Deprem bölgesinden istediği sonuçları alamayan CHP seçimlerin bilançosunu depremzede vatandaşlardan çıkarıyor.
Depremzedelere ağır hakaretlerle başlayan bu duruma yeni bir vicdansızlık örneği CHP'li Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi'nden geldi.
Belediye, Tekirdağ'ın Kumbağ İlçe'sinde 13 Ağustos'a kadar geçici konaklama hizmeti verdiği depremzedelerden oteli boşaltmalarını istedi. Bu kadar olmaz dedirten olayda depremzede vatandaşları sokağa atarak onları kaderine terk etti. Olayın medyaya yansıması üzerine oteli 21 Mayıs'ta boşaltmaları istenen depremzedelere bu sefer 1 Haziran'a kadar süre tanındı. Tekirdağ'da CHP'li belediye tarafından sokağa atılan depremzedeler konuştu.
"BİZ MÜLTECİ MİYİZ "
Kahramanmaraş'lı depremzede İsmail Güldağ, "Bizi buraya devlet gönderdi. Otelle anlaşmış. Pazar günü çıkarılacakken AK Partili Tekirdağ Süleymanpaşa Belediye Başkanı geldi. Vali'yle konuşarak bizim 1 Haziran 'a kadar kalabileceğimizi söyledi. Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi bize bakamıyorsa, bizi devlete teslim etsin. Al kardeşim ben bakamıyorum. Biz burada mülteci miyiz ya. Yoksa pasaportla mı çalışıyoruz. Biz Türk vatandaşıyız" dedi.
ŞAKA YAPTIKLARINI ZANETTİM
Kahramanmaraş Göksun'dan gelen depremzede Fadime Taşçı ise 3 ay önce Tekirdağ'a geldiğini ve kendilerine söylenen "4-5 gün içinde çıkmanız gerekiyor" ifadelerini hastanede kanser tedavisi görürken duyduğunu dile getirdi.
Taşçı, "Arkadaşlar beni aradı buradan bizleri çıkaracaklarını söylediler. Ben şaka yaptıklarını zannettim. Hiçbir sıkıntımız yoktu çünkü. Geldik, bir baktık ki kağıt yapıştırmışlar 21'inde çıkmamız için. Bu olamaz dedim. Bize bunu yapamazlar. Her şey çok iyi neden böyle bir karar aldılar. Bize 6 ay kalabilirsiniz dediler. Daha 6 ayımız dolmadı. 13 Ağustos tarihi gelmemişti daha" dedi.
SEÇİMDEN 2 GÜN SONRA BUNLARI YAPMALARI BİZİ ÇOK ÜZDÜ
Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi'nin almış olduğu bu kararın seçimden kaynaklı olduğunu dile getiren Taşçı, "Düşündük. Bu neden olabilir diye. Seçimden 2 gün sonra bunu yapmaları bize böyle düşündürttü. Hiç olay çıkarmadık. Hiçbir sıkıntı çıkarmadık. Seçimden 2 gün sonra bunları yapmaları bizi çok üzdü. Çok incindim. Çoluk çocuk, okula gidiyorlar hepsi" dedi.
SOSYAL MEDYA'DA ÇIKINCA UZATTILAR
Pazar günü olan çıkış tarihlerinin 1 Haziran'a uzatılmasında sosyal medyanın etkisinin olduğunu dile getiren Taşçı, "Sosyal medyaya yansıdığı için uzattılar yoksa direkt Pazar günü çıkacaksınız demişlerdi. Çantalar atmışlar. Yiyecek malzeme getirmişler. Biz aç insanlar değiliz." ifadelerini kullandı.
Konuyu köşesine taşıyan Sabah gazetesi yazarları Mahmut Övür ve Haşmet Babaoğlu, CHP'lilerin imza attığı skandala sert tepki gösterdi.
BURADAN ÖFKE VE NEFRET DIŞINDA BİR SONUÇ ÇIKMAZ
"Tarihi 14 Mayıs seçim sonuçlarının muhalefeti sarsması, o muhalefetin ektiği nefret siyasetini de tetikledi" diyerek muhaliflerin depremzedeleri hedef aldığını belirten Övür, "Bu tabloya, terörle ilişkili partileri meşrulaştırmayı ve "Yüksek oy alacağız, kazanacağız" yalanlarını da ekleyin... Buradan öfke ve nefret dışında bir sonuç çıkmaz. Sorun siyaset üretemeyen ve seçmenlerinde hayal kırıklığı yaratan siyasi aktörlerde." ifadelerini kullandı.
