AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik MYK ve MKYK'ya gündemine ilişkin önemli açıklamalarda bulundu.
MKYK toplantısında iç ve dış politika konularını görüştüklerini söyleyen Çelik, Ayasofya Camisi'nin yeniden açılmasıyla ilgili de kapsamlı bir değerlendirme yaptıklarını belirtti.
Terörle mücadelede şehit düşenlere Allah'tan rahmet dileyen ve MKYK toplantısı sürecinde Artvin'deki gelişmeleri de takip ettiklerini aktaran Çelik, Artvin'e geçmiş olsun dileklerini iletti.
"AZERBAYCAN'IN YANINDA TÜRKİYE VARDIR"
Ermenistan tarafından Azerbaycan'a gerçekleştirilen saldırganlığın da gündemlerinde olduğunu belirten Çelik, "Ermenistan ayağını denk alsın, bu şekildeki saldırganlık hiçbir şekilde kabul edilemez, haddini bilmesi lazım. Azerbaycan'ın yanında Türkiye vardır. Türkiye her zaman her şart altında Azerbaycanlı kardeşlerinin yanında olacaktır. Ermenistan saldırganlığı cüretkar bir saldırganlık olarak hiçbir hukuk tanımadan bir kere daha yeni bir aşamaya geçmiş oldu. Ermenistan'ı bu tip saldırganlıktan uzak durmaya çağırıyoruz, Türkiye'nin Azerbaycan'ın her zaman yanında olduğunu bir kere daha ifade ediyoruz." diye konuştu.
"SOYKIRIMA KARŞI YETERLİ BİR CEVAP VERİLMİŞ DEĞİL"
Srebrenitsa Soykırımı'nın 25'inci yılı olduğunu hatırlatan ve bu sürede acının dinmediğini vurgulayan Çelik, bunun İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa'nın göbeğinde gerçekleşen en büyük katliam ve soykırım olarak gündeme geldiğini anımsattı.
Çelik, Birleşmiş Milletler üniforması giyen Hollanda askerlerinin buradaki masum Boşnakları kendilerine sığındığı halde Sırp katillere teslim ettiklerini hatırlatarak "Daha sonrasında da bu Sırp katillerle oradaki Birleşmiş Milletlerin Hollandalı komutanının karşılıklı hediyeleşmesine dair fotoğraflar insanlığın hafızasına kazınacak şekilde gündeme düşmüştü." dedi.
Hollanda Yüksek Mahkemesinin 2019 Temmuz'unda verdiği kararda yüzde 10 civarında bu kişileri sorumlu tuttuğunu söyleyen Çelik, "Ama bilinen şey şudur; bu bir soykırımdır ve orada Birleşmiş Milletler üniforması giyen Hollanda askerleri bundan sorumludur. Aradan geçen 25 yıla rağmen bununla ilgili ciddi bir yargılama yapılmamıştır. Sadece Yüksek Mahkemenin Hollanda'da verdiği bir karar var, o da bu askerleri kısmen sorumlu tutuyor. İnsanlığa karşı suçların cezasız kalmasının en çarpıcı örneklerinden biri olarak halen hafızalarımızdadır." dedi.
Çelik, Kültür Bakanlığı döneminde, Srebrenitsa anmalarına katıldığını belirterek "Bu acıyı halen yaşayan, orada evladını, eşini, çocuğunu, ailesini kaybetmiş Boşnak anneler bu mücadeleyi sürdürüyorlardı. Tabii bu mücadele Boşnak annelerin verdiği büyük mücadele ile dünyaya duyuruldu ama dünya buna gereken cevabı vermedi. Halen uluslararası ceza yargılaması bakımından Avrupa'nın göbeğinde gerçekleştirilmiş bu soykırıma karşı yeterli bir cevap verilmiş değil." değerlendirmesinde bulundu.
Esas düşünülmesi gereken konunun bir daha benzer soykırımların yaşanmaması konusu olduğuna işaret eden Çelik, "Aradan geçen bu 25 yılda dünya ne öğrendi, neyi hayata geçirdi diye değerlendirmek lazım. O gün dünyanın gözü önünde, Avrupa'nın göbeğinde bu gerçekleşebiliyorsa dünyanın başka yerlerinde de gerçekleşebilir ve bunun olmaması için ne yapmamız gerekir diye düşünmek, buna dönük tedbirler almak, hukuki açıdan, yargılama açısından ve askeri açıdan tedbirler almak gerekiyordu." dedi.
"DÜNYA SEYRETMEYE DEVAM EDİYOR"
"Maalesef bu konuda bir adım bile ileri gidilmediğini söyleyebiliriz." ifadesini kullanan Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Örneğin Libya'da Hafter'e Fransız güçlerinin destek verdiği açık biliniyor, pek çok ülkenin Hafter güçlerine destek verdiği biliniyor. Şimdi Hafter'in terk ettiği yerde toplu mezarlar ortaya çıkıyor. Birleşmiş Milletler bu toplu mezarların incelenmesi ile ilgili bir girişim başlatıyor, temmuz ayında başlayacak bu mezarların incelenmesi ama bu Srebrenitsa'dan sonra bir daha bunlar olmasın diye dünyanın ders çıkarmadığının bir başka örneğidir.
Aynı şekilde Suriye'de rejim kimyasal silah kullandı, savaş uçaklarıyla halkını bombaladı, buna karşı da dünya bir şey yapmadı. Halen Myanmar'da Arakanlı Müslümanların başına gelenler açıktır, orada da bir soykırım yaşanıyor. Üstelik 'soykırım' ifadesi Birleşmiş Milletlerin oradaki temsilcilerinin açık bir şekilde yazdığı bir ifadedir. Aynı Sırp ordusundan ve Sırp ordusunun içindeki o akrepler denilen Sırp özel kuvvetlerinin gerçekleştirdiğine benzer şekilde Myanmar'daki soykırımı da doğrudan Myanmar ordusunun gerçekleştirdiği bilinmesine rağmen dünya bunu da seyretmeye devam ediyor. Dolayısıyla bütün bunlar Birleşmiş Milletlerin bütün bu organizasyonların 25 yıl boyunca kendini bu tip katliamların, soykırımların olmaması konusunda donatamadığını daha da geriye gittiğini gösteriyor."
