Kur'ân'ımızın açıklamasına göre; mallarımız ve mallarla ilgili ilâhî yasalar, bizler için deneme aracıdır. Bu sebeple malların kazanımı ve kullanımı yanı sıra, bölüşümü ile ilgili Kur'ânî ve Peygamberî emirleri ve yasakları da uygulamakla görevliyiz.
Kader senaryosu gereği, doğrudan ve de kazandırıcı özellikler verilerek erdirildiğimiz mallarımızda Rabbimiz, muhtaç toplum kesimleri için Hak belirlemiştir; başta zekât olmak üzere, mükellef kılındığımız malî görevlerle bu Hakk'ın ödenilmesi emrolunmuştur.
Hiç şüphesiz baş malî vazifemiz zekâttır.
Zekât, Yaradanımız'ın mallar üzerindeki mutlak egemenliğini tanımaktır. İmana belgedir.
İslâmî yapının üzerinde yükseleceği temellerden biridir. İslâmî hayata geçiş köprüsüdür. Rûhları arındıran, ekonomiye canlılık kazandıran ibâdettir. Allah'ın rızasına erebilmenin koşuludur. Zekâtsızlık, açıklanan mübarek özelliklerin zıtlarına kapı açmak, Cehennem'e yuvarlanmaktır. Öneminden ötürüdür ki Kurân'da ve Peygamberimiz'in buyruklarında zekât üzerinde önemle durulmakta, verilmesi gereği, tekrarlanan emirlerle vurgulanmaktadır.
İhtiyaçlarını arz eden ve edemeyen muhtaç toplum kesimleri için, mallarımızda zekâtın dışında da hak vardır. Sahâbilerinin soruları üzerine Sevgili Peygamberimiz mallarda zekâtın dışında haklar olduğunu beyan buyurmuş, sonra da bu gerçeği açıklayan Bakara Sûresi'nin 177. âyetini okumuştur.
Bu âyette yüce Mevlâmız şöyle buyurmaktadır: "(Sizleri Allah'ın sevgisine ve armağanlarına ulaştıracak) gerçek erdemlilik yüzünüzü doğuya ve batıya çevirmek (gibi biçimsel şartlara uyumluluk) değildir. Ama gerçek erdem sahibi Allah'a, Âhiret Günü'ne, Meleklere, Vahye ve Peygamberlere inanandır; sevdiği mallarından akrabasına yetimlere, ihtiyaç sahiplerine, yolculara, (sürgünlere, mültecilere) yardım isteyenlere ve insanları esaretten kurtarmaya harcayandır; namazında devamlı ve dikkatli olan ve zekâtını verendir.
Ve gerçek erdem sahipleri; söz verdiklerinde sözlerini tutan, fakirlik, hastalık, zorluk, felaket ve savaş günlerinde sabredenlerdir. İşte onlardır Yaradan'a kulluklarını sürdürenler ve işte onlardır Allah'a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar."
Görüldüğü üzere, bu âyette zekât vermenin yanı sıra, ayrıca sevilen mallardan, akrabaya, yetimlere, yoksullara ve diğer sosyal kesimlere yardım edilmesi gereği açıklanarak, malda zekâtın dışında da haklar olduğu bildirilmektedir.
Bu hakları şöylece özetleyebiliriz:
a- Yoksul olmaları halinde ana, baba, kardeş, kız kardeş gibi yakın akraba fertlerine nafaka vermek. Nafaka yükümlülüğü Kur'ân'ımızın emridir. İsra Sûresi'nin 26. âyetinde şöyle buyurulmaktadır: "Akrabaya hakkını ver. Yoksula, yolda kalmışa da (hakkını ver), fakat saçıp savurma."
b- Yeminlerimizin bozulmasından ötürü ödememiz gereken keffaret de, ödenmesi gereken malî bir haktır. Kur'ân'ımızda şöyle buyrulmaktadır: "...Yeminin keffareti, ailenize yedirmekte olduğunuzun orta derecesinden on yoksulu doyurmak veya onları giydirmektir..."
c- Ev araçları ve gereçleri ve de binek-vasıta gibi sahip olduğumuz imkânlardan ödünç vererek, çevremizi yararlandırmak, Kur'ân'ımızın ve Peygamberî buyrukların belirlediği bir haktır.
Yapılmaması Kur'ân-ı Kerim'de Maûn'un engellenmesi şeklinde verilen ve azabla tehdit edilen bu görevle ilgili olarak deve örneğinden hareketle Peygamberimiz de şöyle buyurmuştur: "(Deve üzerindeki toplum hakkı şunlardır:) İyice olanını zekât verirsin.
Sütü bol olup sağılanını sütünden, sağılmayanını da taşımacılığından yararlanılmak üzere ödünç verirsin.
İstendiğinde erkek deveni tohumlatırsın.
Bir de komşularına sütünden içirirsin. (Bu hakları ödemeyen) her bir kişi için devesi Kıyâmet Günü'nde en büyük ve en semiz bir şekilde getirilir. Sahibini ayaklarıyla çiğner, boynuzları ile vurur.
Toplum hakkı ödenmeyen bu develerin, sonuncusu çiğneyip boynuzlayarak üzerinden geçtikçe ilki tekrar tekrar çiğneyip boynuzlamak üzere üzerine gelir. İnsanların muhakemesi bitirilerek hükmü verilinceye kadar bu böyle devam eder."
Peygamberimizin döneminin şartları içerisinde başta deve olmak üzere ihtiyaç duyulabilecek en önemli maddeleri zikrederek örneklendirdiği bu görevi, bizler, motorlu taşıt araçları dahil ödünç alınıp verilebilecek tüm ihtiyaç maddelerine teşmil edebiliriz. d- Hak vasıflı ve Kurân kaynaklı malî görevlerden biri de, hasat zamanında kaldırılan üründen çevrede oluşan fakirlere bir pay ayırmaktır.
Bu görevimizle ilgili olarak Kur'ân'ımızda şöyle buyurulmaktadır: "...Yoksullara mahsulun toplandığı gün hakkını verin ve (Allah'ın nimetlerini) israf etmeyin. Şüphesiz Allah müsrifleri sevmez."
Alıcılar zaviyesinden Hak vasıflı malî görevlerimize, ayrıntılarını Hz. Peygamber'in sünnetinde bulduğumuz aşağıdaki görevleri de katabiliriz. e- Yaşlı veya iyileşme ümidi olmayan hasta olarak tutulamayan, her bir günlük oruç için bir fakiri sabahlı akşamlı olarak doyurmak.
Adet halindeki eşle veya oruçlu iken ilişkide bulunmadan ötürü keffaret ödemek.
Gelen misafiri bir gün bir gece ağırlamak.
Kurban Bayramı'nda kurban keserek etlerinin bir kısmını dağıtmak.
Ramazan ayı sonunda fitre vermek.
Açıklamaya çalıştığımız vacip ve de bir bölümü tavsiye nitelikli görevlerimize İslâm bilginleri, Kur'ân'ın ve Peygamberimiz'in uygulamalarının rûhundan çıkardıkları bir genel görev daha ilave etmektedirler ki, o da yaygın fakirlik dönemlerinde ve de felaket günlerinde oluşan zaruri ihtiyaçların güçlülerce karşılanmasıdır.
Mükellef kılındığımız ibadet görevimiz için mallarla ve mallarla ilgili ilâhî yasalarla denemeye uğratılıyoruz.
Toplumu âdil, ekonomiyi canlı, Âhiret hayatını da mutlu kılmak isteyenler, kulluk denemesi aracı olan dinî-malî görevler için paçaları sıvamalıdırlar. Zira malları artacak ve Cennet'le ağırlanacaklar, yardım isteyenler ve dilenemeyenler için mallarında haklar olduğunu kabullenenler ve bu hakları ödeyenlerdir.
Değinilen bu gerçeği belgeleyen Kurân âyetleriyle konumuzu bağlıyorum: "İlâhî emirlere ve yasaklara aykırılıktan korunanlar Rablerinin kendilerine verdiği nimetlerden yararlanır oldukları halde Cennet'lerde, pınarların başındadırlar. Çünkü onlar geçmişlerinde güzel işler yaparlardı; gecenin çok az bir kısmında uyurlardı; seherlerde bağışlanmak için yalvarırlardı; mallarından yardım isteyenlere ve sıkıntı içinde bulunanlara da bir hak ayırırlardı."
HAKİKİ YOKSUL KİMDİR?
Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: "Allah'ın Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu:
- Hakiki yoksul kişi, durmadan dolaşıp ihtiyacını arz ederek insanlardan isteyen ve onların da bir-iki lokma veya bir-iki hurma ile savdığı asalak bir kişi değildir.
Sahâbîler sordular:
- Peki, hakîki yoksul kimdir ya Resûlallah?
- O, ihtiyaçlarını karşılayacak mal varlığını bulamayan, fakat insanlardan da bir şey istemeyen, (istemediği için de) hali bilinerek yardım olunmayan kişidir."
SORULARA PEYGAMBERİMİZİN DİLİNDEN CEVAPLAR
YAN GELİRİ OLMAYAN ÇOK ÇOCUKLU İŞÇİ-MEMUR YOKSUL MUDUR?
"Hakîki yoksul kimdir?" başlığı altında verdiğimiz hadîs bize ihtiyacını arz etmeyen, arz etmediği için de hali bilinerek yardım yapılamayan insanların hakiki yoksul olduğunu açıklarken, bu gibi yoksulların araştırılarak yardım yapılması lüzumunu da öğretmektedir. Yardım isteyen insanlara hoşgörülü davranmalıyız. Ancak kanaatkâr davranarak sıkıntılarını sinesine gömen fazîletli insanları da araştırmalıyız. Kaldı ki araştırmaya da pek gerek yoktur. Zira çevremizde gelirleri sabit olan ve gayr-i meşrû gelirleri de bulunmayan nice çok çocuklu işçi ve memur aileleri vardır ki geçim sıkıntısı çektiklerini anlamak için derin derin düşünmeye veya kehanette bulunmaya ihtiyaç yoktur.
Bir Ayet
Yoksulluk endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin; onlara ve size biz rızık veririz. (İsra Suresi/31)
Bir Hadis
Yetimlerin malını, onların namına çalıştırın. Ta ki, zekat, onu yeyip eritmesin.