İşte Övür'ün yazısı:
Tarihi 14 Mayıs seçim sonuçlarının muhalefeti sarsması, o muhalefetin ektiği nefret siyasetini de tetikledi. Kimi oyların çalındığını ileri sürerek öfke nöbetleri geçirdi, kimi de hıncını ve öfkesini insanlıktan çıkarak depremzedelere yöneltti.
En hafifi "Elim kırılsaydı da yardım etmeseydim" diye başlayan bu insanlık dışı saldırılar artık açık açık yapılır oldu. Neymiş, depremzedeler büyük oranda Başkan Erdoğan'a oy vermiş. Kervana son olarak bir FETÖ'cünün kızı da katıldı.
Bu nefret iklimi tesadüfen ortaya çıkmış değil, son dönemde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bunu bir siyasi strateji olarak devreye soktu. Her fırsatta kendisine oy vermeyen öğretmenlere, hâkimlere, askerlere hakaret etti; depremin ikinci gününde "Seçimi erteleyecekler", bölgeye gittiğinde de "Beni tutuklayın" diyerek kışkırtıcı çıkışlar yaptı.
Bu tabloya, terörle ilişkili partileri meşrulaştırmayı ve "Yüksek oy alacağız, kazanacağız" yalanlarını da ekleyin... Buradan öfke ve nefret dışında bir sonuç çıkmaz. Sorun siyaset üretemeyen ve seçmenlerinde hayal kırıklığı yaratan siyasi aktörlerde.
Seçim yenilgisinden de bir ders almamışlar ki Kılıçdaroğlu, daha ikinci turun başında yine nefret siyasetiyle ortaya çıktı. Sinan Oğan'a giden oylara göz koyduğu için işe göçmen düşmanlığıyla başladı:
"Bugün 10 milyon düzensiz mülteciyi içimize sokan bu zihniyete vatanımızı bırakmayacağız."
Aslında bu yaklaşımın depremzedelere hakaret eden meczupların söylediklerinden bir farkı yok. Türkiye eninde sonunda bu nefret ikliminden kurtulacak. Siyasete elbette büyük görev düşüyor ama gerçek öncü sanatçılara da ihtiyaç var.
Şimdi gelin sözü sanata ve ilk günden itibaren deprem bölgesinde kurduğu çadırlarda çocuklara gönlünü açan ve nefret üretenlere, "Siz gerçek birer zavallısınız" diyen sanatçı Yavuz Bingöl'e bırakalım:
KARDEŞLİK, SEVGİ VE HOŞGÖRÜ
Depremzede vatandaşlarımıza oy tercihleri yüzünden hakaret ve küfür edenleri görünce o kadar sarsıldım ve üzüldüm ki bize ne oldu? Biz neyi kaybettik de bu kadar vicdansız, köksüz ve hoşgörüsüz kaldık diye sordum kendime... Yüzyıllar içinde oluşturduğumuz ortak güzelliklerimiz, değerlerimiz vardı. Acımızın, kederimizin, yasımızın, umudumuzun, kaygımızın ortaklığı ile sarılırdık birbirimize. Tüm bunları "yurt" sahibi olmamızın güveni ve sıcaklığı ile yaşardık.
Bu köklü ortaklığımızın kucağı Anadolu'ydu. Bizi var eden o rengârenk Anadolu kültürünü yüzyıllar içinde var eden ve koruyanlardı. Yunus Emre, Hacıbektaş, Mevlana, Aşık Veysel, Neşet Ertaş, Kemal Sunal, Barış Manço, Ahmet Kaya ve tabii isimleri buraya sığmayacak kadar çok olan, nice güzel insan, sanatçı, aydın. Bu topraklarda ne çok güzellik biriktirmişiz, ne çok kıymetli insan izler bırakmış hayatlarımızda.
Sözün burasında, aslında farkında olmamız gereken en büyük değerimiz de, hayatı hep iyiye, hep aydınlığa taşıyan, geliştiren, dünyayı yaşanılır kılan sanat ve sanatçılarımızın gücüdür. Birleştirici olan da, iyileştirici olan da budur. Müziği, edebiyatı, sineması, resmi, heykeli, minyatürü, mimarisi, sözlü gelenekleriyle hayata birlikte tutunmaktır. Bize kadar ulaşan, tarihi ortak geçmişimizin biriktirdiklerini geleceğe taşımak için tüm bu değerleri yeniden ve yeniden üretmek zorundayız. Birbirimize sarılmaya, kahkaha ve gözyaşlarımızı ortak kılmaya ihtiyacımız varken, nedir bu küfür, hakaret, kutuplaşma?