Çelik, Türkiye'nin bir daha Srebrenitsalar olmaması konusunda kararlılığa sahip bir ülke olduğuna işaret ederek "Gerek Libya'da buna izin vermemek konusunda gerekse Suriye'de buna izin vermemek konusunda Türkiye elinden geleni yapmaktadır. Eğer biz bu mültecileri, bu kardeşlerimizi, ölümden kaçan Suriyeli kardeşlerimizi topraklarımızı almasaydık, Kobani'deki Kürt kardeşlerimizi topraklarımıza almasaydık onların da başına Srebrenitsa'da olanların bir benzeri gelebilecekti. Ya da Türkiye meşru Serrac hükümetine destek vermeseydi Fransa'nın ve bazı ülkelerin destek verdiği Hafter'in benzer katliamlara imza atacağı konusunda hiçbir şüphe yoktur." diye konuştu.
Srebrenitsa'da yaşanan acıların emsalsiz olduğunu ve hiçbir şeyle mukayese edilemeyeceğini söyleyen Çelik, "Srebrenitsa'yı anarken de benzerlerinin olmaması için neler yapılması gerektiği konusunda bir doğrultuya, bir tefekküre, bir siyasi eylem planına ihtiyaç olduğu da açıktır." dedi.
Tüm bunlar varken Avrupa Parlamentosunun bunları konuşmak yerine Türkiye karşıtı konuları gündemine almaya devam ettiğine dikkati çeken Çelik, "Akdeniz'de İstikrar, Güvenlik ve Türkiye'nin Konumu adlı bir oturum yapıldı. Burada bir Fransız parlamenter Avrupa medeniyetinin düşmanı olarak tanımlıyor Türkiye'yi. Tabii bu Fransız zihniyetine bir kere daha bu Hafter'e verdikleri desteği ve bu toplu mezarların Avrupa medeniyetinin neresine düştüğünü hatırlatmak isterim." ifadelerini kullandı.
Çelik, Türkiye'nin Suriye'den göç eden mültecilere kapılarını açtığını hatırlatarak şunları kaydetti:
"Unutmamaları gerekir ki eğer Türkiye, Suriye'den kaçan mülteci kardeşlerimizi ölümden kurtarmak için topraklarını açmasaydı, bunların hepsi Avrupa'ya gitseydi, bugün ortada Avrupa demokrasisi diye bir şey kalmazdı, bütün aşırı sağcılar iktidara gelirdi. Türkiye yönettiği göç politikasıyla esasında Avrupa demokrasilerini korumuştur. Daha ortada ciddi bir göç problemi bile olmadan Avrupa'da ilk defa AfD denilen aşırı sağcı parti, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra bir faşist parti ilk defa mecliste yer almıştır. Nazi bağlantısı olduğu düşünülen kişiler milletvekili olabilmiştir. Fransa'daki durum ortadadır, Hollanda'daki durum ortadadır. Le Pen'den Wilders'e kadar bunlar daha göç tehlikesi ufukta gözükür gözükmez Avrupa demokrasilerini de istismar ederek ve sömürerek bir korku iklimi yaratarak çeşitli parlamentolarda yer aldılar ya da iktidar alternatifi haline geldiler. Eğer Türkiye bu Fransız parlamenterin Avrupa medeniyetinin düşmanı olarak küstahça tanımladığının tam tersine Türkiye bu yapılanları yapmamış olsaydı bugün ortada ne Avrupa demokrasisi kalırdı ne Avrupa medeniyeti kalırdı, bütün bir Avrupa faşistlerin elinde kalırdı."
Çelik, Avrupa Birliği (AB) Dış Politika ve Güvenlik İşleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell'in "Siz Avrupa ordularını seferber eden Papa 5. Pius gibi konuşuyorsunuz" ifadelerini aktararak "Bunların ne kadar büyük bir savrulma içerisinde olduğunu net bir şekilde gösteriyor. Tabii Borrell'in buradaki yaklaşımını doğru buluyoruz, işlerimizi müzakere ile konuşmakla çözebilmeliyiz ama bir demokrasi okulu, bir insan hakları okulu olarak bilinen Avrupa Parlamentosunun bu tip fanatiklerin elinde kalması da maalesef son derece kaygı verici bir durumdur." diye konuştu.
Avrupa'daki aşırı sağın antisemitist siyasetini, Avrupa değerlerine düşman olan siyasetini siyasi bir "matruşka" ile örtmeye çalıştığını dile getiren Çelik, şunları söyledi:
"Bu matruşkanın en tepesinde Erdoğan fobi var, Erdoğan düşmanlığı var. Onu kaldırdığınız zaman altından Türkiye düşmanlığı çıkıyor, onu kaldırdığınız zaman İslam düşmanlığı çıkıyor. Şimdi bu çerçevede kendilerini gizleyerek bir siyaset yapmaya çalışıyorlar. Aslında çok derinlerde İkinci Dünya Savaşı öncesi Avrupa'ya büyük acılar yaşatmış olan antisemitizmin ve Avrupa Birliği'ni kuran Avrupa değerlerine düşmanlığın da var olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla bugün İslam düşmanlığına, Erdoğan düşmanlığına, Türkiye düşmanlığına sessiz kalanların yarın bir gün bu faşistler bu hatlar üzerinde ilerledikçe demokrasilerini korumakta zorda kalacaklarına, Avrupa değerlerini korumakta zorda kalacaklarına dair kendilerini uyarıyoruz. Dolayısıyla Türkiye düşmanlığı, İslam düşmanlığı, Erdoğan düşmanlığı hattından ilerleyenlerin yarın bir gün Avrupa'nın gerçek demokratlarını hedef alacağı konusunda kuşku yoktur."
