Sezen Aksu'nun unutulmaz şarkılarıyla EGE'de gezinirken birden uzun zamandır ortalarda görünmeyen dostum aradı. Otomobilin içindeki havanın dağılmaması için önce açmamayı düşündüm. O ısrar edince "Sezen'i" beklemeye aldım.
Daha telefonu açar açmaz "Yarın uygun zamanın var mı?" diye sordu.
Vereceğim cevabı düşünürken "Yurtdışından önemli bir konuk var.
Seninle görüşmek istiyor" dedi...
Konuğun kim olduğunu sordum, ancak söylemedi. "Yarın görürsün" cevabı verdi. Telefonu kapatıp yoluma devam ettim. Dostum hem gece hem sabah iki mesaj atıp "Sakın geç gelme" diye uyarınca iyiden iyiye heyecanlandım.
Sabah 09.30'da BEBEK'teydim. Tam saatinde masada yerimi aldım. Oturur oturmaz arkadaşım yanında kızıla kaçan sarışın mavi gözlü, uzun boylu, ayağında sarı babet, gözünde iri siyah gözlüklü, son derece şık bir bayanla içeri girdi. Bütün dikkatimi toplayıp hanımefendiye baktım.
Ancak hiçbir şey ifade etmiyordu.
Tanımadığım biriydi. Konuyu daha da merak etmiştim. Dostum boynuma sarılıp beni köşedeki sandalyeye oturttu. Tam karşıma kendisi, yanına da hanımefendiyi aldı. Uzun zamandır görüşmesek de arkadaşım beni iyi tanırdı. "Sana kimi getirdiğimi bilmiyorsun ve çok merak ediyorsun değil mi?" diye sordu. Öylece bakıp cevap vermedim.
Elini sarışın bayanın omzuna atıp "....
Hanım, Asil Nadir Bey'in İngiltere'de yıllarca yanında çalışan asistanıydı. Asil Bey'e yapılanlar karşısında bir şeyler söylemek istiyor. Aklıma sen geldin. Bir dinle, haber değeri bulursan yazarsın.
Unutmadan şunu söyleyeyim. Asil Bey'i eşinden bile daha iyi tanır. Bütün özel konukları, geleni gideni hep kendisi organize etmiştir" dedi...
Belli ki bir şeyler konuşulacaktı. Elimi çantama atıp not defterimle kalem çıkardım.
Hanımefendi hazır olduğumu görünce anlatmaya başladı:
Asil Bey çok önemli bir işadamı ve çok iyi bir insandı.
Bunu kendisiyle çalışan herkes teyit eder. Ama şu an içine düştüğü durumu kabul etmek istemiyorum.
-Ne oldu? Neden İngiltere'ye gitti?
Oraya geleceğim ama Türkiye'de az bilinen ya da hiç bilinmeyen konular hakkında konuşmak istiyorum.
Buyurun! Sevinirim...
Asil Bey birçok alanda iş yapıyordu. Elektronikten, tekstile, turizmden, bankacılığa kadar... Ama en çok önem verdiği işin başında DEL MONTE geliyordu. Polly Peck, Del Monte Fresh Fruit'i 875 milyon dolara aldı. Dünya deviydi. Dünya pazarındaki MUZ, ANANAS ile birlikte birçok TROPİKAL meyve Del Monte ürünüydü. Dev tarlalarda binlerce kişi çalışıyordu. Rakipsizdi. Kimse karşısında duramıyordu.
Eee?
Asil Bey çok önem verdiği bu şirketin her kapısına TÜRK BAYRAĞI astırmıştı.
Gittiği her yerde Del Monte'nin Türk olduğunu vurgulardı.
Bunu duymamıştım doğrusu!
Evet, tahmin ettim. Ama duymadığınız başka bir şey daha söyleyeyim. Asil Bey'in, İngiltere'deki Polly Peck şirketinin merkezindeki odasında da DEV BİR TÜRK BAYRAĞI vardı. Elinin uzandığı her yere, Türk Bayrağı'nı taşıyordu. Bununla gurur duyardı.
