Menderes'i asan zihniyet 60 yıl sonra hala fırsat kolluyor! Cumhuriyet Gazetesi'nden 27 Mayıs darbesine güzelleme

Türk demokrasi tarihinde "kara bir leke" olan 27 Mayıs 1960 darbesinin üzerinden 60 yıl geçti. Darbenin üzerinden geçen onca yıla rağmen bazı kesimlerin darbe hevesi hala sürüyor. Türk siyasi hayatı boyunca darbe ve darbecilere methiyeler düzen Cumhuriyet Gazetesi, bugün de 27 Mayıs 1960 darbesini aklama peşine düştü. Gazetenin, "27 Mayıs gerçek bir toplumsal değişimi ve dönüşümü simgeler" ifadeleriyle yayımladığı köşe yazısında yazar Alev Coşkun, "27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ile aynı torbaya konulamaz." diyerek Türk siyasi hayatının kara lekesine övgüler yağdırdı. Takvim.com.tr'nin özel haberi.

takvim.com.tr takvim.com.tr
Giriş Tarihi :27 Mayıs 2020 , 13:13 Güncelleme Tarihi :27 Mayıs 2020 , 13:24
Menderes’i asan zihniyet 60 yıl sonra hala fırsat kolluyor! Cumhuriyet Gazetesi’nden 27 Mayıs darbesine güzelleme

Eski Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan'ın idamıyla sonuçlanan 27 Mayıs 1960 darbesi, Türk demokrasi tarihine "kara bir leke" olarak geçti.

"Deniz, hava, kara, Türk Silahlı Kuvvetleri el ele vererek memleketin idaresini ele almıştır." Bu bildiriyle Türkiye'de darbeler dönemi başladı. Çok partili rejim sekteye uğradı. Sandıkla gelen, silahla susturuldu. Bir Başbakan ve iki Bakan urgan ipe, idam sehpasına yürüdü. 27 Mayıs 1960 darbesiyle demokrasiye kara leke sürüldü.

YILLAR GEÇTİ DARBECİ ZİHNİYET DEĞİŞMEDİ!
Darbenin üzerinden yıllar geçse de darbeci zihniyet asla değişmedi. Dün Menderes'in asılmasına alkış tutan zihniyet, bugün de Türk siyasi tarihine kara bir leke olarak geçen darbeyi aklama peşine düştü.

Cumhuriyet Gazetesi yazarı Alev Coşkun, "60. YIL: 27 Mayıs ve 1961 Anayasası" adlı köşe yazısında 1960 darbesinin diğer darbelerle bir olmadığını belirterek bunun bir demokrasi çabası olduğunu iddia etti. "27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ile aynı torbaya konulamaz" diyen Coşkun, yazısında "27 Mayıs, rayından çıkan demokratik sistemi yeniden doğru yola getirmek için hukukun üstünlüğü, insan hak ve özgürlüklerine bağlı çağdaş ve demokratik bir anayasa yapmayı hedef olarak belirledi. " şeklinde skandal ifadeler kullandı.

"AYNI TORBAYA KONULAMAZ"
Darbeye methiyeler düzen Coşkun, yazısında şu ifadelere yer verdi:


27 Mayıs'ın oluşturduğu Kurucu Meclis, 9 ay içerisinde, Türk tarihinin en ilerici, en demokratik ve hukuk devleti ilkelerine, insan hak ve özgürlüklerine en üst derecede saygılı bir anayasa yarattı.

12 Mart ve 12 Eylül, aldığı kararlarla 27 Mayıs'ın yarattığı özgürlükçü, demokratik düzenin karşıtı uygulamalar yapmıştır. Böyle bir durumda, gerek yapılışları, gerek dayandığı sosyal katmanlar, gerek düşünsel temelleri gerekse yarattığı sonuçlar bakımından birbirinin karşıtı olan bu hareketler, bilimsel olarak aynı torbaya konulamaz. Sosyolojik temelleri ve altyapıları birbirinden farklıdır.

