Mecidiyeköy meydanında ardarda duyulan iki silah sesi Türkiye'yi sarsacak büyük bir skandalın ilk habercisiydi. Gazeteler "Turgut Özal tarafından Amerika'dan çağrılıp Emlak Bankası genel müdürlüğüne getirilen Engin Civan kurşunlandı..." diye yazdı.
Kısa bir süre sonra olay Civangate olarak adlandırılacaktı. Skandalın ünlü cümlesi, "Rüşvetin belgesi mi olur p.z....k" ise hafızalardan uzun zaman çıkmayacaktı.
Neydi Civangate? İddialara göre Özal'ın adamı olan müteahhit Selim Edes, bankacı Engin Civan'a verdiği 5 milyon rüşveti (Civan başarısız olunca) geri alamıyor ve Ahmet Özal'a bu iş için başvuruyordu.
Şayet tahsil edilebilirse paranın bir kısmı genç Özal'ın borçları için kendisine verilecekti. Bunun üzerine Zeynep Özal, Alaattin Çakıcı ve Dündar Kılıç'ı devreye soktu. Kılıç, 26 Eylül günü çıkarıldığı mahkemede kendinden bu konuda ricada bulunan ismi açıkladı; Semra Özal! Türk siyasi tarihi ile yeraltı dünyasının bu büyük bombasına gelmeden önce, olayın aktörlerinden birini çok iyi tanımak gerekir. Bu yüzden daha gerilere, 1964 yılına dönüyoruz.
DİREKSİYONDA DONDU
Efsanenin doğuşu... Bir sigara yaktı Piç Hüseyin. Ellerinin titremesini yanındaki Kirli Horoz'a göstermek istemiyordu. 1960 model bir Plymouth'un içindeydiler. Direksiyondaki Piç Hüseyin yani Hüseyin Turan. Kirli'ni adı ise Cumhur Şahin'di. Yeraltı dünyası onları Piç ve Kirli diye tanırdı. Ankara'dan gelmişlerdi ve az sonra işleyecekleri cinayetin korkusu yüreklerini daraltıyordu. Piç Hüseyin'in titremesi bundandı... Beyoğlu'nun Süslü Saksı sokağının köşesine park etmişlerdi Plymouth'larını. 1964'ün 14 Eylül akşamıydı. İkisinin bakışları kahvenin kapısına odaklandı. Orası, Kürt İdris'in kahvesiydi. Bu isim İstanbul kabadayılarını saygıyla ayağa kaldırmaya yeterdi. Ama Piç ve Kirli ona değil İdris'in en yakın arkadaşına kurmuşlardı ölümcül pusuyu.
Az sonra 'kurban' sokağın köşesinden döndü. Lacivert takım elbisesiyle kendinden emin ama çevreyi adeta koklayarak yürüyordu. İdris'in kahvesine doğru yöneldi. Önce kiralık katil Kirli indi arabadan. Kirli horoz, tabancasını kurbanının ardından doğrulttu ve iki el ateş etti. Yiğit adam sırtına kurşunları yemişti ama yere düşerken Smith Wesson'unu çekmeyi başardı ve tetiğe bastı. Yerde yuvarlanıyor, dönüyor ateş ediyordu. Kurşunlar Kirli Horoz'un tüm vücudunu delik deşik etti. Yere yığıldı. Oracıkta ölmüştü. Sırtındaki kurşuna rağmen ayağa kalktı lacivertli adam. Piç Hüseyin, direksiyonda donmuş kalmıştı. Tabancasını çekmeye çalıştı. Ama adam Azrail gibi bitmişti arabanın başında.
Hüseyin başını torpido altına sakladı, iki kurşun dizine isabet etmişti. "Benim adım" dedi 'kurban'"Benim adım Dündar Kılıç! Bunu unutma piç!" Ertesi gün gazete manşetleri, bu lacivert takım elbiseli kabadayının adını tüm Türkiye'ye duyuracaktı. O artık yeraltı dünyasında egemenliğini ilan eden 'mafya' babasıydı. Böylece ihanetler, dostluklar, silahlar, işkenceler, hapishaneler, trilyonlar, yoksulluklar, cumhurbaşkanları ve evlat acıları içinde geçecek olan koca bir yaşamın ilk perdesi açılıyordu.
14 YAŞINDA BİR SABIKALI
1935 yılında Sürmene'de doğmuştu Dündar Kılıç. Yedi yaşındayken ailesiyle birlikte Ankara'ya göç etmişti. Babası, bir fırın açmıştı. O günlerde bile ekmeğin fazlasını garibanlarına dağıtırdı küçük Dündar. Bir gün elinde ekmek teknesiyle yürürken iki kişi tarafından önü kesildi. Her şeyini alıp, onu dövdüler. Dündar onlardan birinin yüzünü hiç unutmayacaktı. Kaşlarından, kirpiklerine, saçlarına kadar sapsarı bir adamdı. Dündar albinonun ne demek olduğunu bilmiyordu ama bu yüzü kazımıştı hafızasına. Tekrar bıçak taşımaya başladı Dündar. 14 yaşındayken polis tarafından üzerinde bıçakla yakalanınca ilk sabıkayı almış ve ailesi tarafından bilumum kesici alet yasaklanmıştı.
7 YIL SONRA İNTİKAM ALDI
İntikam soğuk yenen bir yemektir Dündar artık 18 yaşına gelmişti. Cebeci çayırında arkadaşları ile top oynarken birden 'onları' gördü. 7 yıl önce kendisini döven o sarı yüzü ve arkadaşını hiç unutmamıştı ki zaten. O anda, bütün hayatı boyunca onu pek çok beladan kurtaracak olan hızlı hareket etme yeteneğini devreye soktu. Yıldırım gibi karşıdaki kasap dükkanına koştu, bir kasap bıçağını kapması ve iki adamın üzerlerine doğru hamletmesi üç beş saniye sürdü.
Kısa bir kovalamaca sonunda Boksör Ercü ve Kirpi Mustafa'nın yüzleri bıçak darbelerinden tanınmaz hale gelecekti. Onları öldürmemişti ama intikam denen o soğuk yemeği yedi yıl sonra tatmıştı Dündar. Faturası 6 ay 20 gün hapis oldu. Yaşamının 22 yıl, 4 ayını demir parmaklıklar ardında geçirecek olan Dündar'ın bu ilk mahkumiyetiydi. Cezaevinden çıktığında 'eğitiminin' bir bölümünü almıştı.
Bundan sonra onun okulu, hapishaneler olacaktı. Daha sonra dost olacağı, dönemin ünlü gazetecisi Halit Çapın'a bu ilk deneyimini şu cümlelerle anlattı; "Oraya ilk girişimde yıkıldım. Ama baktım ki üzüntü fayda etmiyor, bir şeyler öğrenmeye çalıştım. Hapishane ayrı bir alemdir. İyi bilmezsen adamı öyle bir kötületirler ki bir daha düzelemezsin." Dündar, hapishanede sübyan koğuşuna konmuştu. Küçük tutukluların durumunu görünce kendi kendine yemin etti. Sübyan koğuşlarını yaşanacak bir yer haline getirecekti! Ömrü boyunca da bunun için uğraştı. Gerçekten de onun girdiği her cezaevinde mahkumlar, özellikle de çocuk mahkumlar rahat etti.