Enerjide tam bağımsızlığın fitilini Berat Albayrak ateşledi bugün meyvelerini yemeye başladık: Türkiye enerji piyasasında söz sahibi olacak
Berat Albayrak'ın Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı olduğu dönemde enerjide tam bağımsızlık için yaptığı hamlelerin bugün meyvelerini verdiğini söyleyen Sabah gazetesi yazarı Dilek Güngör, "Türkiye Albayrak'ın bakanlığı döneminde enerjide bağımsızlığın fitilini ateşledi. Bugün o dönemdeki yapılanların ülkece meyvelerini yemeye başladık. Bayraktar'ın bakanlığı döneminde ise tam bağımsızlık yolunda atılan adımları güçlendirmenin ötesinde bir vizyon çiziliyor. O da şu; dengelerin yeniden oluştuğu dünya enerji piyasasında Türkiye söz sahibi ülke konuma geçiyor" dedi.
takvim.com.tr
Giriş Tarihi :10 Kasım 2023 , 07:24Güncelleme Tarihi :10 Kasım 2023 , 07:33
Türkiye'nin enerji bağımsızlığının yolu Berat Albayrak'ın Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı olduğu dönemde açıldı. Doğu Akdeniz'de sondaj çalışmaları, Karadeniz'de petrol arayışı bu yolun en önemli iki hamlesiydi.
2016 yılından sonra ekonomik bağımsızlığın enerji bağımsızlığından geçtiğimi bilen kadrolar işbaşı yapınca her şey lehimize işlemeye başladı. Konuyu köşesine taşıyan Dilek Güngör, "Türkiye Albayrak'ın bakanlığı döneminde enerjide bağımsızlığın fitilini ateşledi. Bugün o dönemdeki yapılanların ülkece meyvelerini yemeye başladık" dedi.
İşte Güngör'ün o yazısı:
Bugün yanı başımızda yaşanan Ortadoğu'daki savaşı düşünün. Her ne kadar son dönemde İsrail tarafının sürekli Tevrat'tan alıntılar yapması hatta açık açık söylemleri göz önüne alındığında savaş din savaşı gibi görünse de altında enerji güvenliğinin olduğunu da görmemiz gerekiyor. Zira, Rus gazına alternatif olarak görülen Akdeniz gazı ABD'li ve Batılı ülkeler için kritik düzeyde... Hele hele geçtiğimiz yıl başlayan Rusya-Ukrayna savaşından sonra... Dolayısıyla Birinci Dünya Savaşı'ndan itibaren dünya üzerinde yaşanan çatışmaya varan krizlerin çoğunun, doğrudan veya arka planında gelişmiş devletlerin enerji maddelerine sahip olma veya enerjinin nakledildiği güzergâhların güvenliğinin sağlanması olduğu gerçeği ortadayken, Türkiye'nin enerjide tam bağımsızlık hedefiyle yola çıkmasının ne kadar kritik olduğunu anlayabiliyor musunuz? Malumunuz, Türkiye 21 yıldır enerjide Cumhurbaşkanı RecepTayyip Erdoğan liderliğinde çok önemli reformlar yaptı. Bu dönemi ikiye ayırmak gerekirse ilk yıllarda piyasa serbestleştirildi, düzenlendi. Bu alana 100 milyar dolar yatırım çekildi. Ancak 2016'dan sonra sessiz bir devrim yaşandı. Bir ülkenin tam bağımsızlığından bahsetmek için ekonomik olarak bağımsız olması gerektiğini, bunun da yolunun enerji bağımsızlığından geçtiğini bilen kadrolar işbaşı yaptı.
Berat Albayrak ve Alparslan Bayraktar 'Milli enerji ve maden politikası'nı şekillendirdi. Bugün Albayrak bakanlıktan ayrılmış olsa da onunla birlikte stratejiyi belirleyen Bayraktar görevde... Geçtiğimiz gün A Para'da 'Ekonomi Masası'nda Özlem Doğaner ile konuğumuzdu Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar... Yeni dönemde yapacaklarını anlattı. Bir cümlesi dikkatimi çekti. Bayraktar ve ekibi Türkiye Yüzyılı'nı enerjinin yüzyılı yapmak için yeni bir strateji kurgulamış... Bu yeni strateji 2017'de yayınlanan, enerjinin 'Kırmızı Kitabı' diyebileceğimiz 'Milli enerji ve maden politikası'nı güncel gelişmelere göre yenileyen bir strateji...