DARBEYE YİNE DEMOKRASİ KILIFI!
Bugün CHP'nin demokrasi söylemleri adı altında darbe imasında bulunmasına benzer şekilde, Cumhuriyet Gazetesi yazarı Coşkun da 27 Mayıs darbesini demokrasi kılıfıyla meşrulaştırmaya çalıştı. Coşkun, yazısında "27 Mayıs 1960, getirdiği ilerici ve demokratik anayasa ile gerçek bir toplumsal değişimi ve dönüşümü simgeler. İdamlara karşıyız. Ancak Türk demokratik yaşamının anlaşılabilmesi için, muhakkak 1960 öncesinin gerçekçi ve bilimsel verilere dayanarak çözümlenmesi, analiz edilmesi gerekmektedir." sözlerine yer verdi.

TAKVİM.COM.TR/ÖZEL



"FIRSAT OLURSA YİNE ASARLAR"
Star Gazetesi yazarı Nuh Albayrak da, 27 Mayıs darbesinin 60. yıl dönümünde çarpıcı bir yazı kaleme aldı. Albayrak, merhum başbakan Adnan Menderes'i ezan için astıklarını belirterek, "Fırsat olursa yine asarlar" ifadelerini kullandı.

Albayrak'ın bugünkü yazısı şöyle:

"TÜRKÇE EZAN ZULMÜ-3"

Menderes 22 Mayıs 1950 tarihindeki ilk meclis toplantısında, "Ezan yasağını hemen kaldıracağız" demişti ama Cumhurbaşkanı Celal Bayar, "İlk icraatınız ezanı Arapça okutmak olursa, endişe ederim ki bu son icraatınız olabilir" diye garip bir uyarıda bulunmuştu! Menderes ise, "Tek icraatım da olsa ezanı aslına döndüreceğim" cevabını vermişti. Meclis önünde toplanan vatandaşların yoğun desteği üzerine Celal Bayar tutumunu değiştirmiş, "Halledelim" demişti.

Artık gerisi teferruattı. 16 Haziran 1950'de genel kurula getirildi ve "18 yıllık zulüm gerekçesi" buruşturulup çöpe atıldı.

Menderes derhal valilere "Artık serbest; halka duyurun" talimatı gönderdi. Müslümanlar, ertesi gün başlayan Ramazan ayına görülmemiş bir coşkuyla girdi. Sultanahmet Camii'nin dört minaresinin 16 şerefesinden, aynı anda ezan okuyan 16 müezzin, 18 yıl önce Ayasofya'da ezanı-Kur'an'ı katleden "30 meşhur hafız"dan "rövanşı" aldı.

Bu haberin Bursa'daki anlamı çok farklıydı. 18 yıl önce ezan sevgisi sebebiyle Mustafa Kemal'in talimatıyla cezalandırılan Bursalılar, yine Ulucami'de toplandı. Dönemin Ulucami müezzini Bayram Sarıcan, şahit olduğu muhteşem manzarayı; "Bir ikindi vaktiydi. Ulucami'nin iki minaresinde, güzel sesli iki müezzin öyle bir ezan okudu ki, o hali anlatmak mümkün değildir, ancak yaşayanlar bilir" şeklinde tarif ediyordu.

Merhum Bayram hocanın şu tespiti ise 30 yıllık CHP zulmünü ve sonrasında ihsan edilen nimeti bir cümlede özetliyordu: "Sanki İslamiyet eskiden varmış, bir ara yok olmuş, şimdi de yeniden doğuyormuş gibi; manevî bir hal vardı…"

"Herkes hem sevinçten ağlıyor, hem de birbirini tebrik ediyordu. Uzun zamandır garip kalan camiler tekrar cemaatle dolup taşıyordu" şeklinde tasvir ettiği manzaranın kendisine hatırlattığı hadise ise muhteşemdi. Ezana tekrar kavuşanların hali, "müezzinlerin pîri" Bilâl-i Habeşi'nin, Peygamber Efendimizin vefatı üzerine terk ettiği Medin'ye, yıllar sonra döndüğünde okuduğu ezan sonrasında yaşananları hatırlatmıştı Ulucami müezzinine. (*)

Yine Bursa'da aynı dakikalarda bir başka camide (Suluki veya Emirsultan) ezana doyamayan müezzin tam 7 defa okumuştu.

