İşte Hürriyet'ten Savaş Özbey'in "Esra Erol olmasa her şey düzelecek mi?" başlıklı yazısı
Sosyal medya neredeyse dördüncü kuvvet... Hukukun geç, yetersiz ya da eksik kaldığı düşünülen alanlarda vicdanların adaletini sağlamada inanılmaz bir etkisi var.
Örneği o kadar çok ki. Şule Çet cinayetinden tutun hani şu araba tekmeleyen "baklavacı kardeşlere"...
Heyecan duymamak mümkün değil. Çağımızın en büyük ilerlemelerinden biri.
Ama her ilerleme gibi kendi sorunlarını da beraberinde getiriyor.
Tozu dumanı biraz geçtiğine göre ters köşeden bakarak bir örnek vermek istiyorum: "Esra Erol olayı".
Bilmeyenlere kısaca hatırlatalım: Esra Erol, "reality show" denilen bir sabah kuşağı programı yapıyor. Programında evli bir kadının çocuğunun kocasından olmadığı ortaya çıktı. Adam canlı yayında yıkıldı, kadınsa neredeyse kahkaha atacaktı.
Hemen herkesin tüylerini diken diken eden bir sahne.
Aile kurumuna mı üzülürsünüz, kadının pişkinliğine mi isyan edersiniz...
Kocasını aldattığı adam ve çocuğun gerçek babası, komşularıymış. Beraber çektirdikleri fotoğraflardaki riyakârlığa mı delirirsiniz...
Hepsinin günahı boynuna.
Böyle durumlarda en çok, yarın öbür gün büyüdüğünde bütün bunları okuyup izleyecek çocuk için kahroluyorum ben.
Fakat o da ne? Sabah bir uyandık ki sosyal medya çalkalanıyor:
#esraerolkaldırılsın
#atvkapatılsın
Yok artık, oldu olacak televizyonculuk yasaklansın...
Bu arada kimsenin reytingi bol rakibi hakkındaki böyle bir kampanya karşısında el ovuşturmadığını ümit ediyorum.
Soru şu: Esra Erol mu, program mı, kanal mı yoksa oraya çıkan insanlar mı ahlaksız?
Hangisi sebep, hangisi sonuç? Sanki bu program olmasa bu olup bitenler yaşanmamış mı olacak?
Cem Yılmaz da şikâyet etmiyor muydu: "Bize marjinal diyenler, sabah programlarını izlemiyor mu?"
Programın formatını beğenin ya da beğenmeyin. Seyirciyi ekrana bağlı tutmak için alta döşenen müzikleri, yapılan diğer canlı yayın kurnazlıklarını bir kenara atın.
Bunları temizlediğinizde geriye kalan özünde şu: Esra Erol bu çarpıklıkları sadece yüzümüze vuruyor. Hem de biraz sert bir tokat gibi.
Şimdi önümüzde iki alternatif var...
Birincisi, başımızı kuma sokup "Görmedim, duymadım, bilmiyorum" demek.
Ve her şeyin mükemmel olduğu, pirüpak bir Türkiye'de yaşadığımıza inanmaya devam etmek.
İkincisiyse her ne kadar zor olursa olsun, bu gerçekliklerle yüzleşmek.
Sorunu kabul etmeden, ne teşhis ne de tedavi yapılabileceğine inananlardanım.
Peki siz ne düşünüyorsunuz?
Bu konudaki görüşlerinizi çok önemsiyorum. Bana ulaştırın ki, sizin görüşleriniz üzerinden bu konuyu tartışmaya devam edelim.