İşte Sabah Gazetesi Yazarı Hasan Basri Yalçın'ın "Ezikliğin kökenleri" adlı köşe yazısının tamamı:
Muhafazakâr camiada kendini yerden yere vurma halleri sadece gençlere has bir özellik değil. Esasında yetişkinlerden gençlere kalmış bir miras olduğunu söylemek daha doğru olacaktır. Gençler sadece bulabildikleri bilgi biçimleriyle idare ettiklerinden büyüklerinin hal ve tavırlarını daha sert biçimde kullanır oldular.
Mesela bir genç hayal edin. Başarılı. Ve çalışkan. Sınavlarda en yüksek başarıyı göstermiş ve ülkenin en prestijli üniversitelerinde eğitim alıyor. Sınıfa girdiği ilk andan itibaren üniversite kadrolarının bu ülkedeki eşitsiz dağılımından olsa gerek kendisinin o gruba ait olmadığı hissine varıyor. Hocaların ne yaşam tarzları ne söylemleri ne de geleneksel değerlere dair tutumu bu gence benzer. Ama aynı sırada da yeni bilgiler ve görüşler elde edinir. Bunların çoğu üniversitesine göre değişir ama kiminde üçüncü sınıf bir Marksizme maruz kalır kiminde kendini tek evrensel dünya görüşü olarak liberalizme kiminde post-modernizmin en ezber eleştirel hallerine.
Ama bunlar yenidir ve bu genç için yüzleşme gerektirir. Doğal olarak bu gencin donanımı bu sorulara cevap verecek nitelikte değildir. Kafası karışır. Arayışa girer. Kendi cenahına döner. Ne mi bulur? Üç beş şair. Dört beş tarihçi. Bir o kadar sosyal bilimci. Şairler özgüven yüklüdür ama bilgi çarpıklığı içerir. Coşkusu vardır ama içeriği zayıftır. Tarihçiler çoğunlukla alternatif tarih okuması sunmaya çalışır ama birçoğu parodi haline dönüşür. Sosyal bilimciler mi? Onları boş verin. Onlar bu ülkede oldum olası her cenahta kendini tarihçilerden ayırt edemez.
Kafa karışıklığı ile tatminsizlik arasında sıkışan gençler uzun bir süre kendilerini aydınlatacak bir arayışın içine girer. O vakıf senin bu vakıf benim gezer durur. Ancak bunların her birinde bilginin evrenselliği değil yerelliği vurgulanır. Eskiye giderseniz cevap bulacağınız söylenir. Eskilerin gençlere özgüven aşılaması beklenir. Ama sorun şu ki, o bilgi bir türlü üretilemiyor.
Hal böyle olunca gençler ya tepkisel bir tavır geliştiriyor ya da sinik bir hal alıyor. Ancak "Kirli siyaset nedeniyle kaybettik daha ahlaklı olursak kazanırız" hapı gençlere de yutturuluyor. Kimse kusura bakmasın bu ilkel bir tavırdır. Böylece hiç tarif edilmeyen ahlak kutsanır siyaset ve mücadele yerin dibine batırılır.
Bu kalıplar zamanla insanların kafasında kategoriler haline dönüşür ve sonuç olarak ortaya arabesk bir kültür çıkar. Başarılarla değil de muhayyel bir ahlakçılıktan beslenen ezberlerherkesin kafasında tartışılmaz doğrular halini alıyor. Buna göre, kazanmak değil kaybetmek tavsiye edilir. Çünkü bu sinikler hiçbir iş yapmadıkları ve hiçbir doyurucu bilgi üretmedikleri halde kenardan siyasetçilere sataşmayı tek erdem olarak görür.
Gerçekle hiçbir ilgisi olmayan bir asrı saadet ideali çizilir ve bugün yaşayan tüm faniler o ideale uymamakla itham edilir. Ancak Peygamberin devlet kurucu bir irade olduğu göz ardı edilerek İslam Peygamberi, Katolikliğin İsa'sına dönüştürülür. Anadolu'nun kapılarını Müslümanlara açan Alpaslan, yüzyıllarca yönettiği Avrupa coğrafyasını siyasetsizlik nedeniyle terk etmek zorunda kalan Endülüs Müslümanlarının gölgesinde kalır.
Yenilmişlik ve ezilmişlik hırs ve mücadele azmine değil ötekine duyulan hayranlık veezikliğe dönüşür. Sonra da soruyor "biz ne ara böyle olduk" diye. Siz hep böyleydiniz. Yenilmiş ve ezik. Gençlere de bunun dışında bir şey vermiyorsunuz. Kendi başarısızlığınızı gençlerin omuzlarına yüklüyorsunuz. Siyaseti itham ederek bilgi ve dil üretememenin suçunu da siyasete bağlıyorsunuz.