Avrupa'da demokrasi ve insanlık bilincinden kuşku duymadıkları, medeniyetler ittifakına ve diyaloğa inanan çok sayıda arkadaşlarının bulunduğunu belirten Çelik, "Onların demokrasilerini koruma barikatını İslam düşmanlığı, Erdoğan düşmanlığı ve Türkiye düşmanlığı yapanlar çerçevesinde kurması lazım. Eğer demokrasiyi savunma barikatını bu düşmanlıklarla mücadele şeklinde kuramazlarsa o faşistler buraları geçtikten sonra Avrupa değerlerine düşmanlığı yeniden gündemlerine alacaklar, Avrupa Birliği'ni hedef alacaklar ve antisemitizmi yeniden diriltmeye çalışacaklar." dedi.
Fransa'dan, Libya politikasıyla ilgili Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a ve Türkiye'ye dönük yapılan bütün saldırıların sebebini bildiklerini belirten Çelik, burada bir oyun oynanmaya çalışıldığına dikkati çekti.
Bir yandan Hafter'e destek verenlerin bir yandan da Hafter ile Serrac arasında ara bulucu olmaya çalıştığını ifade eden Çelik, şunları kaydetti:
"Hafter'e verdikleri destek, Libya halkına toplu mezarlar olarak döndü. Bunları uyardık, 'Bakın bunu yapmayın, daha önce bunları Ruanda'da, Cezayir'de yaptınız' diye. Şimdi bunu çok çarpıcı hale getiren ahlaksız bir jestte bulundular. Cezayir'e yönelik yapmış olduğu bir jesti işittik. Savaş ganimeti olarak el konulup Fransa'ya götürülen ve müzede sergilenen Cezayirli mücahitlerin kafataslarından 24 tanesini iade etmişler. Düşünebiliyor musunuz Cezayirli mücahitlerin cesetleri bir direniş sembolü olmasın diye bunların kafataslarını alıp Fransa'ya götürdüler. Tam 171 yıl boyunca mukavva kutularda, pespaye bir ortamda bunları sergilediler, üstelik müze yaptılar nasıl bir zihniyetse bu."
Fransa'nın Libya'da da insanlığa karşı suç işleyen birtakım gruplara destek verdiğini vurgulayan Çelik, "Fransa'nın Türkiye'ye söyleyeceği hiçbir söz yok. Fransa Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanımızı, Cumhurbaşkanımızın meşru Serrac hükümetine verdiği desteği hedef alarak oradaki toplu mezarların üstünü örtemez. Türkiye'nin bu konularda vereceği hiçbir hesap yoktur." dedi.
Çelik, Fransa'nın sömürge geçmişiyle hesaplaşmasında fayda olduğuna işaret ederek Cezayirli mücahitleri rahmetle andı.
"ÇOCUKLAR NASIL KAYBOLUYOR"
Sosyal medyada, "yabancı bir alışveriş sitesi üzerinden kaçırılmış çocukların pazarlanması"nın gündem olduğunu belirten Çelik, "İşin bize yansıyan bir boyutu söz konusuysa güvenlik birimlerimiz, adliyemiz inceleyecektir. Bu gündemi ilgililere bildirdik." diye konuştu.
Çelik, Avrupa'da kayıp çocuklar meselesinin çok büyük bir yara haline geldiğine dikkati çekerek AK Parti İstanbul Milletvekili Serap Yaşar'ın Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nde "Avrupa'da kayıp ve mülteci göçmen çocukların durumu"nu araştıran bir raporunun olduğunu kaydetti.
Bu rapora göre, 2017-2019 arasında Almanya'da 11 binin üzerinde, Fransa'da 6 bin, İtalya'da 20 bine yakın, İspanya'da 9 bin 218 mülteci çocuğun kayıp olduğunu aktaran Çelik, "İsveç'te 2009-2019 arasında 4 bin 659 çocuk kayıp. Hollanda, İngiltere diyerek bu rakamlar gidiyor. Bu kadar güçlü istihbarata sahip olan, bu kadar güçlü devletlerin bu kayıp çocukların nerede olduğunu bulamaması hiçbir şekilde kabul edilebilir değildir." diye konuştu.
"Bu çocuklar nasıl kayboluyor? Bu çocuklar kimler tarafından kaçırılıyor? Organ, fuhuş mafyası ve benzeri organizasyonlarla mücadelede elde edilen bir sonuç var mıdır?" diye soran Çelik, birçok göçmen çocuğun ölü bulunduğuna ya da hiç bulunamadığına, birtakım kayıpların ise hiç kaydedilmediğine dikkati çekti.
"SAĞLAM BİR GEREKÇE YOK"
Kaybolan ve ailelerinden ayrı kalan çocukların toplamının 100 bin civarında olduğunun tahmin edildiğini belirten Çelik, "Bu çocuklar hepimize, insanlığın onuruna ve şerefine emanettir. Herkesin insanlık onurunu, şerefini koruyacak şekilde bu çocukların peşine düşmesi gerekir." dedi.
Çelik, bu konuyu takip etmeye ve Avrupa'daki muhataplarına iletmeye devam edeceklerini dile getirdi.
Kovid-19'la ilgili Türkiye'ye dönük seyahat yasaklarını da yakından takip ettiklerini aktaran Çelik, şunları kaydetti:
"Bunların hiçbirinin sağlam bir gerekçesinin olmadığını söylemek isterim. Türkiye bu süreci başarıyla yönetmiştir. Türkiye'nin tedavi protokollerinin ne kadar başarılı olduğu görülmüştür. 'Muğlak devlet verileri'nden bahsediliyor, Türkiye, Dünya Sağlık Örgütü ile ve diğer mekanizmalarla şeffaf bir ilişki içerisindedir. Biz, bütün misafirlerimizi kendi koyduğumuz kurallar çerçevesinde, izin verdiğimiz ülkelerden bekliyoruz. O ülkelerden Türkiye'ye dönük olarak bir seyahat yasağı konulması son derece yanlıştır. Türkiye'nin tedavi protokolleri ve Kovid-19'a karşı aldığı önlemler her bir misafirimizi korumaya yeterlidir. Gerekli tedbirler çerçevesinde bu yasakların objektif kriterlerle değerlendirilmesi gerektiğinin bir kere daha altını çiziyoruz."
