"İNSAN KENDİSİNE BAHŞEDİLEN KAYNAKLARI HOYRATÇA TÜKETMEYE BAŞLADI"
Sayın Genel Sekreter, kıymetli delegeler. Bütün inançların ve yaşam felsefelerinin temelinde, esas olan bir unsur var; o da, yeryüzünün bir denge ve ölçü içinde, derin bağlarla birbirine bağlı olmasıdır. Afrika çöllerindeki kumlar, amazon ormanlarındaki hayatın kaynağıdır. Gökyüzünde göç eden kırlangıçlar ile su altındaki mercan resifleri arasında, görünmeyen bağlar vardır. İşte bizler de, bu muhteşem mozaiğin bir parçasıyız. Milyonlarca canlı türüne ev sahipliği yapan yeryüzüne karşı, bizden beklenen ise, onun işleyişine saygı duymamızdır. Ancak ne yazık ki, son iki yüzyıldır bu anlayışı kaybettik.
Yeryüzünün dengesini korumakla mükellef insan, kendisini tabiatın karşısında konumlandırdı. Ve bahşedilen kaynakları, hoyratça, tüketmeye başladı.
Sanayileşme, insanoğlunu, ihtiyacından kat-be-kat fazla tükettiği, tükettiklerini de, düşüncesizce yeryüzüne terk ettiği, bereketten yoksun bir, bolluk sarmalına hapsetti.
Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, adeta, 'görmediğimiz çöp zararsızdır' düşüncesiyle, atıklar en az gelişmiş ülkelere gönderiliyor. Bu atık yığınları, sadece tabiatı kirletmekle kalmıyor, yeni sürüm bir, sömürgecilik üretiyor.
"BU GİDİŞATA DUR DEMEK İÇİN KAYBEDECEK BİR DAKİKAMIZ BİLE YOK"
İklim değişikliği kaynaklı kuraklık sebebiyle, dünyanın farklı yerlerinde hala, binlerce çocuk ölüyorsa, bu gidişata dur demek için, kaybedecek bir dakikamız bile, yok demektir. Milyonlarca insanın içme suyuna erişemediği bir dünyada, tek bir sigaranın üretimi için, 3.7 litre su kullanılması, sorumlu her dünya vatandaşını, derinden yaralıyor.
Dünya genelinde, sokak ve sahillerde en yaygın toksik atık olan, sigara izmaritlerinin yok olması için ise, tam 10 yıl gerekiyor. Şimdilerde daha popüler olan elektronik sigara ve ısıtılmış tütün ürünleri ise, geri dönüşmeyen, tehlikeli atıklar olarak doğayı ve insanlığı tehdit ediyor.
Bu korkutucu tablonun mimarı, ne yazık ki, insanoğlunun ta kendisi. Ancak biliyoruz ki, bu yıkıma son vermek ve ortak evimiz dünyayı kurtarmak da, yine bizim elimizde. İnsanlık olarak, ya hep birlikte kazanacağımız, ya da hep birlikte kaybedeceğimiz bu denklemde, topyekun ve hemen bugün, harekete geçmek mecburiyetindeyiz.
"SIFIR ATIK PROJESİ İLE 4 MİLYON TON SERA GAZI SALINIMI ÖNLENDİ"
Biz bu düşüncelerle, 5 sene önce Türkiye'de, Sıfır Atık Projesi'ni başlattık. Kısa sürede tüm ülkeye, ardından tüm dünyaya yayılan çalışmalarımızla, davranışlarımızdaki küçük değişikliklerle, büyük dönüşümlerin başlatılabileceğini gösterdik. Proje kapsamında, geri kazanılan milyonlarca atık ile, 650 milyon ton, hammadde tasarrufu sağlanırken, 4 milyon ton sera gazı salınımı önlendi.
Şunu gururla ifade ediyorum ki; Türkiye olarak, küresel hiçbir meseleye kayıtsız kalmadığımız gibi, çevre sorunlarında da, çözümün bir parçası olma kararlılığımızı sürdürüyoruz.
Bu çabamızı sivil toplum gönüllüleri ile daha geniş kitlelere yaymak amacıyla da bir sıfır atık vakfı kurma çalışmaları içindeyiz. Yakın bir zamanda faaliyetlerine başlayacak vakfımız, uluslararası alanda bu sesin, daha çok yankılanmasına katkı sağlayacak.
Doğanın kendi sisteminde atık diye bir şey yoktur. Miadını tamamlamış her şey tabiat dengesinde, başka bir şeyin hammaddesi olur. Tabiatın kanunlarından örnek alarak, üretim ve tüketim davranışlarımızı dönüştürmek, atıkları yeniden kullanıma kazandıracak, döngüsel bir sistem kurmak zorundayız.
Nitekim, bütün kadim kültür ve inanç sistemleri, insanın yaratılışına, doğa kanunlarına uygun bir, yaşam biçimini öğütler. Bu, benim vatanım olan, köklü medeniyetlerin beşiği anadolu kültüründe de böyledir. Doğup büyüdüğüm evde de yiyecekler nimet, yani yaratıcının bir lütfu olarak kabul edilirdi. Bereketin bazen tek bir pirinç tanesine bağlı olabileceği, iki kişiye yetenin, üç kişiye de yetebileceği inancı hakimdi.
İslam peygamberi Hz. Muhammed'in, "Nehir kıyısında bile olsan, suyu israf etme!" emri, dünyaya ve doğal kaynaklara nasıl bakmamız gerektiğini, asırlar öncesinden bize öğretti.
Kendisine bahşedilen her şeyi, emanet bilinciyle koruyup, gelecek nesillere aktarmayı vazife bilen, Anadolu halkı, sürdürülebilirliği kültürel bir cevher olarak, asırlardır taşımaktadır. Eminim, bu salonda temsil edilen her bir kültürün, köklerinde, tabiatla uyumlu yaşamın, farklı örnekleri mevcuttur.