CHP yandaşı fondaş medyaya konuşan Kanadoğlu, "Türkiye Cumhuriyeti devleti şu anda laik değildir, demokratik hiç değildir, sosyal devlet olmaktan çıkmıştır. Hukuk devleti olmadığı çok açıktır, çünkü hukuk devleti, yargı bağımsızlığını gerektirir." ifadelerini kullanmıştı.
Benzer bir şekikde AYM'nin çoklu baro düzenlemesine de karşı çıkan Kanadoğlu, "Yargıyı kendisine bağlayan bir "tek adam rejimi" var. Buna isterseniz "patronlu rejim", isterseniz "tek adam rejimi", isterseniz "ucube rejim" deyin, ki ucubedir." diyerek Başkan Erdoğan'ı hedef almıştı.
Kanadoğlu'nun skandallarıyla ilgili 14 Kasım 2020'de hakka yürüyen gazeteci-yazar Ahmet Kekeç, "Şöyle buyuruyor Sabih Efendi: "Bu referandum ve bu referandumdan çıkacak sonuç meşru değil." Üstelik konuşurken nedamet getirmiyor, "Bu işleri Türkiye'nin başına ben sardım" demiyor, bir muhakeme ve muhasebe yapmıyor, 16 Nisan referandumuna icbar eden "yargı darbesi" sürecinin mimarı olduğunu hatırlamıyor..." ifadelerini kullanmıştı.
İşte 23 Mart 2017 yılında Kekeç'in kaleme aldığı yazı:
Başka malzemeler de var ellerinde. Sonuncusunu Halk TV patlattı.
Kamuoyunun "367 Sabih" olarak bildiği eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu'nu ("onursal başsavcı"ymış) bulup konuşturdu.
Öyle bir malzeme ki, insanın "Sen eksiktin!" diyesi geliyor. Şöyle buyuruyor Sabih Efendi: "Bu referandum ve bu referandumdan çıkacak sonuç meşru değil."
Bu sözleri, "meşruiyet" sözcüğünü ağzına alacak son kişi olan Sabih Kanadoğlu söylüyor.
Neye göre meşru değil?
Cevabı yok.
Üstelik konuşurken nedamet getirmiyor, "Bu işleri Türkiye'nin başına ben sardım" demiyor, bir muhakeme ve muhasebe yapmıyor, 16 Nisan referandumuna icbar eden "yargı darbesi" sürecinin mimarı olduğunu hatırlamıyor...
Sadece "meşru değil" deyip duruyor.
Öyle ya, parlamentoya Cumhurbaşkanı seçtirmemek için icat ettiği ve CHP'yi devreye sokarak Anayasa Mahkemesi'nden patentini aldığı "toplantı yeter sayısı" numarası çok meşruydu...
Ben Sabih Kanadoğlu'nun yerinde olsam, "367 yanlış oldu" der, önceki Cumhurbaşkanlarının meşruiyetini (mesela ilk Cumhurbaşkanının meşruiyetini) tartışmaya açtığım için Türk halkından özür dilerdim. Ya da hiç ağzımı açmaz, kendimi unutturmaya çalışırdım
Sabih Kanadoğlu mantığını geçerli sayarsak, tek meşru Cumhurbaşkanımız İsmet Paşa'dır. Çünkü ittifakla ve neredeyse bütün milletvekillerinin hazır bulunduğu bir oturumda Cumhurbaşkanı seçilmişti.
İlk seçimde buna dikkat edilmedi, yani Atatürk seçilirken salonda "toplantı yeter sayısı" bulunmuyordu.
Bu durumda, Atatürk'ün Cumhurbaşkanlığı sakıttır ve "Türkiye Cumhuriyeti devleti" diye bir devlet yoktur!
Böyle mi anlamalıyız?
Efendim Sabih Bey? Efendim Deniz Bey? Efendim Kemal Bey?
367 KRİZİ SÜRECİ
2000 yılında seçilen 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in görev süresi 16 Mayıs 2007'de dolmaktaydı. İlk tur oylama gününü 27 Nisan olarak belirlemişti. Seçim dönemine, başörtüsü ve laiklik tartışmalarıyla gelinmişti. Ülkenin çeşitli yerlerinde "Cumhuriyet Mitingleri" adıyla geniş katılımlı gösteriler düzenlendi ve iktidar partisinin, kendi siyasal çizgisinden bir ismi cumhurbaşkanlığına seçmesi engellenmek istendi. AK Parti'nin cumhurbaşkanı adayı olarak Abdullah Gül isminde karar kılındı.
Seçimin kaderini ise, dört ay önce ortaya atılan 367 tartışmaları belirledi.
Anayasa'nın 102. maddesine göre cumhurbaşkanı seçilebilmek için, ilk iki turda nitelikli çoğunluk (367 oy), sonraki iki turda ise salt çoğunluk (276 oy) aranıyordu.
Eski Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, 26 Aralık 2006'da Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan yazısında, 367'nin sadece karar yeter sayısı değil aynı zamanda toplantı yeter sayısı olduğu görüşünü ortaya atmıştı. Kanadoğlu, oylamalara en az 367 milletvekilinin katılması gerektiğini, aksi halde sonucun geçersiz olacağını iddia etmişti.
Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı adayı olduğu seçimde, ilk tur oylama 27 Nisan 2007'de yapıldı. Toplam 357 oy kullanılırken, Abdullah Gül 352 oy aldı. Genelkurmay Başkanlığı internet sitesine, daha sonra e-muhtıra olarak anılacak, bir basın açıklaması konuldu.