Bakan çok detay vermedi. Ancak sözlerinin satır aralarından anladığım kadarıyla içinde yenilenebilir enerjiden enerji verimliliğine, nükleerden gaz ve petrole kadar daha önceki strateji belgesinde yer alan hususların tamamı var. Ayrıca, hidrojen, depolama teknolojileri ve dijitalleşme konularına da yer verilmiş... Bayraktar "Milli maden mücadelemiz başlıyor" diyerek bu alanda da seferberlik ilan edeceklerini söylüyor. Belli ki, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı yeni stratejinin merkezine madenleri koymuş... İkinci yüzyılda Türkiye'nin keşfedilmemiş hazineleri tek tek gün yüzüne çıkarılacak. Çıkarmanın da ötesinde Türkiye'nin önemli bir mineral kuşak üzerinde bulunmasına rağmen saf madenin ihracını yaparak elde ettiği geliri katma değerli ürünle daha da artırmanın peşine düşmüş...
Bunlar kulağa hoş gelen şeyler... Bakan Bayraktar, önümüzdeki günlerde yeni stratejiyi kamuoyuna açıklayacak. Ben de merakla bekliyorum. Şunun altını çizerek bitireyim... Türkiye Albayrak'ın bakanlığı döneminde enerjide bağımsızlığın fitilini ateşledi. Bugün o dönemdeki yapılanların ülkece meyvelerini yemeye başladık. Bayraktar'ın bakanlığı döneminde ise tam bağımsızlık yolunda atılan adımları güçlendirmenin ötesinde bir vizyon çiziliyor. O da şu; dengelerin yeniden oluştuğu dünya enerji piyasasında Türkiye söz sahibi ülke konuma geçiyor.
ENERJİDE BAĞIMSIZLIĞA GİDEN YOL BÖYLE AÇILDI Türkiye'nin enerjide bağımsızlığının önünü açan kritik hamleleri, Enerji ve Tabii Kaynaklar ile Hazine ve Maliye Bakanlığı görevlerinde bulunan Berat Albayrak'ın kaleme aldığı "Burası Çok Önemli" adlı kitapta çarpıcı anlatımlarla yer buldu. Albayrak, özellikle 2016 başlarında yapılan kritik bir toplantıdan hareketle, bakanlığı döneminde enerjide millileşme için atılan adımları, kimlerin nasıl engellenmeye çalıştığını çarpıcı örneklerle anlattı. Kitabın, "Artık Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak" ara başlıklı bölümünde enerjide millileşme hamlelerine yönelik sabotaj girişimlerine rağmen sergilenen kararlı tavır detaylıca anlatıldı:
Akdeniz'de malum ülkeler bizim kendi deniz alanlarımızın da bulunduğu bölgeleri parsel parsel ihaleye çıkarıp uluslararası şirketlere vermeye başlayınca acil toplantılar düzenledik. Bunlardan biri 2016 başında Müsteşar Yardımcımızın, Dışişleri Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı yetkililerinin katılımıyla yapıldı. Bu toplantıda çok enteresan şeyler yaşadık.
Doğu Akdeniz'de daha aktif olmamız gerektiğini, yoksa yarın kıyılarımızdan Akdeniz'e olta dahi atamayacak noktaya geleceğimizi dillendirdiğimizde; katılımcılardan bazıları Türkiye'nin bunu yapacak kapasitesinin, altyapısının, gemilerinin, gemileri alacak parasının olmadığını dile getirdi. "Bu yönde agresif bir politika uygularsak ABD ve AB'nin ne diyeceğini kestiremeyiz" şeklinde şiddetli itirazlarda bulundular. Biz ise Türkiye'nin kendi gemilerini alacağını, gerektiğinde deniz kuvvetlerimizin güvenlik için refakat edeceğini, kim ne derse desin Mavi Vatan'dan vazgeçmeyeceğimizi ifade ettik ve kesinlikle geri adım atmadık.