"BEDELİ ÖDENMİŞ BİR DEMOKRASİMİZ VAR"
Çelik, 15 Temmuz'un yıl dönümüne gelindiğini hatırlatarak bu tarihin, hiçbir zaman unutulmaması gereken bir işgal girişimine karşı milletin topyekun direnişinin sembollerinden biri olduğunu vurguladı.
Bütün bir milletin kendi demokrasisine sahip çıkmasının, toplumsal bünyesini demokrasi konusunda bu kadar kuvvetli tutmasının, herkesin o gün işgal girişimine karşı sokaklara dökülmesinin demokratik sistemlerde çok nadir görüldüğüne işaret eden Çelik, şöyle konuştu:
"Neredeyse vatandaşımız dünya demokrasi tarihini yeniden yazacak şekilde demokrasisini hak ettiğini, demokrasi için bedel ödediğini, milletin egemenliği için bu topraklarda sahiplenilmiş demokrasi kavramıyla tanımlanabilecek bir aşamaya ulaştığını bütün dünyaya göstermiştir. Çok net bir şekilde söylüyorum, bütün örneklerine sahiplenilmiş demokrasi kavramı gözüyle bakıldığında 15 Temmuz'da yaşanan durum, dünyada demokrasi tarihini yeniden yazdıracak kadar önemli bir direnişi işaret etmektedir. Bu, darbelere, demokrasimizi enfekte etmek isteyenlere, demokrasimizi vesayet yoluyla zehirlemek isteyenlere, demokrasimize karşı suikast girişimi niyetinde olanlara karşı ne kadar bağışıklık kazanmış sağlam bir bünyeye sahip olduğumuzun bir göstergesidir. Sahiplenilmiş, bedeli ödenmiş, hak edilmiş bir demokrasimiz var."
"15 TEMMUZ'UN ANLAMINA UYGUN ANMA OLACAK"
FETÖ'nün Türkiye'yi işgal etmesine, "Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir" iradesini ortadan kaldırıp "sapık bir dini rejim" kurmasına karşı bütün milletin topyekun direndiğini belirten Çelik, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın TSK ve Emniyet içindeki demokrasiye bağlı bütün birimlerin, yargı mensuplarının milletle beraber bu direnişi gerçekleştirdiğini hatırlattı.
Çelik, esas olanın, her bir vatandaşın darbeye karşı geliştirdiği şuur ve darbeye direnirken şehit olanların aziz hatırası olduğunu vurgulayarak onların hatırası önünde saygıyla eğildiklerini söyledi.
Bu sene de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın başkanlığında bir devlet, millet töreni olacağını, şehit aileleriyle bir araya gelineceğini aktaran Çelik, 15 Temmuz'un anlamına uygun bir şekilde anılacağını kaydetti.
"Allah, bize bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın diye bir duamız vardır. Cenabı Allah bu milletimizin, bu ülkedeki kazanımlarımızı korumak için ödediği bedelleri bir daha ödetmesin." diyen Çelik, bunun için 15 Temmuz'daki şehitlerin aziz hatıralarına, onların yürüdüğü onurlu yola sahip çıkmanın, herkesin boynunun borcu olduğunu vurguladı.
AYASOFYA'NIN İBADETE AÇILMASI
Ayasofya Camisi'nin Danıştay'ın verdiği karardan ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın imzaladığı kararnameden sonra 86 yılın ardından ibadete açıldığını anımsatan Çelik, geçmişte bu konularda alınan bazı kararların millete acılar yaşattığını ifade etti.
Ezanın 16 Haziran 1950'de Menderes hükümeti tarafından özgürleştirildiğini dile getiren Çelik, birkaç nesildir de Ayasofya'nın camiye dönmesiyle ilgili büyük bir arzu ve beklentinin millet tarafından gündeme getirildiğini, zaman içinde çeşitli aşamalardan geçilerek bugün bu noktaya gelindiğini söyledi.
Ayasofya'nın tarihin büyük bir bölümünde olduğu gibi cami olarak işlevini sürdürmesi kararının milletin talebine, hukuka ve hakkaniyete uygun olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından son nokta konularak alındığını belirten Çelik, "Bu kararın çıkması kuşkusuz egemenlik haklarımızın doğal bir neticesidir. Türkiye, kendi mülkiyetinde olan bir mekanın nasıl kullanılacağına kendisi karar verir." dedi.
Bu karara yabancı devletlerin bir takım eleştiriler getirdiğini, onların çoğunun da gerekçesi bulunmadığını ifade ettiklerini hatırlatan Çelik, Türkiye'nin içinden yapılan eleştirilerin ise çok yakışıksız olduğunu ifade etti.
Birilerinin karara aykırı sözünün olabileceğine işaret eden Çelik, "Fakat bunu tutup da yabancı devletlerin argümanları üzerinden temellendirmenin çok yakışıksız olduğunu düşünüyorum." diye konuştu.
"Bundan sonra Avrupa'daki camilerimizin başına artık benzer işler gelebilir." gibi adeta Avrupa'daki bir takım kötülük odaklarına, bir takım faşistlere ilham kaynağı olabilecek sözlerin söylenmeye çalışıldığını aktaran Çelik, bir uluslararası ilişkiler profesörünün de televizyonda "Bu kararın Türkiye'nin kurucu liderleriyle hesaplaşmak anlamına geldiği" yönünde sözler sarf ettiğini belirterek, "Bu kadar sığ bir kafa olabilir mi? Yani geçmişteki siyasi kararları bu kadar dogmatik ele alan bir yaklaşım olabilir mi?" dedi.
