Müdürlük ile imzalanan protokol dışında da ağaçlandırma çalışmalarına özel önem gösteriliyor. Bu kapsamda ruhsat sahasında kapatılan ocaklarda belirli bir planlama dahilinde hızla fidan dikimleri gerçekleştiriliyor. Bugüne kadar kapanan sahalara dikilen 22 bin 100 adet zeytin ağacı ise hem zeytinleri hem de zeytinyağı ile bölge ekonomisinin hareketliliğini hızlandırıyor.
MAHKEME "DEVAM" DEDİ
Çevre izin, lisans ve yatırımlarını büyük oranda tamamlayan şirket, bu konunun takibini de hassasiyetle yürütüyor. Son dönemde sıkça tartışılan Akbelen mevkiine ilişkin 2 yıllık hukuki süreçte mahkeme "çalışmaların devamına" hükmetti. 3 farklı bilirkişi incelemesi sonucunda mahkeme heyeti yaklaşık 8 ay önce "yürütmeyi durdurma kararının reddine" karar verdi.
23 bin 307 hektar büyüklüğündeki ruhsat sahası içinde 78 hektarlık bir alana sahip olan Akbelen mevkii, şirketin elektrik üretimine devam edebilmesi için büyük önem arz ediyor. Sabah'ta yer alan habere göre, çam dışında ağaç türü bulunmayan, çalı örtüsü ya da hayvan popülasyonuna da sahip olmayan bölgedeki çalışmaların yeraltı suyuna bağımlı herhangi bir sistemi etkilemesi de mümkün gözükmüyor. Bölgeye ilişkin hazırlanan uzman raporlarında, Akbelen'in "muhafaza ormanı", "sit alanı" ya da "milli park" gibi bir niteliğe sahip olmadığı, bu alanlara komşuluğunun da bulunmadığı açıkça belirtiliyor.
KOCA YATLARIYLA DENİZİ KİRLETENLER, ERTESİ GÜN AKBELEN'E GİDİP EYLEM YAPIYOR
Konuyu köşesine taşıyan Sabah gazetesi yazarı Mahmut Övür, "Eylemin organizatörleri de her zaman olduğu gibi Yeşil Sol Parti ve ne kadar marjinal sol grup varsa onlar. CHP'liler de rol kapmaya çalıştılar; ama olmadı. Bir de Bodrum'u mesken tutan İstanbul sosyetesi var... Koca yatlarıyla denizi kirletenler, ertesi gün Akbelen'e gidip eylem yapıyor, akşam da kadeh kaldırıyorlar." ifadelerini kullandı.
İşte Övür'ün 6 Ağustos tarihli yazısı:
Ne zaman Batı'nın destek verdiği çevre eylemi görsem şüpheye düşerim. İlkini 90'larda Bergama altın madeninde gördük. Türkiye iki binli yıllara kadar kendi altın madenini çıkaramayan bir ülkeydi. Çıkarmaya kalkınca da Almanya destekli lobiler devreye girmiş, Hopdediks gibi sempatik kahramanlarla kafaları karıştırarak eylemin uzun sürmesini sağlamıştı. Necip Hablemitoğlu cinayeti aydınlatılsaydı bu gerçek de ortaya çıkardı. Bu cinayete rağmen başaramadılar. Bugün Türkiye yılda 40 bin ton altın üretiyor hem de yerli firmalarla.
İkincisi 2013'teki Gezi kalkışmasıydı. Birkaç ağaç için başlatılmış; ama meselenin birkaç ağaç olmadığı kısa sürede anlaşılmıştı. Acı sonuçları da olan ve "hükümeti devirmeye" yönelen bu eyleminin Türkiye'ye bedeli de ağır oldu. Batı, medyası-lobileri ve ajanlarıyla bu eylemin arkasındaydı. Ama yine başaramadılar ve Türkiye büyük bir vandalizmi siyasi iradenin dik duruşuyla atlattı.
Şimdi benzer bir operasyonu Muğla Akbelen'deki kömür madeni olayında görüyoruz. Mayıs seçiminde büyük yenilgi alıp travma yaşayan siyasetçisinden aydınına, gazetecisinden sosyetesine kim varsa, önce Bodrum'a, sonra da Akbelen'e akıyor.
Eylemin organizatörleri de her zaman olduğu gibi Yeşil Sol Parti ve ne kadar marjinal sol grup varsa onlar. CHP'liler de rol kapmaya çalıştılar; ama olmadı. Bir de Bodrum'u mesken tutan İstanbul sosyetesi var... Koca yatlarıyla denizi kirletenler, ertesi gün Akbelen'e gidip eylem yapıyor, akşam da kadeh kaldırıyorlar. Türkiye'nin güzelim kıyı şehirlerini beton yığınına çeviren, dağların tepesine bile milyon dolarlık villalar konduran belediyeler de boş durmuyor, yönettikleri şehrin rezilliklerine bakmadan Akbelen'e günübirlik otobüs seferleri düzenliyor.
İşin en vahim tarafı ise orman ve enerjiyle ilgili söylenen yalanlar. Koca koca adamlar, "Ormanlarımız talan ediliyor" diye yalan üstüne yalan söylüyor. Oysa gerçek çok farklı; Akbelen mevkiindeki Karadere ve Karacahisar'daki orman alanlarının sadece 0.29'unda kömür çıkartılıyor.
Gerçek şu ki, Türkiye'nin başta yenilenebilir enerji kaynakları güneş ve rüzgâr olmak üzere kömüre de, nükleer santrallere de, son dönemde hızlanan petrol kaynaklarına da ihtiyacı var.
Türkiye'nin yerli kömür rezervi 20 milyar ton civarında ve bunun çok azı işletiliyor. Hatta daha vahimini 68 kuşağı solun önemli isimlerinden rahmetli İrfan Uçar anlatmıştı. Afşin- Elbistan'daki termik santrallere kömür taşıma sistemini kuran Uçar şöyle diyordu:
"Kömür rezervimiz adam gibi değerlendirilse dışa bağımlılığımız kalmaz. Ama ne yazık ki santrallerimiz bile çok az kapasiteyle çalışıyor."
Doğrusu bizdeki çevreciler bu gerçeği görmek istemediği gibi dünyadaki değişimleri ve AB'nin Ukrayna-Rusya Savaşı sonrası nasıl çark ettiğini de görmüyor.
Batı yıllardır gelişmekte olan ülkelere karbon emisyonunu azaltma önerisi dayatıyor. Oysa dünyayı en çok onlar kirletti. Daha önce de yazdım, bu konu BM'nin düzenlediği her COP toplantısında ele alınırken güçlü itirazlar da geldi.
O isimlerden biri de Glasgow'da yapılan COP26 toplantısında konuşan Hindistanlı Vijay Prashard'dı. Prashard, gelişmiş ülkelerdeki ikiyüzlülüğü, Walter Benjamin'in, "Her medeniyet anıtı aynı zamanda bir barbarlık anıtıdır" sözüne atıf yaparak şöyle anlatıyordu:
"İngilizler, Hindistan'dan 45 trilyon sterlin çaldı. Doğamızı yok etti. Şimdi asıl suçlunun kendiniz olduğunu saklıyor ve asla kabul etmiyorsunuz. ABD, dünya nüfusunun yüzde 4'ünü oluşturuyor. Ama hâlâ dünya kaynaklarının yüzde 25'ini kullanıyor. Artık bu işte birlikte değiliz. Bize ders veremezsiniz."