Gelin görün ki, çokça ibretlik ve dramatik bir şekilde toplantılardan kısa bir zaman sonra, 15 Temmuz'un hemen ertesinde, o itirazları yapan isimlerden bazılarının ihanet şebekesinin içinde olduğu ortaya çıktı. Doğu Akdeniz meselesinin özellikle bürokrasi nezdinde bilinçli olarak neden dar bir ekiple yönetilegeldiğini anlamış olduk. Gemilerin alınmasının ne kadar gerekli olduğunu biliyorduk, ancak başkaları da biliyordu. "Ülkeyi böyle saçma masraflara sokamazsınız ve sonunda yargılanırsınız" diye bürokrasi tarafından tehdit dahi edildik ama bunların hiçbiri kararlılığımızı engelleyemedi.
İlk gemimizi 600 milyon dolardan başlayan pazarlıklarla 154 milyon dolara Norveç'ten satın aldık. 200 milyon dolar olan bir kuyu maliyetinin bile altında aldık.
FATİH'LE YENİ BİR DÖNEM Kitapta, ilk geminin 2017'de geldiği ve neden Fatih ismi verildiği şu satırlarla aktarıldı: Türk gençlerine güvenin adı olarak yeni bir dönemin başladığını sembolize etmesi açısından gemimize Fatih ismini verdik.
BAĞIMSIZLIK İÇİN DAR GÖMLEĞİ YIRTMAK ZARURİ Kitaptaarama faaliyetlerinin kendi imkânlarımızla yapılmasının önemine dikkat çekildi: Hidrokarbon aramacılığında gerçekten bir iddia ortaya koymak istiyorsanız, size dayatılan dar gömleği yırtmanız, bağımsızlığı hedefliyorsanız mutlaka yeni bir oyun planı geliştirmeniz zaruridir. Yabancı firmaların kazdığı kuyular, yaptığı sondajlar sonucunda olmadığını söyledikleri petrol ve gazın peşine bizzat sizin düşmeniz ve bu zenginliğe sahip olup olmadığınızı kendi gözlerinizle görmelisiniz.
TÜM MÜDAHALELER İÇİN AKSİYON ALDIK Sabah'ta yer alan habere göre, kitapta, Türkiye'nin egemenlik haklarının çiğnetilmemesi için olağanüstü bir mücadele verildiği de şu sözlerle anlatılıyor: Türkiye'nin hak iddia ettiği bir parselde, Avrupalı bir firma, Güney Kıbrıs yönetimi ile sondaj çalışması başlattı. Bu konuda verilen görüşler eski düzenin devamı yönünde olunca "Bugün buna izin verirsek, yarın milli bir enerji politikasını bu coğrafyada uygulayamayız" dedik ve gerekli tüm müdahaleler için aksiyon aldık. O günden sonra bir daha da kimse bizim hak iddia ettiğimiz alanlarda elini kolunu sallayarak hareket edemedi.
Kitabın "Artık Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak" adlı bölümünde gemilerin alınma süreci ve yaşanan zorlukları detaylı şekilde anlatan Albayrak şu ifadeleri kullandı:
Enerji en önemli meydan okuma alanı ise, bu alanın en zorlu kısmını hidrokarbon aramacılığı teşkil ediyor dersek yanlış olmaz. Dünyanın en büyük firmalarının, dev kamu şirketlerinin yer aldığı, küresel siyasette net belirleyici faktör olarak kabul edilen hidrokarbon aramacılığında gerçekten bir iddia ortaya koymak istiyorsanız, size dayatılan dar gömleği yırtmanız, bağımsızlığı hedefliyorsanız mutlaka ama mutlaka yeni bir oyun planı geliştirmeniz zaruridir. En başta da uzun yıllardır yabancı firmaların kazdığı kuyular, yaptığı sondajlar sonucunda bu ülkede olmadığını söyledikleri petrol ve gazın peşine bir de bizzat sizin düşmeniz ve bu hidrokarbon zenginliğine sahip olup olmadığınızı kendi gözlerinizle görmeniz gerekir.
Göreve geldiğimizde, kara sahası üzerinde maden ve hidrokarbon arama üretim çalışmalarında tecrübeye sahip bir konumdaydık. Ancak yabancı firmalardan hizmet alma, onların tecrübelerini olgu olarak kabul etmenin dışına çıkmadığımız, hiçbir tecrübeye sahip olmadığımız önemli bir alan vardı; o da denizlerde bu faaliyetlerin yapılması.