İngilizler nasıl karşılardı peki?
Şimdi oraya gelmek istiyorum. Size asıl anlatmak istediğim de bu zaten...
Merak ettim gerçekten!
Bir gün telefonum çaldı. Arayan ABD'nin Londra Büyükelçisiydi. Beyefendiyle randevu talep etti. İngiliz hükümetindeki önemli bir isimle ziyarete gelmek istiyordu. Birkaç saniye bekletip Asil Bey'e sordum. "En kısa zamanda gelsinler" cevabı alınca görüşme tarihini kesinleştirdim.
Konu neydi?
Anlatıyorum... O gün iki misafirimiz buluşma saatinden 15 dakika önce geldi.
Asil Bey, konuklarını kapısına astırdığı Türk Bayrağı'nın önünde karşıladı. Üçlü sıcak bir şekilde içeri girdi. Birkaç dakika geçmeden ABD Büyükelçisi ses tonunu değiştirdi.
Nasıl yani?
İngiliz konuk da Büyükelçi'ye destek veriyordu.
Ne konuşuyorlardı?
Asıl önemli olan da burasıydı zaten. İki önemli misafir yüksek perdeden Asil Bey'i zorluyordu. Adeta sıkıştırıyordu. Biri cümlesini bitirir bitirmez, diğeri sözü alıyordu.
Ne istiyorlardı?
İki konuk "Biz sizi Kıbrıs'ta Cumhurbaşkanı olarak görmek istiyoruz" dedi. Asil Bey şaşırmıştı. Olan bitenin şaka olduğunu düşündü. Büyükelçi "Bu alınmış karara uymak zorundasınız. Yapacak bir şeyiniz yok" diye açıkça tehdit edince, Asil Bey bacak bacak üstüne atıp "Siz ne dediğinizin farkında değilsiniz" cevabı verdi.
Ne oldu peki?
Büyükelçi "O ŞİŞKO'nun (rahmetli Rauf Denktaş) yerine siz geleceksiniz. Bizim çıkarlarımız ve Ada'daki planlarımız bunu gerektiriyor" dedi. ŞİŞKO lafını duyan Asil Bey çıldırdı. Ayağa fırlayıp "O benim en iyi dostum. Çok yardımını gördüm. Benden asla yapamayacağım bir şey istiyorsunuz" diye sesini yükseltti. Odada derin bir sessizlik oldu. Büyükelçi ve İngiliz konuk birbirlerine bakarken Asil Bey ikisini kolundan tuttuğu gibi kaldırıp "S....in gidin buradan" dedi... Misafirler şaşkındı. Ne diyeceklerini bilemedi. Ben de nasıl davranacağımı kestiremedim.
Gittiler mi?
Büyükelçi kapıda kravatını düzelterek "Sayın Nadir çok önemli bir oyunda çok önemli bir karar verdiniz. Bundan sonra olacakları siz düşünün" dedi...
Asil Bey ne dedi?
O an tepki vermedi. Ancak bir gün sonra beni çağırıp "Her şeyi gördün. Başımıza ne çorap örecekler birlikte göreceğiz" dedi. O gün çöküş başlamıştı. Asil Bey artık her gün DEVLETLE itişiyordu. Olmadık şeyler sorun HALİNE GETİRİLİYORDU. Vefalı bir Türk olarak hızla uçuruma itiliyordu.
Yalnız mıydı?
Her zaman yanında rahmetli Özal vardı.
Zaten Türkiye'ye ve Kıbrıs'a yaptığı yatırımları biliyorsunuz. Ama Özal'ın da gücü yetmedi. İngiltere Başbakan'ı Margaret Thatcher'a mektup bile yazdı.
Ama sonuç ÇÖKÜŞ oldu! Ben şimdi Asil Bey'in tek başına bırakılmasını anlamıyorum. O devletine milletine bağlı bir Türk'tü! Desteği herkesten fazla hak ediyor. Ben yakın çalışan biri olarak bunu söylüyorum. Umarım Türkiye o pis tezgahı bozacak bir şeyler yapar! Çünkü o Türkiye için çok şey yaptı...