Kaynaklarda ensarın Hz. Peygamber'e ve muhacirlere gösterdikleri yakın ilgi ve sevgiyi gösteren pek çok olay nakledilir. Özellikle hicret sırasında Medineliler'in Resûlullah'ı ve diğer muhacirleri heyecanlı bekleyişleriyle başlayıp ardından devam eden son derece duygulu ve etkileyici olaylar yaşanmıştır. Hicretten sonra Hz. Peygamber'in Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin evinde kaldığı süre içinde ensarın çeşitli kollarına mensup aileler ona sırayla yemek getirmiş ve hediyeler sunmuşlardır. Bu yiyeceklerin pek azıyla yetinen Resûl-i Ekrem geri kalanını da yoksul muhacirlere dağıtmış veya onları evine çağırarak kendi sofrasında ağırlamıştır. Ensardan Ümmü Süleym'in, dokuz on yaşlarındaki oğlu Enes'i Hz. Peygamber'in huzuruna getirip ensar kadınlarının ona sundukları hediyelerle övündüklerini, kendisinin ise oğlunu hizmetine sunmaktan başka ikramda bulunma imkânı olmadığını söylemesi, ensarın Hz. Peygamber'e ve onun şahsında bütün muhacirlere karşı nasıl bir ilgi, yardım ve destek yarışına girdiklerini göstermesi bakımından ilgi çekicidir. Kur'ân-ı Kerîm'de ensarın bu fedakârlığı şöyle belirtilmiştir: "Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları öz canlarına tercih ederler" (el-Haşr 59/9).
Ensar Akabe'de Hz. Peygamber'e verdiği sözü tutarak onu her türlü tehlikeden korumuş, gerek Medine'deki yahudilere ve münafıklara, gerekse Bedir Gazvesi'nden itibaren Mekkeli müşriklere ve diğer düşmanlara karşı yapılan silâhlı mücadelelerde daima Resûl-i Ekrem'in ordusunda yer almış, birçok kahramanlık örneği vermiştir. Bedir Gazvesi'nden önce Kureyş ile savaşacağını haber veren Hz. Peygamber ileri gelen bazı sahâbîlerin düşüncelerini sorunca ensarın liderlerinden Sa'd b. Muâz daha önce kendisine iman edip desteklemeye söz verdiklerini, bu sebeple düşmana karşı koymaktan çekinmeyeceklerini söylemiştir. Aynı şekilde ensarın hanımları da büyük fedakârlıklar göstermişler, İslâm'ın gelişip güçlenmesine destek olmuşlardır.
Ensarın fedakârlığını her fırsatta dile getiren Hz. Peygamber onları ancak müminlerin seveceğini, ensarı sevenlerin mükâfatının Allah tarafından sevilmek, nefret edenlerin cezasının da Allah'ın buğzuna uğramak olduğunu belirtmiş (Buhârî, "Menâḳıbü'l-enṣâr", 4), bir düğünden dönen Medineli çocukları ve kadınları görünce doğrulup ayağa kalkarak dünyanın en değerli ve makbul insanlarının ensar olduğunu söylemiş ve Cenâb-ı Hakk'a dua ederek ensarı ve onların nesillerini bağışlamasını dilemiştir. Ensar evlerinin hepsinde hayır bulunduğunu, özellikle de Benî Neccâr, Benî Abdüleşhel, Benî Hâris b. Hazrec ve Benî Sâide kabilelerine ait evlerin hayırlı olduğunu ifade etmiştir (Müslim, "Feżâʾilü'ṣ-ṣaḥâbe", 172-180). Ensarın feragat ve fedakârlıkları Resûlullah tarafından olduğu gibi diğer bütün müslümanlar tarafından da daima takdirle anılmış, İslâm kardeşliğinin ideal bir uygulaması olarak görülmüş ve örnek alınmaya çalışılmıştır.
Hz. Peygamber'in, yeni müslüman olan bazı Mekkeliler'e (müellefe-i kulûb) gönüllerini İslâmiyet'e ısındırmak için bol miktarda ganimet malı vermesi üzerine bir kısım cahil Medineliler onun hemşerilerini tutup kendilerini bırakacağını ileri sürdükleri zaman Resûl-i Ekrem bunun doğru olmadığını söylemiş, başkaları ganimet mallarıyla evlerine dönerken onların Allah elçisiyle birlikte dönmelerinin daha hayırlı olacağını belirterek gönüllerini almıştır. Bütün insanlar bir vadiye, ensar başka bir vadiye girse kendisinin ensarla beraber gideceğini ve hicret dinî bir emir ve ibadet olmasaydı kendisini ensardan biri sayacağını ifade ederek onları sevindirmiştir (Buhârî, "Menâḳıbü'l-enṣâr", 1-2; Tirmizî, "Menâḳıb", 66). Hz. Peygamber, son hastalığı sırasında ensardan bazı kimselerin kendisini ebediyen kaybedecekleri korkusuyla toplanıp ağladıklarını öğrenince son defa Mescid-i Nebevî'nin minberine çıkarak ensar hakkında bir konuşma yapmış, gittikçe azalan ensarın kendi cemaati, sırdaşları ve güvendiği kimseler olduğunu, üzerlerine düşen görevleri hakkıyla yaptıklarını söyleyerek onlara iyi davranılmasını, hatta kötülük yapanlarının bile bağışlanmasını tavsiye etmiştir (Buhârî, "Menâḳıbü'l-enṣâr", 11).