Hidrokarbon anlamında potansiyel vadeden iki denizimiz var. Birisi hiçbir paylaşım kavgasının, tartışmanın olmadığı Karadeniz, diğeri ise bize karşı adeta dayatmaların, sınamaların merkezi haline gelmiş olan Akdeniz. Evet Karadeniz, kıyısı olan ülkelerin bir araya gelerek yaptıkları anlaşma ile tüm ülkelerin münhasır ekonomik alanları belli olduğu için sorunsuz ve tartışmasız bir alan. Fakat Akdeniz'de Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi'nin yıllardır şımartılması, uluslararası hukukun işletilmemesi sorunu büyüterek bugünlere kadar getirdi.
Yıllarca özellikle Deniz Kuvvetlerimizin ve Türkiye Petrolleri'nin yaptığı çalışmalarla ruhsatlandırdığımız bölgeler var, buna ihtilaflı sahalar da dâhil. Her ne kadar uluslararası hukuk anlamında haklı olsak da ne hikmetse, birçok platformda Türkiye'nin tezleri reddediliyordu. Bunun en büyük nedeni de Türkiye'nin bu kaynakları keşfetme ve çıkartma noktasında bir kararlılık ve caydırıcılık ortaya koyamamasıydı.
Meseleyi bambaşka bir boyuttan ele almamız gerektiğine inandık ve bu çerçevede adımlar attık. Denizlerimizdeki hakkımız olan alanlarda, hidrokarbon arama üretim faaliyetleri konusunda önceki tecrübelerden de dersler çıkararak gerekli çalışmaları yapmak kaçınılmaz bir görev olarak önümüzde duruyordu. Bir tarafta Türkiye'nin ruhsatlandırdığı alanlarda Türkiye'ye hizmet vermeye yanaşmayan uluslararası şirketler, diğer tarafta çoktan keşifleri yapmış, hatta Türkiye'nin münhasır ekonomik bölgesini de ihlal ederek çalışmalar yürüten ülkeler vardı. Bunu dikkate alarak kendi münhasır ekonomik bölgemize sahip çıkacak adımları atmamız, yapacağımız arama üretim faaliyetleri ile ülkemiz ekonomisine katkıda bulunmamız ve cari açığı azaltacak faaliyetleri gerçekleştirmemiz elzemdi.
Bir örnek verecek olursak... Bu meselenin geçmişte bir "Milli Enerji Meselesi" olarak ele alınmadığı ortadaydı. Düşünün ki geçmişte bu alanda atılacak adımlara Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı değil, Dışişleri Bakanlığı içerisinde orta düzeyli bir daire karar veriyordu. Oysa dönemimizde bu konu Milli Enerji Maden Politikamızın en önemli konularından birisi olarak ele alındı.
Şimdi de ihlallere bir örnek verelim: Türkiye'nin hak iddia ettiği bir parselde, Avrupalı bir firma, Güney Kıbrıs yönetimi ile hareket ederek bir sondaj çalışması başlattı. Bu konuda verilen görüşler eski düzenin devamı yönünde olunca biz, "Bugün buna izin verirsek, yarın milli bir enerji politikasını bu coğrafyada uygulayamayız" dedik ve gerekli tüm müdahaleler için aksiyon aldık. O günden sonra bir daha da kimse bizim hak iddia ettiğimiz alanlarda elini kolunu sallayarak hareket edemedi.
Meselenin bir iddia ortaya koymak, kendi hakkını savunmak gibi çok değerli taraflarının yanında daha da önemli bir yanı vardı: Kendi göbeğini kendin kesmek.