Bütün Türkiye böyleydi. "Ezan" okunan camilerin etrafına toplananlardan "şükür secdesi" için yere kapananlar vardı. Yurdun her yerinde adaklar kesiliyor, Başbakan Menderes'e teşekkür telgrafları yağıyordu.

Yasağın kaldırılmasıyla ilgili 70 yıldır çiğnenen bir sakız var. Efendim, CHP karşı çıkmamış, hatta desteklemiş!.. Kimse kusura bakmasın ama bu biraz, Firavunun; ölümü görünce iman etmesine benziyor. 69 milletvekili ile karşı çıksa ne olacaktı ki? Ayrıca CHP madem ezan yasağını kaldırmayı bu kadar istiyormuş da neden DP'nin iktidara gelmesini beklemiş!

EZANIN HESABI AĞIR OLDU
Ezan yasağını kaldırması, Menderes'in "son icraatı" olmamıştı ama "sonu" olmuştu. Daha iktidarının ilk günlerinde, Menderes'in isminin karşısına "çentik" atan ezan düşmanları, 16 Haziran'ın hesabını on yıl sonra sordular. "Darbe" ile bile izah edilemeyecek boyutlardaki kin ve öfkenin sebebi buydu. Yassıada'da Menderes'e uygulanan insanlık dışı; aşağılık muamelenin altında on yıldır katmerlenen "intikam" duygusu vardı.

60 yıl önce bugün, bütün ülkeyi ve milleti yakma pahasına yapılan darbenin asıl sebebi de budur, geri kalan "gerekçeler, dosyalar, duruşmalar..." tamamen algı operasyonudur. Adnan Menderes'in avukatlığını yaptığı için Yassıada'da yaşananları çok iyi analiz eden Burhan Apaydın da, bu gerçeği; bazı dostlarına ve meslektaşlarına ifade etmiştir. Bendeniz, İstanbul'un önde gelen avukatlarından olan eski askerî hakim bir büyüğümden bizzat dinledim.

Önce cinayeti işleyip sonra gerekçe uydurmak CHP'ye İttihatçı mirasıdır. 80 münevver şahsiyeti de "şapka" için asmışlardı ama kayıtlara göre hiç biri şapka için asılmamıştı!

"Şapka küfür alametidir" diyen İskilipli Atıf Hoca'yı, "toplumu isyana sevk etmekten(!)" asanlar, ezan yasağını kaldıran Menderes'i de "milleti birbirine düşürmek"ten(!) astılar. Sonra da milletin birbirine nasıl düşürüleceğini; ektikleri fitne tohumlarıyla kendileri gösterdiler.

27 MAYIS, CHP'NİN HESAP SORMA DARBESİDİR
Darbenin perde arkasındaki mimarının İnönü olduğu, artık CHP'lilerin bile inkâr edemiyor. 1960 darbesi, "sandıktan ümidini kesen CHP'nin; kestirmeden iktidara gitme yolu"dur. Yassıada'dan fışkıran öfke ise, İslamiyet'e karşı 27 yılda yaptıkları operasyonların, bertaraf edilmesinin kızgınlığıydı. Çünkü, bütün emekleri boşa gitmişti. Nitekim bu on yıllık dönemde kaybettikleri mevzileri, 1960'tan sonra asker ve bürokratlar üzerinden tekrar geri almaya çalışmışlardır.

27 Mayıs cuntası, darbeden sonra yine "Türkçe ezan" mecburiyeti getirmek istemiş, ancak 16 Haziran 1950'de gördükleri coşkudan korktukları için cesaret edememişlerdir. Ama milletin görmediği yerlerde zehirlerini kusmaktan da geri durmamışlardır. Darbeden hemen sonra, dindar subaylar "namaz kılmamaları" konusunda uyarılmış, "mimli" olanlar ordudan atılmıştır.

Yassıada uzun zamandır devam eden bir proje ile yeni bir yüze kavuştu. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bugün (27 Mayıs) açılışını yapacağı "Yeni Yassıada", aslında toplumun bütünleşmesine büyük bir katkıdır. Zira, her köşesinden ayrı bir zulüm kokusu yayılan eski hali, CHP'nin sırtında büyük bir kambur idi. Umarım anlarlar.