"Türkiye'nin artık laik olmadığının bir göstergesidir." şeklindeki sözleri aktaran Çelik, şöyle devam etti:
"Bu nasıl bir laiklik anlayışıdır? Bu laiklik anlayışının geçmişte gerçek bir laiklik anlayışı olarak uygulanmadığını, bizim savunduğumuz şekilde laik bir devlet anlayışının tam karşısına geçmiş fundamentalist bir laikçiliğin bir bakıma bir din gibi dayatıldığını ve Türkiye'ye çok acı bedeller ödettirildiğini burada defalarca söyledim. Aslında bu laikçilik, laik devlet anlayışına karşı bir yaklaşımdı. Şimdi çıkmış geçmişte verilmiş bir kararın tekrar değiştirilmesini Türkiye'nin laik devlet olmaktan çıkması olarak değerlendirme şeklinde bir sığlığa düşülüyor. 500 yıl boyunca cami olarak kullanılmış bir mekanın 86 yıl boyunca müze olarak kullanıldıktan sonra tekrar cami işlevine döndürülmesinin neresi laikliğe halel getirebilir? Milletin sevinciyle sevinemeyen, adeta Yunanistan Parlamentosu'nda konuşuyormuş gibi aynı argüman dizisinden buraya bakan birisi... Bunlar 'ben karşıyım der', başka bir şey söyler fakat bu argümanların benzerliği, yani Türkiye'nin egemenlik haklarını kullanmasına karşı bir rahatsızlık var gibi bir yaklaşımla bunu öne sürüyorlar."
Entelektüel kesimlerden hiç de entelektüel derinliğe yakışmayan şekilde, "bu toprakların tarihine saygısızlık", "bu laikliğe karşıdır" ifadelerinin kullanıldığını aktaran Çelik, "Bu toprakların tarihine niye saygısızlık olsun, bu toprakların alnı açıktır." dedi.
Hala açık kiliselerin, sinagogların bulunduğuna dikkati çeken Çelik, "Bunlar, milletimizin ve devletimizin teminatı altındadır." ifadesini kullandı.
Demir Kilise'nin açılışını Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Bulgar Başbakanı, Ortodoks ve Müslüman liderlerle beraber yaptığını hatırlatan Çelik, "Biz topraklarımız üzerindeki farklı dinlere ait mekanların içinde Allah'ın adının anıldığı mekanların korunmasından büyük bir şeref duyarız. Bunu büyük bir hassasiyetle yerine getiriyoruz." değerlendirmesinde bulundu.
Türkiye'de azınlık vakıflarına ait malların iade edilmesinden diğer dinlere ait ibadet mekanlarının restorasyonlarına kadar Cumhuriyet döneminde rekor seviyede iş yapıldığını ifade eden Çelik, ilk defa Süryani vatandaşların kilise ihtiyacının karşılanması için onlara yeni bir kilise arazisi tahsis edildiğini, Kültür ve Turizm Bakanı olduğu dönemde bu konu gündeme geldiğinde konunun çözülmesi için çok gayret gösterdiklerini anlattı.
Bütün azınlık temsilcisi vatandaşların yurt dışındaki muhataplarına Türkiye'de AK Parti iktidarları döneminde gördükleri ilgiyi hiçbir zaman görmediklerini açık ve net bir şekilde beyan ettiklerini aktaran Çelik, "Türkiye'nin burada bu kardeşlikle ilgili bir problemi yoktur. Türkiye'nin burada bu mekanları korumakla ilgili bir problemi yoktur." ifadesini kullandı.
"Ayasofya'nın evrensel bir mirası var, evrensel bir anlamı var, UNESCO'nun dünya kültürel miras listesinde, acaba bu korunacak mı?" söylemlerine de değinen Çelik, "Tabii ki korunacak. Ayasofya, cami işlevini yerine getirirken aynı zamanda yurt dışından ya da yurt içinden gelecek herkesin ziyaretine açık olacak. Oradaki Ayasofya'nın evrensel mirasını temsil eden ikonalar, freskler aynen korunacak. Onlar namaz saatinde ya ışık ya perde sistemiyle kapatılacak. Bu, bizim geleneğimizde vardır zaten. Biz bu eserleri her zaman koruruz ve bunlara saygı gösteririz. Ondan sonrasında, namaz vakti bittikten sonra ziyaret edenler onu görecekler. Daha önce burayı parayla ziyaret edenler, şimdi ücretsiz ziyaret edecek. Ayasofya, cami olarak ve evrensel dünyanın kültürel mirasının ihtişamını taşıyan büyük bir mekan olarak bütün insanlığa görkemini göstermeye devam edecek. Bundan daha doğal ne olabilir?"
"UNESCO'NUN YANLIŞ BİR DEĞERLENDİRME YAPMAYACAĞINI DÜŞÜNÜYORUZ"
UNESCO'nun "Ayasofya'nın UNESCO Kültürel Miras Listesi'ne tekrar alınıp alınmamasını tekrar değerlendireceğiz." yönündeki açıklamalarına ilişkin değerlendirme yapan Çelik, UNESCO'nun yanlış bir değerlendirme yapmayacağını düşündüğünü ifade etti.
İbadet mekanı olarak açık olup aynı zamanda da miras listesinde olan yerlerin bulunduğuna işaret eden Çelik, İspanya'da camiden kiliseye çevrilmiş Kurtuba Camisi'nde kilise ayinlerinin de yapıldığını, aynı zamanda da kültürel miras listesi içinde yer aldığını, böyle 100'e yakın mekanın bulunduğunu kaydetti.
Çelik, "UNESCO yetkilileri şunu bilsinler, burasının evrensel mirasının korunması konusunda Türkiye her türlü iş birliğine açıktır ve Türkiye bu konuda alnı açık bir ülkedir, hiçbir şekilde bu konuda geri adım atan ya da bu mirası lekeleyen bir yaklaşım içinde hiçbir zaman olmamıştır, bundan sonra da olmayacaktır. Ayasofya'nın bütün özellikleri korunacaktır, bundan sonrasında daha iyi muhafaza edilecektir." ifadesini kullandı.
"MİRASIN KORUNMASI KONUSUNDA BİR PROBLEM OLMAYACAKTIR"
Yunanistan'dan gelen "Bu bize karşı provokasyondur. Hatta Yunanistan-Türkiye meselesi değil insanlığa karşı provokasyondur." açıklamalarına ilişkin "Başkentinde cami olmayan tek AB ülkesi Yunanistan'dır. Osmanlı camilerine ve Osmanlı eserlerine karşı saygısızlık yapmakta birinci olan bir ülkedir. Hiç konuşmaması gereken bir ülke varsa o da Yunanistan'dır." diyen Çelik, şunları kaydetti:
"Şimdi çıkmış bundan bahsediyor. Burada Ayasofya Camisi, hukuki açıdan Türkiye'nin egemenlik haklarını kullanmasından ibaret bir kararla cami işlevini sürdürecektir. Kültürel miras açısından düşünürsek de bu dünyanın pek çok yerinde olan hem ibadet mekanı olarak kullanılan hem kültürel mirası korunan evrensel dünyanın bir parçası olan özelliğini de aynen koruyacaktır.
Şunu da unutmamak gerekir ki sadece Ayasofya Camisi değil onunla beraber orası kentsel arkeolojik sit alanı, Sultanahmet arkeolojik sit alanı, Süleymaniye koruma alanı, Zeyrek koruma alanı, İstanbul kara surları koruma alanı olmak üzere 4 alanı ihtiva edecek bir kompleksin içindedir Ayasofya'nın kültürel miras içerisine girmesi. Dolayısıyla şunu da unutmamak gerekir, bu kültürel miras listelerinden Ayasofya'nın kesinlikle çıkarılacağını düşünmüyoruz. Hiçbir şekilde bu kriterlerin dışında bir Ayasofya'nın işlevi yoktur. Fakat birileri bizi bununla korkutuyorsa o kültürel miras listesiyle Ayasofya şereflenmez, o kültürel miras listesi Ayasofya ile şereflenmiştir. Ayasofya'nın şerefe ihtiyacı yoktur, tam tersine o miras listelerinin şerefe ihtiyacı vardır ve bunu da sağlayan en önemli unsurlardan bir tanesi Ayasofya'dır. Ayasofya, cami olarak o muhteşem özelliklerini o ihtişamını yine dünyaya göstermeye devam edecek, yine dünyaya açık olacak. Cumhurbaşkanımızın mesajı bu konuda nettir, ülkemizin bu konudaki tarihi geçmişinde alnı açıktır. Son yıllarda yaptığımız uygulamalar bunun çok parlak örnekleriyle doludur. Dolayısıyla bundan sonrasında da mirasın korunması konusunda bir problem olmayacaktır."
"BU BİR KİMLİK BUNALIMIDIR"
Ömer Çelik, Ayasofya'yı camiye çevirdikten sonra yabancı devletlerin ne kötülükler yapacağını maalesef içerideki bazı siyasetçilerin, gazetecilerin, akademisyenlerin sayıp dökmekle uğraştığını ifade ederek, "Bu bir kimlik bunalımıdır, bu bir kimlik krizidir. Yabancı devletlere ilham kaynağı olacak kötülüklerin neler olabileceğini saymak yerine milletin sevinciyle sevinmekte fayda vardır. Ayasofya Camisi'nin tekrar cami olarak kullanılmasına ilişkin karar milletimize tekrar hayırlı olsun. Egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğu ifadesinin bir neticesi olarak bu karar ortaya çıkmıştır." değerlendirmesini yaptı.
Libya'daki gelişmeleri yakından takip ettiklerini ifade eden Çelik, Türkiye'nin Libya'da iki taraf arasında ara bulucu olması konusunda, ana muhalefetten gelen açıklamaları eleştirdi.
Çelik, bahsedilen taraflardan birinin Birleşmiş Milletlerin (BM) meşru hükümet olarak kabul ettiği Serrac hükümeti olduğuna işaret ederek "Türkiye buna destek veriyor. Diğeri kimdir? Toplu mezarların arkasında olan darbeci, gayrimeşru milislerle Libya halkına toplu mezarları layık gören Hafter milisleri. Bu ikisi arasında nasıl bir ara buluculuk olacak? Meşru hükümeti desteklediğiniz halde kendi ülkenizin ana muhalefet partisinden eleştiri alıyorsunuz. Böyle bir şey olabilir mi? Aynı Suriye'de yaptıkları hatayı yine yapmaya devam ediyorlar. Meşru olan ile gayrimeşru olan, aynı terazinin kefelerine koyulamaz. Türkiye meşru Serrac hükümetine tüm Libya halkının geleceği, esenliği adına destek vermeye devam edecektir." değerlendirmesini yaptı.
Bir gazetecinin, "Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Ayasofya kararı konusunda Atatürk'ü ihanetle suçladığı yönünde CHP'den gelen eleştiriler olduğunu" hatırlatması üzerine Çelik, şöyle konuştu:
"O karar alındıktan sonra Ayasofya'nın tekrar camiye çevrilmesini idamla yargılama sebebi sayan dönemler geçirilmiştir. Problem burada, bir cami müzeye çevrildikten sonra bunun tersini savunan tekrar asli işlevine kavuşturulması gerektiğine dair görüşlerin neredeyse idam sebebi sayılmasıdır. Türkiye'de Atatürk'ün verdiği kararların arkasına saklanarak Atatürk'ün verdiği kararları istismar ederek millete çektirilmiş çok acı vardır. Burada mesele, Türkiye'nin ilk Cumhurbaşkanı ile şimdiki Cumhurbaşkanı'nın görüşlerini karşı karşıya getirmek değildir. Böyle bir şey de söz konusu değildir. Devlet kendi mantığı içerisinde değişen koşullarda değişen kararlar alabilir. Şunu da unutmamak gerekir ki devletin sahibi millettir, millet ne derse o olur. Devletin içindeki herhangi bir grup, toplumun içindeki herhangi bir yapılanma değildir devletin sahibi, topyekun millettir."
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Ayasofya hakkındaki sözlerinin, Türkiye'nin kurucu lideri Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e karşı olmasının düşünülemeyeceğinin altını çizen Çelik, "Alınan o karardan sonra insanların, bir örnek olarak söylüyorum, Ayasofya'nın tekrar camiye çevrilmesini idam kararı sayacak yargılamaların söz konusu olduğu, bunun dışında bir görüş belirtmenin suç olduğu bu 86 yıl içerisindeki tarihi kötü mirasla ilgilidir." dedi.