Önceki dönemlerden edinilen tecrübeler, bu işi kendi arama ve üretim gemilerimizle ve kendi insan kaynağımızla yapmamızı zaruri kılıyordu. Bu nedenle öncelikle kendi arama ve sondaj gemilerimizi edinmek için yola koyulduk. Bu işin başında dışarıdan bir engelleme çabası ile karşı karşıya kalacağımızı öngörüyorduk. Ancak ilk engelleme girişimini içeride yaşadık. Akdeniz'de malum ülkeler bizim kendi deniz alanlarımızın da bulunduğu bölgeleri parsel parsel ihaleye çıkarıp uluslararası şirketlere vermeye başlayınca acil toplantılar düzenledik. Bunlardan biri 2016 yılının başında bakanlığımızdan o zamanki Müsteşar Yardımcımızın, Dışişleri Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı yetkililerinin katılımı ile yapılan toplantıydı. Bu toplantıda çok enteresan şeyler yaşadık. Doğu Akdeniz'de daha aktif olmamız gerektiğini, yoksa yarın kıyılarımızdan Akdeniz'e olta dahi atamayacak noktaya geleceğimizi dillendirdiğimizde; o toplantıdaki katılımcılardan bazıları Türkiye'nin bunu yapacak kapasitesinin, altyapısının, gemilerinin, gemileri alacak parasının olmadığını dile getirdiler,"Bu yönde agresif bir politika uygularsak ABD ve AB'nin ne diyeceğini kestiremeyiz"şeklinde şiddetli itirazlarda bulundular. Biz ise Türkiye'nin kendi gemilerini alacağını, kendi gemileri ile bu faaliyetleri yürüteceğini, gerektiğinde deniz kuvvetlerimizin de güvenlik için refakat edeceğini, kim ne derse desin Mavi Vatan'dan asla vazgeçmeyeceğimizi ifade ettik ve kesinlikle geri adım atmadık.
Gelin görün ki, çokça ibretlik ve dramatik bir şekilde bu toplantılardan kısa bir zaman sonra, 15 Temmuz'un hemen ertesinde, o itirazları yapan isimlerden bazılarının ihanet şebekesinin içerisinden olduğu ortaya çıktı. Bu olay vesilesiyle, Doğu Akdeniz meselesinin özellikle bürokrasi nezdinde bilinçli olarak neden dar bir ekiple yıllardır bu şekilde yönetilegeldiğini anlamış olduk.
Gemilerin alınmasının ne kadar gerekli olduğunu biliyorduk, ancak bu gerçeği başkaları da biliyordu. Ekip arkadaşlarımız, planlama sürecinde "Ülkeyi böyle saçma masraflara sokamazsınız ve sonunda yargılanırsınız" diye bürokrasi tarafından tehdit dahi edildi ama bunların hiçbiri bizim kararlılığımızı engelleyemezdi, engelleyemedi de.
Vakit geçirmeksizin uygun teknik donanıma sahip gemileri tespit etmek için çalışmaları başlattık. Önceki dönemlerdeki fiyatlara göre döviz bazında yarı fiyatına hatta üçte bir fiyatına uygun gemileri ekibimizin sıkı ve hızlı çalışması ile tespit etme imkânımız oldu. Yine hızlı bir şekilde bu gemilerden birini ülkemize kazandırmak için görüşmeleri başlattık. En düşük maliyetle gemileri almayı istiyorduk. Bu doğrultuda doğru bir strateji ve müzakere yürütmek için ekibimizle çalışmalara başladık.
Petrol fiyatlarının düşük olduğu dönemde açık denizde arama üretim yapacak gemilerin fiyatlarının düşmüş olması da bize bu gemileri düşük maliyetle satın almamız için bir fırsat sunuyordu. İlk belirlediğimiz gemimizin sıfır fiyatı 800 milyon-1 milyar dolar arasında değişiyordu. Bu gayet temiz 4-5 yıllık en son nesil, sadece birkaç kuyu kazmış ve sahibi olan firmanın ekonomik kriz yaşaması sebebiyle satmak durumunda kaldığı bir gemiydi. 600 milyon dolar civarında rakamların telaffuz edilmesiyle başlayan pazarlıklarda kararlı bir duruş sergiledik ve yürütülen başarılı müzakere süreci neticesinde ilk gemimizi o günkü rayiçlerin çok çok altında 154 milyon dolara Norveç'ten satın aldık. Hatta finansman işlemlerini de hallederek bu ödemeyi 12 (4+8) yıllık bir vadeye yaydık. Bir deniz sondajı fiyatının yaklaşık 200 milyon dolar olduğu uluslararası piyasalarda, gemimizi bir kuyu maliyetinin bile altında almak gerçekten büyük bir başarıydı. Elbette bu bir ekip çalışmasının neticesiydi.
