"Suç işlemek amacıyla örgüt kurma, yönetme", "suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama" ve "Futbol ve Diğer Spor Müsabakalarında Bahis ve Şans Oyunları Düzenlenmesi Hakkında Kanun'a muhalefet" suçlarından 20'şer yıldan 40'ar yıla kadar hapisle cezalandırılmasının istendiği davada Dilan Polat ve Engin Polat dahil tüm sanıklar tahliye oldu.
YURT DIŞINA ÇIKIŞ YASAĞI
10 aydır tutuklu bulunan sanıklar için yurt dışına çıkış yasağı şeklinde adli kontrol uygulanmasına karar verdi.
TAHLİYESİNE İLİŞKİN YAPILAN İTİRAZA RET
Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığının, Anadolu 2. Asliye Ceza Mahkemesince 6 Eylül'de yapılan duruşmada, tutuklu sanıklar Engin Polat, Sezgin Polat, Alper Kürşat Polat ve Ahmet Gün hakkında verilen tahliye kararına yaptığı itiraz Anadolu 11. Ağır Ceza Mahkemesince değerlendirildi. Mahkeme, Başsavcılığın itirazını kabul etmedi.
SOSYAL MEDYADA TEPKİ YAĞDI
Dilan Polat ve Engin Polat'ın tahliyesi sosyal medyada büyük tepki çekti. Özellikle MASAK'ın 900 sayfalık raporuna dikkat çeken kullanıcılar tahliye kararının nasıl verildiğine anlam veremedi.
Konuyu köşesine taşıyan Sabah gazetesi yazarı Mahmut Övür, "Dava sürse de 10 ay sonra gelinen noktada sadece ikilinin şımarıklıkları ve görgüsüzlüklerine kaldığı yerden devam etmeleri kaldı" dedi.
İşte Övür'ün konuyla ilgili yazısı:
Son dönemde birbiri ardına açıklanan yargı kararları herkesi şaşkına çevirdi. Kamuoyuna büyük bir yolsuzluk, kara para ya da uyuşturucu operasyonu diye sunulan büyük davaların, birkaç ay sonra "serbest bırakma" ya da "beraat" kararlarıyla sonuçlanması zaten zayıf olan yargıya güveni daha da sarstı.
Son bir yılda bu tür kararların artması da bir hayli manidar. Sözü edilen davalar sıradan davalar da değil. Bunun son örneği kara paradan, yasadışı bahise kadar akıl almaz iddialarla açılan ve 40-50 yıl hapis ceza istenen Dilan-Engin Polat çiftinin yargılandıkları davaydı. Dava sürse de 10 ay sonra gelinen noktada sadece ikilinin şımarıklıkları ve görgüsüzlüklerine kaldığı yerden devam etmeleri kaldı.
Bu da vicdanları sızlatan son örnek değildi. Kamuoyu pek üzerinde durmadı ama birkaç ay önce bunun çok daha vahimi yaşandı. Hatırlarsanız bundan tam 4 yıl önce ünlü sanıkları ve belgeleriyle; "Cumhuriyet Tarihinin En Büyük Uyuşturucuya Bağlı Suç Gelirleri Operasyonu" yapıldı. Adı da iddialıydı: "Bataklık Operasyonu"
Geçtiğimiz aylarda bu operasyonla ilgili yargı kararı açıklandı. Davada yargılanan ve sadece Türkiye'nin değil dünyanın sayılı uyuşturucu baronları arasında yer aldığı iddia edilen Nejat Daş ve Çetin Gören dahili herkes "beraat" etti. Yanlış okumadınız "beraat" ettiler. Oysa dava açılırken, 1500 yıla varan cezalar isteniyordu.
Haberin özetini Anadolu Ajansı'dan aktarıyorum: "Örgüt elebaşları olarak gösterilen sanıklar Nejat Daş ve Çetin Gören'in, 'suç işlemek amacıyla örgüt kurmak' ve 'suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklamak' suçlarından 60'ar kez, 'zincirleme olarak suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklamak' suçundan 450'şer yıldan 1470'er yıla kadar, 'suç işlemek amacıyla örgüt kurmaktan' ise 5'er yıldan 12'şer yıla kadar hapisle cezalandırılmaları talep edilmişti."
Tablo gerçekten ürkütücü. Kuşkusuz yargı sadece ve sürekli böyle tartışmalı sonuçlar üretmiyor. Ama ortaya çıkan birkaç böyle büyük davayla ilgili kararlar, toplumun yargıya güvenini yerle bir etmeye yetti.
Ortada garip bir durum olduğu çok açık. Ya davalar açılırken ortaya atılan iddialar yanlış ve büyütülmüş ya da yargı üzerine düşeni yapmamış... Bunun da ciddiye alınması gerekiyor. Merak ediyorum, kamuoyunu derinden rahatsız eden bu kararlara ilişkin Adalet Bakanı Yılmaz Tunç veya HSK ne düşünüyor? Bu kararlarda incelemeye değer bir yan yok mu?
Gazeteciliğe adliye muhabiri olarak başlayan biri olarak yıllardır yargıyı yakından izliyorum. 90'lı yıllarda da Adliye Koridorları programıyla, sık sık adliye mekanlarının rezaletini, maaşların yetersizliğini, mafyanın, hayali ihracatçıların etkinliğini ve doğal olarak sistemin adalet üretemediğini gündeme taşıdık.
Nihayet o yılların gerçeğini 1998 yılında Yargıtay Başkanı Mehmet Uygun çok çarpıcı bir biçimde özetledi:
"Vicdanı ile cüzdanı arasında sıkışan hakimin kararının tam ve sağlıklı olacağını düşünmek insan aklına ters düşer"
O yılların üzerinden yarım asır geçti. AK Parti döneminde vesayetçi yapıya karşı mücadele edildiği gibi bu mücadelenin en önemli ayağı yargı alanında da ciddi yargı reformları yapıldı, sistemin altyapısı başta sonu yenilendi. İşin ekonomik yanı da geçmiş yıllarla kıyaslandığında iyi bir noktaya getirildi.
Ama nedense toplumdaki yargı memnuniyetsizliği çok değişmedi.
Sorun sadece uzun yıllar FETÖ'nun yargıda yaptığı tahribatla açıklanamayacak kadar ciddidir. Acilen üzerine gidilmezse, "rota değiştirmeye hazır bürokrasi" işleri daha da derinleştirmekten çekinmeyecek.
YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