MANYAK MISINIZ SİZ!: Saat 21.00'e doğru Tümgeneral Mehmet Dişli geldi. 'Komutanım operasyon başlıyor, herkesi alacağız, taburlar, tugaylar yola çıktı. Biraz sonra göreceksiniz' gibi şeyler söyledi. Hiddetle 'Ne diyorsun ulan sen, ne operasyonu, sen manyak mısın, sakın ha! Sen benimle ne biçim konuşuyorsun? Kim bunlar? Siz kimsiniz?" diye çıkıştım.
KOMUTANIM OTUR YERİNE: Emir subayım Yarbay Levent Türkkan, koruma timindeki Astsubay Abdullah ve emir subayımın yardımcısı Yüzbaşı Serdar da onlarlaydı. Yerimden kalkınca Levent Türkkan, 'Komutanım otur, kalkma, zorluk çıkartmayın' şeklinde bağırdı.
BOĞAZIMI SIKTILAR: Beni birisi iterek sandalyeye oturmamı sağladı. Bir başkası el havlusu tarzında bir şeyle hem ağzımı hem burnumu kapatı. Kolunu boğazıma doladı, sıktı. Askeri kıyafete ait ip türü bir cismin boğazıma sürtünmesiyle o anda nefes almakta güçlük çektiğim için debelenirken bir başkası plastik kelepçeyi bileklerime taktı.
SIK ULAN SIK!: Benim bu şekilde direnmem üzerine burnumu açacak şekilde ağzımı kapattılar. Sonra ağzımı kapattıkları havlu benzeri kumaşı çektiler. Kelepçeyi çıkartmalarını söyledim ve hatta ayağa kalktım. O esnada Levent Türkkan'ı elinde tabanca ile 'Komutanım sakin olun, vururum, sıkarım' dedi. Hatta ben bir iki adım daha atıp, kendisine 'Sık ulan' diye bağırdım. Gözlerinde sıkmakla sıkmamak arasındaki robotik tereddüdü gördüm.
TERBİYESİZLER, AHLAKSIZLAR: Tahminen Mehmet Dişli'nin onayıyla kelepçeyi kestiler. Bir müddet sonra lavaboya gitmek istedim. Benimle birlikte geldiklerini görünce 'Terbiyesizler, ahlaksızlar' diye bağırdım. Abdullah Astsubay ve Serdar Yüzbaşı hiç etrafımdan ayrılmıyorlardı. GİDİYORUZ: Epeyce bir zaman geçti. Televizyonda Boğaz Köprüsü'nde askerin kestiği görüntüler ve buna ilişkin haber yayınlanmaya başladı. Hepsi gayet soğukkanlı, hiçbir şekilde konuşmayıp beklediler. Ve bir müddet sonra 'Gidiyoruz' deyip, beni aldılar. Montumu, kepimi ve çantamı istedim. Cep telefonum emir subayı odasında kaldı. Montumu ve kepimi sanırım elime verdiler. Çantayı kendileri getireceklerini söylediler.
AKINCI'YA GÖTÜRDÜLER: Atatürk heykelinin olduğu yerde bir helikoptere bindik. Nereye gittiğimizi söylemediler. Askerlerin namlusu üzerime dönüktü. Mehmet Dişli de helikopterdeydi. Akıncılar'a indik. Beni bir minibüse bindirerek üsse götürdüler.
AKIN ÖZTÜRK ORADAYDI: Daha sonra üs komutanının odasına götürüldüm. Burada Tümgeneral Kubilay Selçuk ayakta bekliyordu. Bir ara üzerinde tişört ve pantolon bulunan Orgeneral Akın Öztürk tek başına yanıma geldi. Ne yaptığını sordum. Yanında eşi ve Kara Kuvvetleri Komutanı ile birlikte İzmir'den komutanlığa ait bir uçakla geldiğini, üsteki lojmanda oturan kızının evinde iken Abidin Ünal'ın telefonla araması üzerine, üsten birilerinin uçaklar kaldırdığını ve bu hususa göz kulak olması gerektiğini belirttiği için geldiğini anlattı. Hatta 'bu hususu söylediğini anlatmaya çalıştığını ancak dinlemediklerini' söyledi.
SURİYE'Yİ GÖRMÜYOR MUSUNUZ!: Tuğamiral Ömer Harmancık ve Tuğgeneral Hakan Evrim'i gördüm. Akıllarını kaybettiklerini bağırdım. 'Suriye'yi, Mısır'ı görmüyor musunuz? Bu tür olayların ülkemizi yıllarca ne kadar geriye götürdüğünü bilmiyor musunuz' mealinde sözler sarf ettim. Hiç umurlarında olmadı.
DARBE BİLDİRİSİNİ OKU: Tuğamiral Ömer Harmancık elinde iki yapraktan oluşan bir metni önce okudu, ardından da uzatarak, "Komutanım, siz şunu bir okuyun ve bunu imzalayıp televizyonda okursanız her şey çok güzel olacak, herkesi alıyoruz, herkesi getiriyoruz" dedi. Bu teklifi "şiddetle ve hiddetle" reddettim.
GÜLEN'LE GÖRÜŞTÜRELİM: "Onlara 'Kendinizi ne zannediyorsunuz? Siz kimsiniz? Topladığınızı söylediğiniz 2. Başkan, kuvvet komutanları nerede? Bakanlar nerede? Elinizde kim varsa getirin. Sizin başınız, k��çınız kim?" diye bağırdım. Bunun üzerine Hakan Evrim, 'Dilerseniz sizi kanaat önderimiz Fethullah Gülen ile görüştürürüz.' gibi bir şey söyledi. 'Ben kimseyle görüşmem' diyerek tersledim.
