KUR'AN'I DOĞRU ANLAMAK İSTEYEN EFENDİMİZ'E (S.A.V.) BAKSIN
Dostlar, şimdilerde bir modadır gidiyor: Allah Teala zaten ayetlerle dinimizi, emirlerini ve yasaklarını anlatmıştır. Peygamber de, bunları kullara tebliğ etmiş ve vazifesini tamam etmiştir. Kur'an bize yeter, Hadis-i Şeriflere ne gerek var, diye. Bir bulaşık makinesi aldığında bile, önce servisten eleman çağırıp montaj yaptıran sonra da, elinde kitapçık olmasına rağmen, makinenin nasıl çalışacağını servis elemanından öğrenmeden gönül rahatlığıyla düğmesine bile basamayan insanlar, nasıl oluyor da mevzu din, diyanet olduğunda bu kadar geniş olabiliyor anlaması zor. Dostlar, bu zihniyette olanlar da doğrusunu öğrensinler, Kur'an ne bana, ne sana, ne de onlara, bizzat Peygamber Efendimiz'e (s.a.v.) indirildi. O ashabına, "bu Kur'an'dır" dedi, vahiy katipleri de kayda aldı. Sahabe-i Kiram bir ayet indiğinde hemen Efendimiz (s.a.v.) etrafına toplanır hem ayetin ne olduğunu hem de ayette anlatılanın ne demek olduğunu öğrenmeye çalışırmış. Bugünün muteber Tefsir kitaplarına baktığınızda ayetleri, sahabeden birçok rivayetle izah ettiklerini, sahabenin de o rivayetleri bizzat ya Efendimizden ya da O'ndan duyandan aktardığını görürüz. Kıymetli Dostlar, burada Hazreti Ali (r.a.) Efendimizin bir hikayesi sanırım durumu gayet açık, gözler önüne serecek. Efendimiz (s.a.v.) birgün "Ya Ali, karpuz getir de yiyelim buyurur" Hz. Ali Efendimiz tereddütsüz hemen bir karpuz getirir. O sırada orada olan Hz. Ebubekir (r.a.) Efendimiz sorar, "Ya Resulallah, bugün Ramazan ve bizler oruçlu değil miyiz?" Efendimiz saadetle gülümser ve "Ya Sıddîk bugün bayramdır." buyurur. Daha sonra, Ebubekir (r.a.) Efendimiz, Hazreti Ali'ye sorar. Ya Ali, yoksa sen bayram olduğunu biliyor muydun, hiç tereddüt etmeden karpuzu getirdin. Hz. Ali Efendimiz (r.a.) cevap verir. "Hayır bilmiyordum ama bilmem de gerekmiyordu. Ramazan'ı da, orucu da ondan öğrendim. Tut derse tutarım, boz derse bozarım."
DİN ANLAŞILINCA YAŞANMAZ YAŞANINCA ANLAŞILIR
Kıymetli Dostlar, umuyoruz ve Cenab-ı Hakk'tan diliyoruz ki, Ramazan'ın bereketiyle bizlerin kaleminden çıkan bu sözlerde bereketlenir, yazdıklarımızla kastettiklerimizden çok öte, ulvi anlamlar sizlerin dimağına aktarılır ve zihinlerinizde canlanır. Günümüz insanının belki de en büyük silahıdır akıl. Her işimiz akılla çözeriz, daha doğrusu çözdüğümüzü zannederiz. Aklımıza o kadar güveniriz ki, hemen her sahada hiç tereddütsüz ona tâbi olur itaat ederiz. Akılla anlayamadığımız bir şey olursa, onu da kötü, negatif olarak etiketleyip hatırlamamak üzere zihnimizin derinliklerine göndeririz. Maddi sahada, akıl gerçekten başarılı bir rehber olsa da, iş manevi sahaya, din sahasına gelince akıllıca davranıp, aklı biraz temkinli kullanmak icab eder. Nasıl mı? Hayatında hiç namaz kılmamış birisine namazı bir güzel anlatabilirsiniz. Bedene kattıklarından, dinimizin direği oluşuna kadar birçok bilgiyi o kişiye aktarabilirsiniz. Aktarmasına aktarırsınız da, gözyaşlarıyla namaz kılan birisinin, niye namazda ağladığını, bunun da ötesinde ağlaya ağlaya kıldığı o namazdan nasıl ve niye zevk aldığını hangi akla izah edebilirsiniz? Manevi zevkin tanımını nasıl yaparsınız? Tüm gün yemeden içmeden kesilen birisinin, kurulu bir sofranın başında akşam ezanını beklerken, içinden Rabbiyle yaptığı o lezzeti o tarifsiz sohbeti, nasıl açıklarsınız. O müminin Allah Teala'yla sohbetin zevkiyle ezanın biraz daha geç okunmasını istemesini, hangi akıl alabilir? Akıl, maddi sebepler ve sonuçlar cihetinden bakarak hadiseleri tartar, anlamlandırır. Evet dinimizdeki tüm emir ve yasakları akılla izah edebiliriz ama, bunları imanla tutanın aldığı zevki akla tarif edemeyiz. Peki bir de diğer taraftan bakalım. İftarda o zevki tadan, gözyaşlarıyla o namaz kılan, canını dişine takarak kazandığı parasını hiç tereddütsüz ihtiyacı olanlarla paylaşan, akıllara zahmet olarak görünen birçok şeyi canına minnet bilerek yaşayan bir mümine, namazın, orucun, zekatın veya diğer ibadetlerin akli sebeplerini anlatmaya gerek var mıdır? Yoktur tabi ki. Çünkü, o kişi artık akılların alacağının ötesinde bir şekilde öğrenmiştir. Sevgili Dostlar, işte yazımızın başlığında anlatmak istediğimiz şey buydu. Din ancak ve ancak yaşanınca anlaşılır, çünkü bir şeyin zevki, anlatılınca değil ancak tadınca anlaşılır. Zevkini tadan için de artık izaha hacet yoktur. Cenab-ı Hakk'ın, ibadet ve taattten zevk-i manevi ihsan ederek, bizleri tüm kalbiyle iman eden razı olduklarına dahil etmesi duası ile, Allah'a emanet olunuz.