Ayasofya'yı işleten yabancı firmayla sözleşmenin nasıl feshedileceğine ve herhangi bir tazminat ödenip ödenmeyeceğine ilişkin soru üzerine ise Çelik, "Ayasofya'nın dini işlevi ile ilgili olarak Diyanet İşleri Başkanlığımız görevlidir. Kültürel işlevi konusunda ise Kültür ve Turizm Bakanlığımızla beraber çalışıyorlar. Teknik olarak bu konu gündemimde olmadı. Onu Kültür ve Turizm Bakanlığımızdan öğreniriz." karşılığını verdi.
"KOVİD-19 İLE YARIŞA GİRSELER, BUNLAR SONUCA ULAŞIRLAR"
CHP Sözcüsü Faik Öztrak'ın Danıştay kararı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın imzaladığı kararla yeniden ibadete açılan Ayasofya Camisi hakkındaki açıklamalarının hatırlatılması üzerine de Çelik, şu değerlendirmelerde bulundu:
"Bu zihniyetin mutasyon hızına yetişmek gerçekten imkansız. Müthiş bir mutasyon hızı var. Bu artık siyasetçi olarak bizim kapsama alanımızdan çıkıyor, bir başkasının ilgilenmesi lazım bununla. Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı Danıştay'ın verdiği karar üzerine bir uygulama gerçekleştiriyor. Tersini yapsaydı, 'hukuku beklemeden karar aldı, diktatör' diyeceklerdi. Gerçekten, yüksek bir mutasyon hızı var.
Bunlar herhalde Kovid-19 ile yarışa girseler, Kovid-19 yarışa başlamadan bunlar sonuca ulaşırlar. Böylesine saygısızca bir açıklama olabilir mi? Memlekette meşru kurum olan Danıştay, kararı vermiş. Başka zaman da normal kararname yetkisini kullandığı zaman Cumhurbaşkanımız, bu sefer de hukuki süreci beklemedi, diktatördü. Diktatörlük ve ikiyüzlülük bunların zihniyetlerinden fışkırıyor. Aynı devre mülk gibi. 15 gün diktatörlük zihniyeti içinde hareket ediyorlar, 15 gün ikiyüzlülük zihniyeti içinde hareket ediyorlar. Diktatörlük ve ikiyüzlülük bunlarda devre mülk gibi geziyor. Bu kadar mutasyon hızı siyaseti hayatımda görmedim. Hızına yetişmek mümkün değil. Danıştay kararını vermiş, Cumhurbaşkanımız da kararnameyi yayımlamış. Bu kadar net. Cumhurbaşkanımız çeşitli konularda karar alırken CHP'nin önerdiği yolları takip etsin... Emin olun biz Türkiye'yi çok seviyoruz, Türkiye'ye böyle bir yazık edemeyiz. Türkiye'yi çok sevdiğimiz için onların önerilerine kulak veremeyiz. Kusura bakmasınlar. "
"CHP GENEL BAŞKANI'NA TANKLARIN ÖNÜNÜ AÇTILAR"
CHP Sözcüsü Öztrak'ın 15 Temmuz hain darbe girişimi gecesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yönelik açıklamalarına da değinen Çelik, şunları kaydetti:
" 'Cumhurbaşkanı'nın helikopteri, uçağı oradaydı... Önceden bir istihbarat mı aldınız?' Halen darbe girişimi gerçekleştiren Fetullahçı Terör Örgütü'nü mağdur gösterme, ona mazeret üretme, ona hafifletici sebep üretme ama Türkiye'nin meşru devlet başkanını bu darbe girişimi içerisinde suçlama arayışı içerisindeler. Diyor ki 'Genel Başkanımız, o gün milletvekillerine, 'Meclise gidin' dedi. Genel Başkanımızı niye suçluyorsunuz'. Basit bir soru bu. Yani niçin Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'ni, MİT binasını, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni (TBMM) bombalayanlar CHP Genel Başkanı'na tankların önünü açtılar? Bu soruyu kimse sormasın mı? Kendisinin de bir açıklama yapması lazım. Acaba kendisine ne atfediyorlar, kendisini nasıl değerlendiriyorlar ki o gece Meclis'i, Külliye'yi, MİT binasını, Gölbaşı'ndaki Emniyet Özel Harekatı bombalıyorlar bir sürü şehit veriyoruz, pek çok yeri bombalıyorlar ama CHP Genel Başkanı'na tanklar yol açıyorlar. Onların asıl bunu kendisinin sorması lazım... Eğer kendilerinin bu konuda bir kusuru yoksa şunu düşünmeleri lazım, 'Biz nasıl bir izlenim veriyoruz ki bu terör örgütüne, bunların bizim yolumuzun açılması gerektiğini düşünüyorlar'. Bunu sorduğunuz zaman buna hiçbir cevap vermeden, 'siz bunu nasıl sorarsınız'."
Çelik, 15 Temmuz gecesi TBMM'ye giden tüm milletvekillerin şan ve şeref dolu bir iş yaptığını ifade ederek sözlerini şöyle sürdürdü:
"Milletvekillerinin oraya gitmesi üzerinden bir başka eylemin meşrulaştırılması gibi bir mantık yürütme olmaz. Bu saçma sapan bir şey. 'Milletvekillerimiz oradaydı, Genel Başkanımıza tankların yol açmasını gündeme getirmeyin' diye. Türkiye Cumhuriyeti Devlet Başkanı herhangi bir yerdeyken uçak, helikopter, koruma bütün imkanları kendisinin emrindedir. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının görevini yerine getirirken görevinin gerektirdiği imkanlara sahip olması, bunların her an hazır ve nazır olması son derece doğaldır.
Darbe girişiminden sonra bu ülkedeki darbe girişiminin neticelerini püskürtmek için alınan kararlara, Meclisin aldığı meşru karara "20 Temmuz darbesi" şeklinde bir yaklaşım üretildiğini belirten Çelik, "Halen bunu söyleyerek 'Cumhurbaşkanı'nın önceden darbeden haberi mi vardı? Niye uçağı vardı? Niye helikopteri oradaydı' gibisinden doğru olmayan bir sürü bilgiyle beraber halen Cumhurbaşkanı o gece, ölümü göze almış, ölüm tehlikesi atlatmış, kendisine yurt dışına çıkması teklif edildiği halde 'gerekirse bu ülkede ölürüm' diyen Cumhurbaşkanı'nı suçlamaya çalışıyor. Fetullahçı Terör Örgütü'nün darbe girişimine mazeret üretmeye çalışıyor. Bunların mutasyon hızına erişmek, bu mutasyonun nereye varacağını tahmin etmek imkansız."
"YUNANİSTAN'DAN GELEN AÇIKLAMALARIN HİÇBİR CİDDİYETİ YOK
Ayasofya'nın ibadete açılmasına ilişkin Yunanistan'dan gelen açıklamalar olduğunun hatırlatılması üzerine Çelik, "Yunanistan'dan gelen açıklamaların hiçbir ciddiyeti yok. Yunanistan şunu unutmasın, burası Türkiye'nin egemenliğinde bir mekandır. Türkiye burada egemenlik haklarını kullanıyor. Yunanistan yine Avrupa'nın şımarık çocuğu olarak, 'Bu, Türkiye ile Yunanistan arasında bir mesele değil, dünya ile Türkiye arasında bir mesele olması gerekir' diyerek dünyayı Türkiye'ye karşı kışkırtmaya çalışıyor. Bunlar boş işler." değerlendirmesini yaptı.
ABD ile Rusya'dan gelen açıklamanın ortak bir özelliği olduğunu, karardan memnun olmadıklarını ifade ettiklerini dile getiren Çelik, "Biz de bu kararın egemenlik hakları çerçevesinde olduğunu söylüyoruz." ifadesini kullandı.
Çelik, 24 Temmuz'dan itibaren ilk namaz kılındıktan sonra Ayasofya Camisi'nin her türlü dinden, ülkeden insanın erişimine açık olacağını, evrensel mirasın parçası olan ihtişamını herkesin görebileceğini söyledi.
"HİÇ KİMSE KENDİ TEMBELLİĞİNİ İKTİDARIN ÜZERİNE ATMAYA ÇALIŞMASIN"
"Adana Büyükşehir Belediye Başkanı'nın odası haczedildi. Bu konuya ilişkin değerlendirmeniz nedir? CHP kanadından 'CHP'li belediyeler çalıştırılmıyor' iddiası var. Bu konudaki görüşünüz nedir?" sorusuna karşılık Çelik, "CHP'li belediyeler çalıştırılmıyor iddiasını anlamakta güçlük çekiyorum." dedi.
Her belediye başkanının seçime girdiği zaman belediyenin borçlarını ne şekilde ödeyeceğini ve hangi hizmetleri vereceğini söylediğini ifade eden Çelik, şöyle konuştu:
"Belediye başkanı oluyorlar ondan sonra da diyorlar ki 'Biz bu kadar borç beklemiyorduk, biz bu hizmetleri nasıl yapacağız'. Hiçbir belediye başkanı kendilerinden önceki, bundan önceki, hiçbiri borçsuz belediye devralmadı ki. Herkes belli bir miktar borçla bırakıyor diğerine. Siyasetçinin yeteneği hem bu borçları ödeyip hem de bu hizmetleri yapabilmesidir. Bunun en parlak örneklerinden biri, Cumhurbaşkanımızın belediye başkanlığıdır."
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın çökmüş, bitmiş, borç dolu, hiçbir iş yapamayan bir belediyeyi devraldığını belirten Çelik, "Hem o belediyenin borçlarını ödedi hem herkes hak edişini aldı hem de İstanbul'a büyük projeler kazandırıldı." dedi.
Adana Büyükşehir Belediyesine haciz olayında bütün CHP'li belediye başkanlarının "Adana'daki belediye haczedildi, biz başkanın yanındayız, hizmetlere devam edeceğiz." ifadelerini kullandığını aktaran Çelik, "Bunu hükümet mi haczetmiş? Bunun hükümetle ne ilgisi var? Bu konuyu gündeme getirirken hükümetle ilgili eleştiri üretiyorlar." diye konuştu.
Özel sektörden birine borçlu olunduğunu belirten Çelik, "Sanki hükümet gelmiş de belediye başkanının masasını ve sandalyesini almış gibi bir yaklaşım üretiliyor. Bunlar yanlış işler." ifadelerini kullandı.
Belediye başkanlarının, vatandaşın önüne hizmetle çıkması gerektiğinin altını çizen Çelik, hizmetle çıkmayıp sürekli "İktidar belediyelerimizi çalıştırmıyor." ifadelerinin kullanıldığını söyledi. Çalışmak isteyenin yolunun her zaman açık olduğunu dile getiren Çelik, "Bakın, hizmetle mi gündeme geliyorlar, siyasi polemiklerle mi gündeme geliyorlar? CHP Genel Merkezinin yapacağı işi, polemik dışı belediyeler yapmaya başladı. Hizmet işini kimin yaptığı belli değil. Kaç tane birbiriyle çelişik söz, yaklaşım çıkıyor, bunu takip etmekte zorlanıyoruz." değerlendirmesini yaptı.
2 milyar lira geliri olan belediyenin, 3-4 milyonluk borcu ödemediğini, bunun rahatlıkla ödenebileceğini anlatan Çelik, sözlerini şöyle tamamladı:
"Niye ödememiş? Ödememiş. O firma hukuki yola başvurmuş. Belediye ile firma arasındaki mesele. Belediye bu ödememeyi nasıl yapmış, herkesin takip etmesi gereken bir şey. Bunun hiçbir tarafında hükümet yok. Sözcü çıkıyor, 'iktidar belediyelerimizi çalıştırmıyor'. Çalışmak isteyen vatandaşın önüne hizmetle çıkar. Hiç kimse kendi tembelliğini iktidarın, hükümetimizin üzerine atmaya çalışmasın."
Halen FETÖ'yü mazur gösterme ona mazaret üretme, tırnak içinde ona hafifletici sebep üretme ama Türkiye'nin meşru Cumhurbaşkanını suçlama arayışı içindeler. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, MİT binasını Meclis'i bombalayanlar CHP genel başkanına tankların önünü açtılar. Bunu kimse sormasın mı? Kendilerinin bir kusuru yoksa şunu düşünsünler bunlar nasıl bizim yolumuzu açıyorlar?