MÜFTÜYE "TÜRKÇE EZAN" EMRİ VERDİ
Millet nezdinde kamikaze dalış yapanlar da eksik olmamıştır. Mesela, Diyarbakır'da kolordu komutanı olan ve 1960 darbesinden sonra 12 Ağustos 1960'ta Bursa'ya "vali" olarak atanan Daniyel Yurdatapan, makamına oturur oturmaz müftüyü çağırmış ve "Sana emir veriyorum, yarından itibaren ezanları tekrar Türkçe okutacaksın" demiştir.

Yassıada'da, duruşmaları kontrol etmek için yargılamalar boyunca salonun ortasında oturan "Allahsız Gardiyan" lakaplı Ada Komutanı Albay Tarık Güryay'ın arkasındaki iki nöbetçiden biri, Menderes'e tokat atan Üsteğmen Teoman Koman idi. Onu bu kadar küstahlaştıran öfkenin sebebi, tam 36 yıl sonra ortaya çıkacaktı. Jandarma Genel Komutanı olduğu dönemde, 15 Şubat 1996 tarihli genelgede, "Mescitlere rütbeli personel ile sivil memur ve işçiler girmeyecek, mescitlerde ve camilerde ezan okunmayacak, bunun için askerî maksatla verilmiş ses kayıt cihazları kullanılmayacak, mevcutlar sökülecek. Duvarlardaki eski Türkçe yazılar kaldırılacak" diyordu.(**)

Bu talimatların, 45 yıl önce bittiğini zannettiğimiz CHP diktatörlüğünde yapılanlardan ne farkı var? İkincisi de, bu zihniyet; sadece kışlalara değil de bütün ülkeye hükmediyor olsa memleketin hali ne olur?

DİN DÜŞMANLIĞIYLA BİTEN ÖMÜR…
Dün (26 Mayıs), tam bu satırları yazarken ölüm haberi gelen, 28 Şubat genelkurmay başkanı İsmail Hakkı Karadayı'nın, o darbe MGK'sında kullandığı, "Laiklik ilkesinin bozulması ezanın Türkçe okunmasından vazgeçilmesiyle başladı" ifadesi, bu kafaların, İslamiyet'in alamet-i farikası olan ezanı nasıl değerlendirdiğinin açık ifadesidir. İşte bu "yamuk" bakışları sebebiyle de ülkede ezan düşmanlığı asla bitmeyecektir. Oysa ezanı seven her Müslümanın "laiklik düşmanı" olacağı varsayımı, laikliğe; en büyük düşmanlığıdır. Zaten bunların 70 yıldır tedavi edemedikleri kronik hastalık; laikliği "din düşmanlığı" olarak görüp, Müslümanları dövmek için bir "sopa" gibi kullanmalarıdır.

Bu darbeciler, askerî okullarda formatlandığı için din, ezan, Kur'an gibi konularla ilgili refleksleri ve Müslümanlara bakışları 1960'ta neyse 60 yıldır da yine odur.

Aynı Karadayı, 26 Haziran 2012 tarihinde Meclis'teki Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu'na verdiği ifadede, "Türkçe ezan okununca anlıyordum, şimdi anlamıyoruz. Menderes'in bunu değiştirmesi en önemli hatası oldu" demiştir.

SANKİ ANLAYINCA CAMİYE KOŞTULAR
Ezanın tekrar "Türkçe okunması" tartışmalarının asıl maksadını anlamak için, 70 yıldır; "Türkçe okunsun, anlayalım" sakızını çiğneyenlerin, ezanla-namazla ne kadar ilgileri olduğuna bakmak yeterlidir. Gerek ilk başta bu zulmü bu millete reva görenlerin ve gerekse onların yolunda gidenlerin; hiç birinin camiyle cemaatle ilgisi yoktur. Ezanla sürekli işi olanların "Ezanı anlamıyorum" gibi bir şikâyeti asla olmamışken, ezanın kametin ne olduğunu bile bilmeyen, eline Kur'an-ı Kerim almayan bu samimiyetsizlerin, "Ezanı; Kur'an'ı anlama" sevdası çirkin bir tezgahtan başka bir şey değildir. Sanki müezzinin ne dediğini anladıkları zamanlar camiden çıkmadılar!

