İşte Hilal Kaplan'ın konuyla ilgili o yazısı:
Esas adı "Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi" olan İstanbul Sözleşmesi, 11 Mayıs 2011'de, İstanbul'da yapılan Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu toplantısında imzaya açıldı. Türkiye adına imza atan dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu idi. Kendi deyimiyle "şahsi meselesi" olan sözleşme, 14 Mart 2012'de Meclis onayına sunuldu. Sonuç: AK Parti, CHP, MHP ve BDP'nin oybirliğiyle, yani sıfır ret oyuyla Meclis'te onaylandı. Meclis'ten oybirliğiyle geçen sözleşmeyi bugün çoğunluk ya sahiplenmiyor ya da sessiz kalmayı tercih ediyor. Zira sözleşmeyi yasaya dönüştüren 6284 nolu kanuna büyük itiraz var.
Bu sebeplerin neden haklı olduğunu daha önce yazmıştım.
İlki, şiddeti sadece fiziki değil, psikolojik ve ekonomik olarak da kategorize edip, aile içi tartışmada söylenen herhangi bir söz veya geçim sıkıntısı kaynaklı herhangi bir eksiklik üzerinden kadının polisi arayıp eşini evden 3 ile 6 ay arasında zorla uzaklaştırmasına imkân sağlayan bir yapısı var. Size az maaş veren veya yetersiz bir çalışan olduğunuzu söyleyen patronunuza uygulayamayacağınız önlemleri, devlet eliyle ömür paylaşmak üzere aynı çatı altına girdiğiniz eşinize uygulamanızı sağlayacak bu kanunun kötüye kullanılabildiğine dair örnekler de mevcut.
Ayrıca bu sözleşme sayesinde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ilk kez içinde LGBT lobisinin bir numaralı tezi olan "cinsel yönelim" ibaresinin geçtiği bir metine de imza atmış oldu. Sözleşme sadece şiddete uğrayanı korumak amaçlı olsa da eşcinsel vatandaşının güvenli yaşam hakkını korumak için devletin LGBT lobisinin kavramlarına başvurmaya ihtiyacı yoktur. Aynı kadını korumak için ihtiyacı olmadığı gibi...
YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ!