- İlk soru hakkını Sera'ya bırakıyorum. Buyrun sorun.
(Gülüşmeler)
- Sera Tokdemir: Sevgili Cansel, benimle çalışmayı nasıl buldun?
- Cansel Elçin: Çok keyifliydi. Birbirimizi destekleyerek ve yardım ederek tamamladık filmi. Cezaevindeki konuşma sahnesi çok zor sahneydi. Film zaten çok güzel bir aşk hikâyesi. Çok güzel bir baba-oğul ilişkisi de var. Bence Ahmet'in (Haluk Piyes) hikâyesi daha yoğun. Ama bizim açımızdan da bir aile dramı söz konusu.
- Peki Ahmet'e soralım. Filmde kendi aşkınızı mı daha çok önemsediniz yoksa babanızın dramını mı?
- Haluk Piyes: Bence ikisi birbirine yakın. Babanın iade-i itibarı Ahmet'i bir o kadar üzüyor ama bir yandan da sevgiye açık olmaması bir insanı üzer. İnsan sevgiden oluşmuştur. Filmde anne ve babanın birbirlerini ne kadar çok sevdiği ortada ve bu sevgiyi yaşayamamak büyük bir sıkıntı. -
S.T: Herkes kendi başına bir hikâye yaşıyor. Bana göre bu filmin başlangıç yeri Ahmet ile babasının ilişkisi. Drama adına aşk, savaş, sevgi her şey var filmde. Fakat Ahmet babasının davasını savunmak için bir yola çıkıyor ve onunla büyüyor. Aşık olduğu halde aşkını yaşayamamasının nedeni babasının davasına öncelik veriyor olması. Annesi Nimet olarak bir yuva kurmasını istiyorum ama dava buna engel oluyor. Eşim düşünce suçu yüzünden cezaevine girince üç çocukla çetin bir yaşam mücadelesi veriyorum.
- Filmde hem gençliğinizi hem yaşlanmış halinizi canlandırdınız. Kendinizi Benjamin Button gibi mi hissettiniz mesela? (Gülüşmeler)
- S.T: Evet hissettim hem de ağır hissettim. Yaşlılığıma ruhumla gitmeye çalıştım. Ne kadar gittim bunu ben de bilmiyorum. Bunun kararını seyirci verecek. Olumsuzlukta olumluyu arayan biri olduğum için o yaşlı makyajım her çıktığında "Hâlâ gencim şunu da yapabileceğim" diye sevindim. Yaşlıyken de kısmetlilerim olmadı değil tabii. (Gülüşmeler)
- Film 12 Eylül darbesinin yol açtığı tahribata odaklanıyor. Ancak hiçbiriniz yaş itibariyle o dönemin acılarına şahit olmadınız. Bu filme bakınca ne hissettiniz?
- C.E: Ben o zaman 7 yaşında ve İzmir-Tire'deydim. Neyin döndüğünü bilmiyordum ama geceleri dışarıda makineli tüfek sesleri geliyordu. Filmde en sevdiğim cümle şuydu: "Ben sadece babam için değil bütün mağdurlar için iade-i itibar istiyorum." Bu hoşgörü ve tolerans içeren bir şey.
- S.T: 12 Eylül'den mağdur olmayan var mı ki? 81 doğumluyum, o günleri yaşamadım ama bugün 15 yaşındaki bir çocuk bile ailesi anlattığı için biliyordur bunu. Bu süregelen bir acı.
- Burcu Kıratlı: 89 doğumluyum ve 12 Eylül'ün yankılarını hiç hissetmedim elbette. Ama bu kırık dökük hikâyelerle büyüdük. Neler yaşandığını okudum, araştırdım. Benim aklıma hep acı geliyor o günleri düşününce. Böyle filmler oldukça benim jenerasyonum o dönemde acı çeken insanları daha iyi anlayacaktır. Gençlerin etkileneceklerini düşünüyorum. Hikâyede soft bir rolüm var.
H.P: 12 Eylül döneminde ben de Almanya'da gurbetteydim ve bebektim daha. Bu acının dalgaları oraya projeksiyon olarak yansıdı. Bizim mahallemizdeki birilerinin acı çekmiş babalarını, kaçıp gelen insanların dramlarını görüyordum. Bana soğuk ve gri gelirdi o dönem. İnsanların sağ ve sol ayırt etmeksizin yüzleri de öyleydi. Ancak o sağ-sol kavgası orada devam etmedi. Tam tersine geçim derdi nedeniyle kenetlendiler. Benim Ahmet karakteri de taraf olmayıp adaleti savunuyor ve köprü olmaya çalışıyor. Taraf olmak inanılmaz ırkçı bir şey. Taraf olacaksan halktan taraf olacaksın.
ADALET SEVGİYLE GELİR
- Filmde derin bir adalet duygusu işleniyor. Siz böyle bir haksızlığa uğrasaydınız hakkınızı savunmak için bu kadar mücadeleci olur muydunuz?
- S.T: Her zaman. Bu uğurda hiçbir şey yıldıramaz beni. Filmin özeti de bu. Haksız yere hüküm giyen insanların adalet arayışı.
- C.E: Dünya biraz vahşileşti. Süper kahraman olmak eskisinden biraz daha zor. Sosyal medyayı filan görüyorsunuz, birçok şey karmaşık hale dönüştü. Hakkını aramak tabii ki zor. Adil olmak sevgiden kaynaklanıyor. Ben çok şanslı bir çocuktum, anne ve babam tarafından sevildim. Şans aslında oradan başlıyor. Biraz bireyselleştirdim ve duygusallaştırdım ama bu böyle. Türkiye zor bir coğrafya arasında. Ama bu farklılık büyük bir avantaj ve bunu fırsata çevirmek lazım. Toleransı ve hoşgörüyü artırmak gerekiyor.
- B.K: Herkes kendi hakkını aramak ister ama bazen araya öyle zorluklar giriyor ki bunu aramaktan vazgeçebiliyorsun. Hukuk izin verdiği kadar arayabiliyorsun o zaman.
- H.P: Bir zamanlar hukuk eğitimine başlamış ve ortada bırakmış birisi olarak konuşmam gerekirse yasayı ezberlemekle adalet öğrenilmiş olmuyor. Adalet cesaretle de alakalı bir şey. Cesur insan ilgi, bilgi ve sevgi aşısını almış insandır. Bu aşıları almamışsa insan çok cesur büyüyemez bence. Cesaret unsuru evde başlar. Ve onu ne kadar donatırsan o kişi adaleti o kadar ister ve arar. Biz Hz. Mevlâna, Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre gibi değerleri çıkarmış topraklardayız ama maalesef bunlar unutturuldu bize.
'SEVDİKLERİMİZDEN AYRILMAK BÜYÜK BİR DARBE OLUR'
- Oyuncular genelde bir rolde içlerinde olan bir şeyi çıkarırlar ortaya. Sizin bu filmde içinizden çıkardığınız şeyler neler oldu?
- S.T: Her bir rolümde bir başka Sera ile tanışıyorum. Kimisiyle tanıştığıma memnun oluyor, kimine olmuyorum. (Gülüşmeler) Burada da Nimet ile tanıştım. Çok güçlü ve gururlu bir kadın o. Öyle bir şey başıma gelmeden, onun gibi olup olamayacağımı bilmiyorum.
- C.E: Hayat Güzeldir filminde savaşın ortasındaki babanın çocuğunu yaşatması ayakta tutma sahneleri var ya! Ben de hapishanedeyken yanımda hep oğlumu düşünerek canlandırdım karakterimi. Ağır bir dram yaşanıyor çünkü. Çok ağır dram yaşayan insanlar çok acayip ve olgun bakabiliyorlar dünyaya. Bizim gibi bakmıyorlar. Çok soğukta çektik filmi. Sinop Cezaevi'nde Sabahattin Ali'nin koğuşunda çekim yaptık. Benim için Türkiye'nin en büyük yazarlarından birisi. Onu hissettim orada.
- B.K: Filmdeki Elif karakteri ile benim karakterim pek benzemiyor aslında. Elif daha olgun ve sakin yaklaşıyor olaylara. Bende gençliğimin verdiği bir fevrilik ve acelecilik var hep. O tesettürlü ve aynı zamanda tezhip yapıyor. Bana senaryo geldiğinde iki rol önerilmişti, ben bu karakteri seçtim. Çünkü farklı karakterler oynamayı ve ters köşe yapmayı seviyorum. Tesettürü ilk taktığımda iyi geldi, kendini başka boyutta hissediyormuşsun gibi. Onu taktığın zaman ister istemez ağır başlı oluyorsun. İyi bir deneyim oldu benim için.
- H.P: Uzaktan izlediğimiz tarihe biraz daha yakın bir şekilde tanık oldum. Ben de babasız büyüdüm. Bu açıdan hayatımla paraleldi.
- Filmde baba oğluna 'Asla vazgeçme' diyor. Sizin asla vazgeçmeyeceğiniz şeyler ne?
- H.P: Sevmek...
- B.K: Ben de sevmekten asla vazgeçmem.
- S.T: On yıl önce asla vazgeçmem dediğim şeyden vazgeçtiğim çok oldu. Ama önce kendimden sonra ailemden asla vazgeçmem.
- Kendi çocuğunuza 'asla vazgeçme' diye öğütleyeceğiniz şey ne olurdu?
- S.T: Mutluluk.
- B.K: Dürüstlük.
- H.P: Almanya'dayken annem beni yuvaya götürüyordu. O dönemde bazı Almanlar başörtü kadınların örtülerine kartopunun içine cam parçaları koyarak saldırırdı. Annem o zaman bana "Oğlum asla pes etme. Pes edersen karşındaki kazanır." demişti.
- Sizin için hayatta en büyük darbe ne olur?
- S.T: Ölüm. Dönüşü olmayan tek şey.
- H.P: İnanmamak... Olmasa ayvayı yedik.
- B.K: Ailemin ölümü. Düşününce bile tüylerim diken diken oldu.
- C.E: Sevdiklerimin benden ayrılması en büyük darbe olurdu.
'Çok ciddi bir emek var bu filmde'
- Memnun kaldınız mı set arkası ekipten?
S.T: Filmimiz Alaaddin Film etiketiyle çıkıyor. Yapımcımız Kertenkele'nin de yapımcısı olan Yalçın Şen ve yönetmeniz Yasin Uslu. Kapalı kıyafetleri de Nurdan Heybeli yaptı ve gerçekten büyük emek verdi. Hepimizi o giydirdi. Yaşlandırma makyajı için de çok uğraşıldı, yurtdışından protezler getirildi. Çok ciddi emekler var bu filmde. Her aşamasında bu emek karşımıza çıktı. Adeta ince ince dokundu film. Bütün ekibin enerjisi çok iyiydi ve ortak bir hikayeye hizmet etmeye çalıştık.
Çekimler Sinop, Trabzon, Rize ve İstanbul'da yapıldı
Yapımcılığını Alaaddin Film'in üstlendiği film 27 Mart'ta 300'den fazla sinema salonunda birden vizyona girecek. Film bu topraklarda yaşayan milyonları darbe günlerinin hüzün dolu gerçekleriyle yüzleştirecek. Çekimlerinin çoğu Sinop, Trabzon ve Rize'de yapılan filmin bazı sahneleri İstanbul'un tarihi yarımadasında çekildi. Yönetmenliğini Yasin Uslu'nun üstlendiği film ön hazırlıkları üç yıl sürdü. Filmin çekimleri ise sekiz haftada tamamlandı. Karadeniz Bölgesi'nin doğal güzellikleriyle seyirciye görsel bir şölen sunacak film Mustafa Ceceli'nin bestelediği müzikleriyle kulaklara ve ruhlara da dokunacak. Filmin iki yılda yazılan senaryosu 70'lerden günümüze doğru uzanan bir olay kurgusuna dayanıyor. Sera Tokdemir ve Cansel Elçin'in evli bir çifti canlandırdığı filmde ana karakter İsmail Bey. Elçin'in canlandırdığı İsmail Bey, ailesiyle mutlu bir hayat sürerken darbe süreciyle inancı ve düşüncesi uğruna haksız yere hüküm giyiyor. Darbeci zihniyetin itibarını paramparça ettiği, gururunu zedelediği İsmail Bey ve ailesi çekilen acılarla ve inançla daha da güçleniyor. Hukuksuzluklara direnen ve ne olursa olsun yıkılmayan ailede 'Asla vazgeçme' diyen babanın hukuk savaşını avukat olan oğlu devam ettiriyor. Haluk Piyes'in canlandırdığı Ahmet karakteri babasının sisteme kurban edilmesine karşı adalet duygusunu hayatının temeline oturtmuş bir evladın iade-i itibar için verdiği hukuk savaşını beyazperdeye yansıtıyor.
Kaynak: H. SALİH ZENGİN/SABAH