Diyarbakır'da çocukları PKK tarafından dağa kaçırılan annelerin HDP binası önündeki nöbetleri devam ederken HDP'nin hala sessiz oluşuna dikkat çeken Sabah gazetesi yazarı Mahmut Övür, "Önceki gün HDP'yi içeriden bilen bir siyasetçiyle konuştum. Derin acılar yaşayan analar ve siyaset adına duyduklarım ürperticiydi. Gerçi bilinmiyor değil ama yine de 6 milyon insanın oy verdiği HDP'de siyaset yapan milletvekillerinin, parti yöneticilerinin iradelerinin olmadığını duymak gerçekten sarsıcıydı. O siyasetçi en basit konuda bile; "Kimse konuşmuyor, konuşamaz da" diyordu" diye yazdı.
Öte yandan CHP'den de çok net bir tavır gelmediğini kaydeden Övür, "Bu gerçeği HDP'liler görseler de gereğini yapamaz. Peki, ittifak yaptığı CHP neden görmüyor? Dün derin yapıların acılar yaşattığı Cumartesi analarına sahip çıkan CHP, bugün aynı acıları PKK'nın yaşattığı Kürt analara neden sahip çıkmıyor? Bu, CHP için bir samimiyet testi..." ifadelerini kullandı.
İşte Mahmut Övür'ün o yazısı:
Diyarbakırlı Hacire Ana'nın HDP il binasına gelip, meydan okuyarak oğlunu alması sadece diğer annelere değil siyasete de umut verdi. Daha doğrusu siyasete yeni bir kapı açtı.
Peki, bu yeni açılan kapıyı özellikle HDP'li siyasetçiler değerlendirebilecek mi? Ne yazık ki henüz bu fırsatı değerlendiren biri ortaya çıkmış değil.
Önceki gün HDP'yi içeriden bilen bir siyasetçiyle konuştum.
Derin acılar yaşayan analar ve siyaset adına duyduklarım ürperticiydi. Gerçi bilinmiyor değil ama yine de 6 milyon insanın oy verdiği HDP'de siyaset yapan milletvekillerinin, parti yöneticilerinin iradelerinin olmadığını duymak gerçekten sarsıcıydı. O siyasetçi en basit konuda bile; "Kimse konuşmuyor, konuşamaz da" diyordu.
Anlayacağınız bölgede, Türkiye'yi yıllar yılı zapturapt altına alan asker-bürokrat vesayetinden çok daha ağır bir "PKK vesayeti" var. Selahattin Demirtaş'tan Ahmet Türk'e hiçbiri de "beyaz kefenini" giyip bu vesayete karşı çıkmadı. Çıkma olasılığı olanlar da Leyla Zana gibi köyde yaşamaya mahkum edildi.
Gerçek şu ki, ister TBMM kürsüsünden devlete karşı yağıp gürleyen milletvekilleri olsun ister bölgede "demokrasi havarisi" kesilen belediye başkanları olsun, hiçbirinin özgür iradesi yok.
Bu tabloyu bölgede değiştiren iki şey var; halkın cesareti ve terörle kararlı mücadele. Halk siyasetçilerden daha cesur... 7 Haziran 2015 seçimlerinden bu yana ne hendeklere destek verdi, ne 'sokağa dökülün' çağrılarını dinledi ne de terör gerekçesiyle tutuklananlara dönüp baktı. Ama sandığa gidip önemli oranda oyunu verdi. Bu mesajı herkesin doğru okuması gerekiyor.
Ortada yüzünü Ankara'ya dönen, sorunlara ortak çözüm üretilmesini isteyen bir halk var. İşte Hacire Ana'nın başlattığı, sayıları giderek artan Kürt kadınlarının HDP Diyarbakır il Binası önündeki isyanları bu sürecin bir ürünü.
Görünen şu; tıpkı 15 Temmuz'daki destansı direniş gibi Kürt anaların direnişi de sivil siyasetin önünü açıyor, hatta HDP'li siyasetçileri PKK vesayetinden kurtaracak yeni bir fırsat sunuyor. Anaların direnişi bu nedenle çok anlamlı ve önemli...
Bu gerçeği HDP'liler görseler de gereğini yapamaz. Peki, ittifak yaptığı CHP neden görmüyor? Dün derin yapıların acılar yaşattığı Cumartesi analarına sahip çıkan CHP, bugün aynı acıları PKK'nın yaşattığı Kürt analara neden sahip çıkmıyor?
Bu, CHP için bir samimiyet testi...
Eğer CHP, (Nasıl baktığı henüz bilinmiyor) Kürt meselesinde samimiyse, hem anaların feryadına kulak vermeli hem de HDP'yle ittifakı kapalı kapılar arkasında değil, açık ve şeffaf yapmalı. CHP'nin bu şansı var. Çünkü şu çok iyi biliniyor; çözüm süreçlerinde Demirtaş dahil HDP'yi yöneten siyasi aktörlerin büyük çoğunluğu ne çözüm süreçlerine ne de AK Parti'ye samimi ve sıcak bakmadı. Hatta önemli ölçüde engel bile oldular denebilir. Çünkü ağırlıkla sol eksenli bu aktörler CHP genetiğine daha yakın. Şimdi merak edilen soru şu; CHP, bu yakınlığı siyasetin sivilleşmesi, sorunların siyasetle çözümü için mi yoksa "AK Parti'yi halledelim de ne olursa olsun" diye mi kullanır?
Sizce bugünkü CHP aklı hangi yolu seçer?