HAREKAT MERKEZİ FARKLI ODADA: Zaman zaman odadakiler bir yerlere gidip geliyorlardı. Akın yahut bir başkası bana farklı bir salonun harekat merkezi olarak kullanıldığını ve 30-40 kişilik bir ekibin orada bulunduğunu söylemişti. Orayı görmedim. Telefonla görüşüp eşime askeri hattan Akıncı Üssü'nde olduğumu ve kendilerine iyi bakmalarını söyledim. Olayların sonunda anladım ki eşim bu bilgiyi ilgililerle paylaşmış. HEPSİ ROBOT GİBİYDİ: Televizyon açıldığında ekranda TBMM'nin, emniyet binalarının bombalandığı yazıyordu. Sinirlendim, bağırıp çağırmaya başladım. Bunun üzerine geldiklerinde Ömer, ölümü göze aldıklarını söyledi. Çoğunlukla o konuşuyordu. Hepsi robot gibiydi.
DİRENEN İNSANLARI GÖRÜNCE MORALLERİ BOZULDU: Televizyon görüntülerinde Sayın Cumhurbaşkanımızın ve Sayın Başbakanımız ile bazı bakanların beyanları, olaylardaki gelişmelerde halkın darbe teşebbüsüne canları pahasına direnişi, bazı askerlerin teslim olmalarını görünce yanımda bulunan bu 4 kişinin genel görünüşleri, tavırları değişmeye başladı. Gözlerinde umutsuzluğu fark ettim, moralleri iyice bozulmaya başlamıştı.
BALKAN SAVAŞI'NDAN BETER: Onlara 'Yeteri kadar batağa battınız. Hiç olmazsa bir erkeklik gösterip burada kesin. Diğer insanların ölmelerini engelleyin. Gün aydınlanmadan ortalıktaki tank, top vesaire ne varsa çekin. Yeteri kadar rezil ettiniz. Balkan Savaşı'ndan beter ettiniz. Silahlı Kuvvetler'in tarihine leke sürdünüz. Beni de gönderin' diye haykırdım. Hiç cevap vermediler.
GÖZLERİNDE KORKU VARDI: Karşımda Kubilay ve Mehmet'i hatırlıyorum. Sinmiş vaziyetteydiler. Yorum yapmıyorlardı. Ama gözlerinde korku ve endişe görülüyordu. Saat sanırım 08.30-09.00 sıraları olmuştu. Beni Başbakanımız yahut Cumhurbaşkanımız ile görüştürmelerini söyleyerek 'teşebbüsü sona erdireceklerini, adalete teslim olacaklarını ve dışarıdaki tüm askeri unsurları kışlalarına çekeceklerini' belirtsem daha fazla zaiyata meydan vermeden bu işi bitirmenin mümkün olacağını anlattım. Zira artık üs dışarıdan bombalanıyordu.
HİÇBİR PAZARLIK OLMAYACAK: Bana "Sizi görüştüreceğiz" dediler. Bir cep telefonu getirip Sayın Başbakan ile görüştürdüler. Durumu anlattım. Telefonla konuşurken orada bulunan tüm bu hainlerin gözlerinin içine baka baka 'Hiçbir pazarlık söz konusu olmayacak, askeri savcı, cumhuriyet savcısı, polis ve inzibata teslim olacaklar' dedim. Benzeri şekilde MİT Müsteşarını aradım ve bilgi verdim.
AKIN ÖZTÜRK ISRARLA GELMEK İSTEDİ:
Akın Öztürk Paşa, kendisinin götürüleceği anlaşılınca "Komutanım ben de sizinle geleyim" dedi. Ben gece boyunca şahsıyla yaşadığım izlenimler karşısında bunun uygun olmayacağını düşündüm ve 'Sen burada kal, kızının evi burada' dedim. Fakat sürekli ısrar ediyordu. Onu üs binasında bırakıp çıktık. Araçla helikopter pistine gittik.
HELİKOPTERİ VURABİLİRDİ: Birisi bir helikopteri işaret etti ve onu çalıştırdılar. Ben Mehmet Dişli'ye 'Sen kal' dediğim halde helikopterin vurulabileceğini belirterek 'Telefon ile irtibat kuracağım' dedi. Helikopter hareket ederken telefon ile son durumu bir yerlere iletti. Helikopter havadayken de bir yerlerle irtibat halindeydi. Sonuçta Çankaya Köşkü'nde Başbakanlığa iniş yaptık.
DİŞLİ'Yİ GÖZALTINA ALIN: Başbakanlık Müsteşarı bizi karşıladı. Ben ve peşimde Mehmet Dişli geldi. Müsteşar Bey bana peşimden gelenin kim olduğunu sordu. Ben de olayları kısaca özetledim ve Mehmet Dişli'nin gözaltına alınmasının uygun olacağını değerlendirdim.
ODAMI BAŞKASINA HAZIRLAMIŞLAR: Makamımdan şiddet kullanılarak ve zorla götürülmüştüm. Makam ve dinlenme odasında masa, sehpa, etajer üzerinde kitap, kırtasiye, malzemeler, çikolata, yiyecek, içecek, gazete küpürleri, hediyelik eşyalar nedeniyle normalde kalabalık görünmesine rağmen çok sade ve düzenli bulunmuş. Yalnız bazı eşyaların kaybolduğu, iki biblonun yerlerinin değiştirildiği anlaşılmış.
YAŞ KORKUSUYLA YAPTILAR: Bu darbe teşebbüsünü planlayanların, uygulamaya koyanların bu örgüt mensupları olduğuna inanıyorum. Bu çılgınlığa girişmelerinde Ağustos Şurası'na ilişkin yaptığımız kapsamlı, ciddi ve titiz çalışmalarda bu örgütün büyük bir darbe yiyeceğini anlamasının en önemli etken olduğunu düşünüyorum.