GÖNÜL SAHİFESİ
Ayete Hürmetin Karşılığını Allah Verir Zengin ve nüfuzlu bir aileye mensup olan Evliyaullahtan Bişr-i Hafî Hazretleri, bolluk ve refah içinde bir gençlik geçirdi. Dünyanın cazibesine kapıldığı ve nefsin, şeytanın ve kötü arkadaşların teşviklerine kapılarak oyun ve eğlence alemlerine daldığı bir gün kapısı çalındı. Hizmetçisi, gelene 'kimi aradığını sordu.' Kapıdaki adam; _ Bu evin sahibi hür mü, kul mu? diye sordu. Hizmetçi, "Hürdür" dedi. Adam; _ "Belli!.. Eğer kul olsaydı, kulluğun edebine riayet edecek, oyun ve eğlence ile uğraşmayacaktı" diyerek çıkıp gitti. Olanları duyan Bişr-i Hafî tövbe etti. Fakat bir müddet sözünde durduysa da, sonra kötü arakadaşların tesiriyle tekrar eski hayatına döndü. Bir gün eğlence alemlerinden sonra sarhoş ve bitkin olarak eve dönerken yolda üstünde Besmele yazılı bir kağıt buldu. İçi sızlayıp yerden aldı. Öpüp, çamurlarını silerek, temizledikten sonra, güzel kokular sürüp evine astı. O gece veli bir zata rüyasında; _ Git Bişr'e söyle! 'İsmimi temizlediğin gibi seni temizlerim. İsmimi büyük tuttuğun gibi, seni kullarım arasında yüceltirim. İzzetime yemin ederim ki, senin ismini dünyada ve ahirette temiz ve güzel eylerim' dendi. O veli zat, sabah, Bişri Hafî'yi aradı, sonunda bir meyhanede buldu. " _ Bir haberim var" diye içerden çağırdı. Bişr geldiğinde; _ "Kimden haber vereceksin?" dedi. O zat; _ "Sana Allah'ü Teala'dan haber vereceğim" deyince, Bişr-i Hafî ağlamaya başladı. "Bana kızıyor mu, şiddetli azap mı yapacak?" diye sordu. Rüyayı dinleyince arkadaşlarına dönerek; _Ey arkadaşlarım! Beni çağırdılar, bundan sonra bir daha beni buralarda göremeyeceksiniz. dedi. O zatın yanında hemen tövbe etti. Bu anda ayağında ayakkabı bulunmadığı için de hiç ayakkabı giymedi. Sebebini soranlara, "Allah'ü Teala'ya tövbe ettiğim, günah işlememeye söz verdiğim zaman yalın ayaktım. O zaman giymediğim ayakkabıyı şimdi giymeye haya ederim. Allah'ü Teala, Bakara Sûresi 22'nci ayetinde mealen; "Biz yeryüzünü sizin için tefriş ettik, döşedik." buyuruyor. Padişahların mefruşatı üzerinde ayakkabı ile yürümek edebe uymaz. Ayağım ile yer arasında bir vasıta olduğu halde onun sergisine basmayı caiz görmüyorum." derdi. Bu zamandan sonra ayakkabı giymediği için kendisine yalın ayak manasında "Hafî" lakabı verildi.
AYET-İ KERİME
"Ey insanlar! İşte size Rabbinizden bir öğüt, kalplere bir şifâ ve inananlar için yol gösterici bir rehber ve rahmet (olan Kur'ân) geldi." Yunus 57 "Şüphesiz ki bu Kur'ân, insanları en doğru ve en sağlam yola iletir ve salih amel işleyen müminlere büyük bir ecir olduğunu müjdeler." İsra 9
HADiS-İ ŞERİF
"Kim gençliğinde Kur'ân öğrenirse, Kur'ân onun etine ve kanına karışır. Kim de yaşlılığında tekrar ede ede zorluk çekerek onu öğrenirse o kimseye iki defa ecir vardır (hem zorluk çektiğinden dolayı hem de okuduğundan dolayı)" R"Kur'ân okunan evin hayrı artar, sakinlerini sıkmaz, melekler toplanır, şeytanlar oradan uzaklaşır. Kur'ân okunmayan ev, içindekilere dar gelir, sıkıntı verir, bereketsiz olur. Melekler uzaklaşır, şeytanlar oraya dolar." Dârimiâmuz'ül-Ehadis
SORDUM ÖĞRENDİM
Televizyon veya cd'den mukabele dinlemekle hatim yapılmış olur mu? Televizyon veya cd'den okunan bir mukabeleyi takip etmek sevaptır. Hatim Kur'an'ın başından sonuna kadar okunarak bitirilmesidir. Kişi okunan mukabeleyi sadece dinlemekle Kur'an dinlemiş olur. Hatim yapmış olmak için Kur'an'ın bizzat tilâvet edilmesi/okunması gerekir. Ancak kişi mukabeleyi takip esnasında aynı zamanda okursa hem dinlemiş hem de hatim yapmış olur.
DUA: Ya Rabbi, bizleri Kur'ân-ı Kerîm'in ahlâkıyla ahlâklandır. Efendimiz (s.a.s.)'e daima yakın eyle. Âmin.