor. BM'nin yanında, siyasal çözümün gerçekleştirilebileceği diğer uluslararası platformlarda Hafter'in sergilediği tutarsız tavırların, başlıca destekçisi olan Abu Dabi'nin telkinleriyle doğrudan alakalı olduğu daha önceden ortaya konulmuştu. Hafter'e verilen desteğin yanında, BAE'nin Libya'da Rusya ile geliştirdiği stratejik işbirliğinin ABD'yi kenara itmeyi amaçladığı da ifade edilmeli.
BAE, Yemen'de ise BM tarafından tanınan Cumhurbaşkanı Abdurabbu Mansur Hadi'nin otoritesini destekleyen koalisyona dahil olmasına karşın Yemen'in toprak bütünlüğünü zedeleyen faaliyetlerde bulunuyor. Halihazırda ABD Kongresi birçok defa, yol açtığı yıkıcı sonuçlar nedeniyle BAE'nin dahil olduğu koalisyonun faaliyetlerine destek verilmemesi yönünde görüş bildirdi. Nitekim, ABD'nin Yemen'de terörle mücadele operasyonlarının hedeflerinden olan Arap Yarımadası El-Kaidesi üyelerinin bir şekilde Batı menşeli silahlara BAE üzerinden ulaştığı da Uluslararası Af Örgütü tarafından hazırlanan raporda açıklanmıştı. ABD'nin El-Kaide terör örgütünün en tehlikeli uzantısı olarak nitelendirdiği bu örgütün BAE politikaları sonucunda Batı menşeli teçhizatları ele geçirmesi, ABD'nin BAE ile terörle mücadele konusunda işbirliğini yeniden değerlendirebileceği anlamına gelebilir.
SURİYE İLE NORMALLEŞME ÇABALARI
BAE, Libya ve Yemen'in yanında Suriye'de, Beşşar Esed rejimiyle 2018 yılında Şam Büyükelçiliği'nin tekrar açılması vesilesiyle ilişkilerini sıkılaştırdı. Ekonomik ilişkilere bakıldığında, Abu Dabi'nin Şam'a gıda ve tıbbi malzeme yardımı yaptığı ve Suriye'nin yeniden yapılandırılması kapsamında Şam'daki kamu binalarının, elektrik santrallerinin ve şehirdeki su şebekelerinin yenilenmesini üstleneceği ifade edildi. Bunun yanı sıra Abu Dabi-Şam ilişkilerindeki normalleşmenin askeri ve güvenlik boyutları çerçevesinde, rejim pilotlarının yeteneklerinin geliştirilmesi için Abu Dabi'nin batısında Al-Ayn'da yer alan askeri akademiye gönderildikleri belirtiliyor.
Esed rejimini diplomatik çözüme zorlamak amacıyla, Haziran 2020'de ABD'de yürürlüğe giren Sezar Suriye Sivil Koruma Yasası kapsamında BAE ile ilişkili kişi ve kurumların da yaptırımlara tabii tutulabileceği, ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey tarafından belirtilmişti. Nitekim, BAE vatandaşlarının Şam rejimiyle ekonomik ilişkilerinin yanında, Dubai ve Şarika emirliklerindeki şirketlerin, 2011'de başlatılan ABD yaptırımlarına rağmen Şam rejiminin hava kuvvetlerine ve rejimin, kontrolündeki bölgelerdeki internet servislerini yönetmesine imkân sağlayacak kapasiteleri temin ettiği belirtiliyor. Bunun yanında ABD makamlarının uyarılarına rağmen BAE'li 40 şirket, Ağustos 2019'da düzenlenen 61. Uluslararası Şam Fuarı'na katıldı.
ABD'nin Suriye'de Abu Dabi liderliğinin izlediği politikadan duyduğu rahatsızlık sadece Sezar Yasası ile gündeme gelmedi; Mart 2020 tarihindeki Moskova Mutabakatı görüşmeleri sırasında da bu durum açıkça ortaya çıktı. Mart ayında Ankara ile Moskova arasında görüşmeler sürerken, Abu Dabi'nin Ulusal Güvenlik Müsteşarı Yardımcısı Ali eş-Şemsi aracılığıyla Beşşar Esed'e İdlib Ateşkesi'ni bozması karşılığında ödenmesi planlanan 3 milyar doların ilk kısmı 250 milyon doların ödendiği ortaya çıktı. Bu gelişmeden haberdar olan ABD'nin net bir şekilde Abu Dabi'nin planlarına karşı olduğu belirtilmişti. Fakat Moskova Mutabakatı sonrası dahi Abu Dabi liderliği Suriye'deki yıkıcı faaliyetlerine devam ederek 3 milyar doların üçte birinin ivedi bir şekilde ödenebileceğini ifade etti.