Ayrıca kendi gemilerimiz ve mühendislerimizle arama faaliyetlerini sürdürmenin, yerlileştirme çalışmalarımız sonucunda ekipman maliyetlerini düşürmenin neticesinde bugün Türkiye Petrolleri deniz sondaj maliyetini uluslararası ortalamanın onda biri düzeylere çekmeyi başarmıştır.
Tarih boyunca denizciliğin, denizlerde var ve güçlü olmanın medeniyetimiz için ne kadar önemli olduğunu, denizciliğin ticaretten güvenliğe kadar her alanda kapasitemize sağladığı katkıyı bilen bir millet olarak bir kez daha denizcilik alanında çok önemli bir iddiayı ortaya koymuş olduk. Böylesine önemli bir operasyonu 2017 yılında kısa zamanda başardık. 2017 yılının son günlerinde Norveç'ten yola çıkan gemi Kocaeli Dilovası'na geldi. Böylece, ülkemize ilk milli sondaj gemimizi kazandırdık.
İlk gemimiz, bizim için yalnızca satın alınmış bir aparat değildi. Bu bir fikir, bir inanç, bir ezber bozmaydı. "Yapamayız, edemeyiz" cümlelerine, estirilmek istenen olumsuz havaya sırtımızı döndük. Milletine, insanına, kendine ve her şeyden öte Türk gençlerine güvenin adı olarak yeni bir dönemin başladığını sembolize etmesi açısından gemimize Fatih ismini verdik.
Fatih derin deniz sondaj gemisi, 229 metre uzunluğunda, 36 metre genişliğinde ve 51 bin groston ağırlığa sahip. 2011 yılında Güney Kore'de inşa edilmiş 6. nesil üst seviye bir teknoloji ile donatılmış. Gemimiz, 12 km'den daha derin olan, dünyanın en derin çukuru Mariana çukurunda bile sondaj yapabilecek kapasiteye sahip. Aktif konumlandırma sistemi ile 6 metre yüksekliğindeki dalgalarda bile sabit olarak kalıp operasyonlarını düzenli bir şekilde yürütebiliyor.
Satın alma sonrasında gemimizin en kısa zamanda ülkemize getirilmesi ve arama üretim faaliyetine başlamaya hazırlanması için gerekli çalışmaları tamamladık. İstanbul Boğazı'ndan geçip Karadeniz'de belirlediğimiz sahaya ulaşabilmesi için demontaj ve montaj çalışmalarını yine kendi ekiplerimizle başarı ile yürüttük. Gerçekten de yüksekliği boğaz köprülerinin denizden yüksekliğinden fazla olan gemimizin demontajının kısa bir zamanda tamamlanabilmiş olması önemli bir operasyonel kararlılık ve başarı ile halledilmiş oldu.
"Milli Enerji ve Maden Politikası" kapsamında hedef olarak koyduğumuz denizlerdeki arama ve sondaj faaliyetleri hedefimize ulaşmak için 2018 yılında ikinci gemimiz olan Yavuz gemisini ülkemize kazandırdık. Fatih gemisi gibi 6. nesil ileri teknolojiye sahip olan Yavuz gemisi 230 metre uzunluğunda ve 36 metre genişliğinde.
Oluşturduğumuz politikalar kapsamında 2020 yılında filoya katılan üçüncü gemi, Kanuni sondaj gemisi oldu. Bu gemimiz 227 metre uzunluğunda 42 metre genişliğinde.
Sismik ve sondaj gemilerimiz ile ortaya koyduğumuz bu irade sadece hidrokarbon aramacılığında bir iddia üretmek değildi. Başlattığımız hamleler ile, "Mavi Vatan" söylemi ete kemiğe büründü.
Fatih gemimizin Temmuz 2020'de, Tuna 1 kuyusunda başladığı sondaj çalışmaları bir ay sonra meyvesini verdi. 21 Ağustos 2020 Cuma günü 320 milyar metreküp doğalgaz keşfi yapıldığı müjdesini vatandaşlarımızla paylaştık.
Fatih Sultan Mehmet Han'ın bizlere emaneti olan Ayasofya Camii'nin yeniden ibadete açılmasının üzerinden 40 gün dahi geçmeden envanterimizdeki üç sondaj gemimizden (Fatih, Yavuz, Kanuni) Fatih'in üstelik Karadeniz'deki ilk deniz sondajında tarihimizin en büyük gaz rezervini bulması oldukça manidardır!