İşte, ezanla-namazla ilgisi olmayanların, bitmeyen ezan savaşı, "vekaleten" yürüyen "Haçlı-Hilal" kavgasından başka bir şey değildir. Çünkü, ezan, kamet, hutbe ibadetin parçasıdır, din nasıl emretmişse öyle uygulanır. O bakımdan "Türkçe ezan, Türkçe kamet, Türkçe hutbe, Türkçe namaz" demek İslamiyet'i tahrif etmektir. Çoktan taktik değiştirmiş olan Haçlı-Siyonist ittifak, artık çayın taşı ile çayın kuşunu vurmakta, yerinden kıpırdamadan savaş kazanmaktadır.

Allah'a şükürler olsun ki, merhum Başbakan Adnan Menderes, ezana yönelik Haçlı saldırısını; canı pahasına etkisiz hale getirmiştir. Fakat ne yazık ki, "minberdeki işgal" hâlâ devam etmektedir. Cuma namazının bir parçası olan hutbe, asırlardır aslına uygun olarak; Arapça okunur, muhtevası Cuma namazından önceki veya sonraki vaazlarla anlatılırdı. CHP devrinde Türkçeleştirildi ve öyle devam etti. Sanki yüz yıldır hutbeleri herkes anlayınca bütün millet ihya edildi!

EZAN YASAĞI BİTTİ AMA DÜŞMANLIĞI HİÇ BİTMEDİ
Üç günlük yazı serisi ile bu konu üzerinde durmamızı gereksiz bulan bazı okuyuculardan, "Geçmişte kalan ayrıntıları sürekli ve ayrıntılı olarak bu günlere taşımak, milleti ayrıştırmaktan başka bir işe yaramaz" mealinde eleştiriler aldım.

Ezan ve Kur'an düşmanlığı sadece, "CHP'nin tek parti diktatörlüğü dönemi"nde kalsaydı; sonra gelenler her fırsatta tekrarlamasaydı, biz de konuyu kapatırdık.

Oysa asla ölmeyen bu virüs, her daim pusuda yatmakta, en küçük fırsatta derhal saldırıya geçmektedir. Son yıllarda bu virüsün ortalıkta fazla görülmemesi, "bünye"nin güçlü olmasındandır. 6 Kasım 2018 akşamı dolduruşa gelerek, "Ezan Türkçe okusun" diyen CHP Genel Başkan Yardımcısı Öztürk Yılmaz'ın ihraç edilmesi, sadece siperden erken fırladığı içindir.

Bugünkü CHP yöneticilerinin, "Kimsenin inancı-ibadeti bizi ilgilendirmez" mealindeki açıklamalarının tamamı takıyyeden ibarettir. Aynen çoğunluğu kaybettikleri 1950 meclisinde kendi ezan yasaklarını savunamayacaklarını görünce "Kaldırılmasına karşı değiliz" dedikleri gibi, şimdi de sadece "iktidarsız" oldukları için böyle davranmaktadırlar. Nitekim, daha birkaç gün önce İzmir'de ezana yapılan çirkin saldırıyı, CHP il başkan yardımcısı Banu Özdemir; "eteklerine zil takıp oynayarak" kutlamıştır.

Müslümanlar asla unutmamalıdır ki CHP, kaportası; boyası ne kadar değişirse değişsin, motoru; din düşmanlığıyla çalışan bir "şer-büs"tür.

Allah CHP'ye, beni haklı çıkarma fırsatı vermesin…

(*) Bayram Sarıcan, 1930'lardan Günümüze Bursa'da Dinî Hayat: Gördüklerim -Duyduklarım – Yaşadıklarım, Yayına hazırlayan: Mustafa Öcal, Düşünce Kitabevi, Bursa 2003

(**) 28 Şubat 1997 MGK'sı Tutanakları