Hayatı boyunca Resûl-i Ekrem'e sahip çıkarak daima onun yanında olan ensar vefatından sonra da hadislerini titizlikle koruyup daha sonraki nesillere aktarmıştır. En çok hadis rivayet eden yedi sahâbîden biri olan İbn Abbas ashap içinde en fazla hadis bilenlerin ensar olduğunu söylemektedir (Dârimî, "Muḳaddime", 47).
Ensarın ileri gelenleri arasında, başta Hz. Peygamber'i hicretten sonra evinde misafir eden Ebû Eyyûb el-Ensârî olmak üzere Sa'd b. Muâz, Üseyd b. Hudayr, Es'ad b. Zürâre, Übey b. Kâ'b, Zeyd b. Sâbit, Külsûm b. Hidm, Ebû Dücâne, Ebû Talha, Enes b. Mâlik, Ubâde b. Sâmit, Abdullah b. Revâna, Hassân b. Sâbit, Abdullah b. Zeyd, Ebü'd-Derdâ, Esma bint Yezîd, Ümmü Süleym, Ümmü Harâm bint Milhân gibi sahâbîleri zikretmek mümkündür. Ensar, Hz. Peygamber ve muhacirlerin Medine'ye hicretlerine imkân sağlamanın bir sonucu olarak İslâm tarihinin seyrini değiştirmiş, Medine'de ilk müslüman devletinin kurulmasına da zemin hazırlamıştır. Resûl-i Ekrem, İslâm'ın tebliği ve uygulanması için ihtiyaç duyduğu pek çok imkâna, insan ve yurt unsurlarını ensarın sağladığı bu devlet sayesinde ulaşabilmiştir. Ensar, Hz. Peygamber'den sonra devletin yönetimini ele geçirme hususunda ısrarlı olmamış, Sakīfetü Benî Sâide'de Sa'd b. Ubâde'ye biat etmek üzere iken Hz. Ömer'le Ebû Bekir'in müdahale etmesi üzerine biattan vazgeçmiş, muhacir dostlarının değerini takdir edip onların lehine fedakârlıkta bulunmuştur. Hz. Ebû Bekir'den sonra da hilâfet meselesinde herhangi bir iddiaları bulunmadığı gibi bu mühim meselenin çözümü hususunda söz sahibi olmamanın ezikliği gibi bir psikolojinin esiri de olmamışlardır.
Hz. Ali'yi daima destekleyen ensar Hz. Osman'a karşı girişilen harekette isyancılara katılmamış, Hz. Osman'dan şikâyetçi olmalarına rağmen genellikle bu işe karışmamış, Emevîler'e karşı Hâricî, Alevî ve Hâşimîler'in çıkardıkları ayaklanmalarda da yer almamıştır. Hz. Peygamber'den sonra ensar umumiyetle siyasetten uzak bir hayat yaşamış, ticaretle uğraşmış, dinî ilimlerle ve bilhassa hadis rivayetiyle meşgul olmuş, bu arada bazıları da fetihlere katılmıştır. Emevîler zamanında ise siyasî ve dinî gelişmeler sonucunda bir muhalefet merkezi haline gelen Medine'de bulunmanın çilesini çekmişler, zulme ve baskılara mâruz kalmışlardır.
Ensarın faziletine, soyuna ve ensardan bazı şahsiyetlerin hayatına dair çeşitli eserler kaleme alınmıştır. Hz. Peygamber'in meşhur şairi Kâ'b b. Züheyr'in Ḳaṣîde râʾiyye fî medḥi'l-enṣâr (Mektebetü'l-belediyye bi'l-İskenderiyye, nr. 1276, b/7) ve el-Ḳaṣîdetü'l-mîmiyye fî medḥi'l-enṣâr (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 3768, vr. 82-83) adlarında iki kasidesi, Muvaffakuddin İbn Kudâme el-Makdisî'nin el-İstibṣâr fî nesebi'l-enṣâr (Beyazıt Devlet Ktp., nr. 5235, 61 varak) adlı eseri, Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevî'nin el-ʿÂbir fi'l-enṣâr ve'l-muhâcir ve'l-cihâd ve'l-ġazv ve'ş-şühedâʾ (İstanbul 1276) adlı risâlesi, Abdülmün'im el-Hâşimî'nin Nisâʾü'l-enṣâr (Beyrut 1408/1988) ve Hüseyin Mûnis'in eṣ-Ṣaḥâbe mine'l-enṣâr (Kahire 1409/1989) adlı kitapları bu eserlerden bazılarıdır.
Muhacir Nedir?
Muhacir sözcüğü, İslamiyet'in ilk yıllarında Mekke'den Medine'ye göç edenler için kullanılmıştır. Sözcük bu dönemden beri dini bir anlama da sahiptir. Peygamber ile birlikte Mekke'yi terk eden kimseler muhacir olarak anılmaktadır. Hatta bu kimselere Ensar muhacir denilmektedir. Bu sözcük İslamiyet tarihindeki hicret olayını gerçekleştiren kimseleri kapsamaktadır.
Muhacir Ne Demek?
Günümüzde ise bu sözcük, çeşitli yerlere göç etmeyi içerir. Çeşitli nedenlerle kendi ülkesinden göçmek durumunda kalan insanlar muhacirdir. Örneğin, Balkanların el değiştirmesiyle Türkiye'ye göçen kimseler muhacir olarak anılır. Makedon muhacirleri, Selanik muhacirleri olarak anılan kimseler bulunmaktadır.
Bu sözcüğün içerdiği göç kavramı, bir yerden başka bir yere taşınmayı kapsamaz. Sözcük genellikle bazı nedenlerle yaşadığı yeri terk eden kimseleri işaret etmektedir. Sözcüğü bu anlamıyla kullanmak daha doğru olacaktır.