Tüm bu ortak hafızaya yeniden ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. İnsanlığımızı iyiliklerle ve sanatla bezemeye ihtiyacımız var. Güzel ülkemiz insanının duası kardeşlik, bereketi sevgi ve hoşgörü olsun...
KALPSİZLER
Propaganda döneminde meydanlarda kalp yaparak dolaşan Kılıçdaroğlu ve CHP'lilerin gerçek yüzünün ortaya çıktığını belirten Haşmet Babaoğlu ise, "Kargacık burgacık parmaklarınız bu gerçeği gizleyemedi. Bütün dünya görüyor rezaleti... O işareti seven gençleri bile tiksindirdiler... Bu şımarık gösterinin fos çıkması sadece iki gün sürdü. Seçim oldu, bitti ve depremzedelere kendilerine oy vermediler diye bin bir hakaret yağdırdılar. Bu halk yaptığınızı unutur mu?" ifadelerini kullandı.
İşte Haşmet Babaoğlu'nun yazısı:
Belliydi böyle olacağı...
Kalbin sembolleştirilmesi insanlara hep güzel gelmiştir.
Ama ölçüsüzlük fenadır.
İpin ucu kaçmamalıdır.
Kaçtı...
Kalp sembolü yozlaştırılmamalı, bozuk para gibi harcanmamalı, yalana dolana alet edilmemelidir.
Ama oldu...
Artık kalp işaretinin olduğu yerde kalpten zerre eser yok.
Sevgililer Günü mağazaları dolduran kalpli nevresimler yetmiyormuş gibi...
Kalbine dönüp bir saniye bile bakmamış insanlar kalp şekilli yastıklara kafalarını dayayıp horuldayarak uyumuyorlarmış gibi...
Bir de cıvık politikacılar ortaya çıktı.
Elleriyle beceriksizce kalp işareti yapmaya çalışan yeni yetme özentileri...
Ne oldu?
Kalp yokmuş işte sizde!
Kargacık burgacık parmaklarınız bu gerçeği gizleyemedi.
Bütün dünya görüyor rezaleti...
O işareti seven gençleri bile tiksindirdiler...
Bu şımarık gösterinin fos çıkması sadece iki gün sürdü.
Seçim oldu, bitti ve depremzedelere kendilerine oy vermediler diye bin bir hakaret yağdırdılar.
Bu halk yaptığınızı unutur mu?
***
'BÜYÜDÜĞÜNÜZDE HATIRLAYIN!'
Seçim sabahı...
Oylarını erkenden atanlar küçük bir kafeye oturmuşlar, poğaça, börek atıştırıp çay içiyorlar.
Karşı masada zayıf, solgun yüzlü, hayat yorgunluğu belli bir adam var.
Biri on yaşlarında, diğeri daha küçük iki çocuğu yanında.
Adam ne "muhafazakâr", ne "seküler", ne şu, ne bu...
Dümdüz halk...
Dönüp çocuklarına diyor ki: "Siz küçüksünüz, büyüdüğünüzde hatırlamanızı istediğim bir şey var; bugün babanız Recep Tayyip Erdoğan'a oy verdi." Çocuklar tam anlamıyorlar ama birlikte bir "gurur" havası yerleşiyor masaya...
Baba mutlu biçimde hesabı ödüyor, kalkıyorlar.
Geriye kafede neredeyse elle tutulur biçimde yoğun ve hakiki bir "vatan duygusu" kalıyor.
***
NOT DEFTERİ
İlkçağların İskender eşkıyalığı, daha sonraki köleci Roma soygunculuğu, Katolikliğe dayanan Haçlı Seferleri talancılığı, daha sonraların kapitalist burjuva sömürüsü ve günümüzün emperyalist canavarlığı, Batı-Doğu çekişmesinin tarihteki çeşitli dönemlerindeki özelliklerinden başka bir şey değildir. (...) Osmanlı İmparatorluğu sonsuz bu boğuşmada ilk şuurlu, sistemli karşı koyuştur. (KEMAL TAHİR / Notlar)