Ekim ayında ise bu keşfe 85 milyar metreküp daha eklendi ve tespit edilen toplam rezerv 405 milyar metreküp seviyesine çıktı.
Bu ilk keşifler bize gösterdi ki, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Yeni keşiflerin, yeni müjdelerin çok yakın olduğundan emindik. Çok şükür, öyle de oldu. Çok daha büyük keşiflerin habercisi olan yeni bir doğalgaz keşfi Sakarya Gaz sahasında gerçekleşti. 135 milyar m3 'lük yeni keşfimiz 4 Haziran 2021 tarihinde yapılan açıklama ile paylaşıldı. Toplam rezerv 540 milyar m3 'e ulaştı.
Şu âna kadar bulunan toplam rezervin ekonomik değeri bugünkü gaz fiyatlarıyla 300 milyar doların üzerinde… Yalnız bu rezerv keşfi bile ülkemiz tarihinin hem stratejik hem de kârlılık anlamında en önemli yatırımına imza attığımızı gösteriyor. Biz halis bir inanç ile memleketimize hizmet gayesiyle hazırladığımız stratejiler, politikalar ve projeler ile bir sefere koyulduk, bize zaferi nasip eden Rabbimize şükürler olsun.
Şunu çok net ifade edebilirim ki, sadece Karadeniz'deki bu sahanın potansiyeli bile yıllık gaz tüketimi ortalama 55 milyar m3 olan Türkiye'nin, 2030 yılına kadar sadece mevcut ihtiyacını karşılamakla kalmayacak, ülkemizi gaz ihracatı yapabilecek bir noktaya taşıyacak. Bu da sahada trilyonlarca m3 'lük bir rezervin olduğu ve bunun da ekonomik değerinin trilyon doları geçebileceği anlamına geliyor.
2020 yılında Karadeniz'de ilk keşfimizi yapmamızla birlikte artık açık denizde arama ve üretim gemisi işletebilme ve doğalgaz keşfi yapma başarısı elde etmiş olduk. Bu başarı hem Karadeniz'de hem Akdeniz'de hem de başka sahalarda arama faaliyetlerini sürdürme konusundaki azmimizi, kararlılığımızı artırdığı gibi Mavi Vatan'a sahip çıkmak için diplomatik ve hukuki çalışmalara yoğunlaşmamızda önemli bir motivasyon kaynağı oldu.
Denizlerde doğal kaynak aramacılığı bir yetkinlik ve devamlılık konusudur. Bizse yaptığımız keşif ile buna yetkin olduğumuzu gösterdik. Türk gençlerinin, Türk mühendislerinin, en zor çalışma alanı olan denizlerde hidrokarbon aramacılığında dünyaya meydan okuyabilecek, küresel devlerle rekabet edebilecek donanımda olduğunu ispatladık. Devamlılık noktasında ise şundan eminim: Gerek doğalgazda gerekse petrolde ilerleyen dönemlerde bu alanda daha çok müjdeler vermek nasip olacaktır.
Derin sondajları ve petrol arama seferberliğini yalnızca denizlerde değil karada da başlattık. Önce, Şemdinli'den Cizre'ye, kuzeyde Van'dan Siirt'e kadar olan alandan uçakla gravite manyetik veri toplama işlemini ülkemizde ilk kez gerçekleştirdik. Dikkatinizi çekerim, bu daha önce yapılmamış bir çalışmaydı. Daha sonra, Hakkari Çukurca'da Irak sınırına 3 kilometre mesafede yani sınırın sıfır noktasında derin petrol sondajını başlattık. Bakan olduğum dönemde bizzat sondaj bölgesine gidip çalışmaları yerinde inceledim. İlk derin sondaj için 4 bin 450 metrelik bir hedef koyduk. Yıllardır bu bölgedeki yeraltı kaynakları ile ilgili hep konuşulur, efsaneler, hikâyeler üretilirken biz sahaya indik ve ülkemiz tarihinde bu bölgedeki ilk derin sondajı başlatmış olduk. O gün atılan tohumlar Türkiye Petrolleri A.O.'yu bugün günde 60 bin varil petrol üreten bir şirket haline getirdi. İnanıyorum ki karada da güzel keşifler yapacak ve çok yakında günlük 100 bin varili geçeceğiz.