SEVGİLİ Dostlar, nefsin hastalıklarını, kötü huylarını anlatmaya kaldığımız yerden devam ediyoruz.
HASET: ALLAH'A İSYAN BAYRAĞINI AÇMAK
Başkalarının sahip olduklarını, onlara yakıştıramama hastalığının dinimizdeki adıdır, Haset.
Hasetçi, başkasında gördüğü bir nimetin kendinde de olmasını istemekle kalmaz, o kişide o nimetin olmamasını da ister. Çünkü ona göre, o kişi o nimete layık değildir ve sahip olmamalıdır.
Dostlar, başkalarının sahip olduklarını onlara yakıştıramadığı için haset eden kişi, aslında Allah Teâlâ'nın taksimatına razı olamamaktır.
Cenâb-ı Hakk'ın taksimatına razı olmayan kişi de Allah'a isyan bayrağı açmış demektir.
Kıymetli Dostlar, basit bir hastalık zannedilse de haset kişinin dünyasını da ahiretini de berbat eder.
Dünya da ağız tadı bırakmaz. Hasetçi ne kendisi huzur bulur ne çevresine huzur verir, sürekli gözü başkasında, başkalarının sahip olduklarındadır.
Ahiretteki neticeleri ise çok daha büyük bir hüsrandır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) haseti tarif ederken, "ateşin odunu yediği gibi, kişinin iyi amellerini yer bitirir" buyurmuştur.
Gaflet ve cehaletin eseri olan haset tedavi edilmezse, kibir ve şirke davetiye çıkartır. Kişiyi kulluk dairesinden çıkarır.
KİN VE BUĞZ: KİNLE DİN AYNI KALPTE BULUNMAZ
Kin; öfke ve hiddetin insanın içinde çöreklenmesi, kalbine kadar yerleşmesidir. Dostlar, bu hastalıkta kişi, kin duyduğuna karşı öyle bir öfkeyle doludur ki, ona bir zarar gelmesi için hiç düşünmeden kendisini Allah Teâlâ'nın rızasından düşürecek yollara bile sapabilir.
Efendimiz (s.a.v) "Kinle din aynı kalpte bulunmaz." diyerek, kişinin kin duyduğu birisinin zarar görmesi için, bile bile dinin emir ve yasaklarını çiğneyecek kadar ileri gidebileceğini ve böylece sonunda dinden de çıkacağını vurgulamıştır.
Kıymetli Dostlar, burada bir şey dikkatinizi çekti mi bilmiyorum. Efendimiz (s.a.v.) kin derken, şuna karşı, buna karşı diye bir ayrım yapmadan, 'Kinle din aynı kalpte bulunmaz' buyurmuştur. Yani, 'gayri müslime, mecusiye ya da bir başkasına kin duymak serbest de, mümine karşı kin yasaktır' değil, tüm insanlara karşı kin beslemek dinimizce hoş görülmemiş.
Hele müslümanın, din kardeşiyle üç günden fazla küs durması bile haram sayılmıştır.
Burada dikkatinizi çekmek istediğimiz bir başka konu var o da Buğz. Buğz, Allah için, Allah Teâlâ'nın sevmediği şeylere karşı kişinin kalbinde olan nefrettir ki, bu dinimizce makbul ve müminde olması gereken bir haldir.
Fakat buğz demek, kin demek değildir. Allah rızası için buğz eden kimse, Cenâb-ı Allah'ın emir ve yasaklarını çiğneyerek buğz ettiği şeye, kişiye karşı bir işe kalkışamaz.
Aksi takdirde, ona buğz değil kin derler, o kişiye de mümin değil başka bir isim ve sıfatla hitap ederler.
Bu hastalıktan kurtulmanın çaresi; kine sebep olan öfkeyi kalbe yerleştirmeden, güzellikle dindirmekten ve affetmekten geçer.
Değerli Dostlar, Allah'ın razı olmadığı bir duyguyu kalbe yerleştirip rahmetinden ebediyen mahrum kalmaktansa, kinlenmeye sebep olacak fiili, o fiili işleyeni affetmek kişiyi Resulullah Efendimiz'in (s.a.v.) ahlakıyla ahlaklandırır.
Her alanda olduğu gibi bu alanda da en güzel örneğimiz olan Peygaber Efendimiz (s.a.v.), kendisine ve ashabına her türlü eziyeti yapan Mekkeli müşrikleri dahi affetmiş, kinle intikam peşinde koşmadığı gibi ashabını da bundan men etmiştir.
FISK FÜCUR VE BÜYÜK GÜNAHLAR
Değerli Dostlar, insan her günah işlediğinde kalbi biraz daha kararır. Tabi Allah Teâlâ'nın razı olduğu her işle de o karartı biraz daha giderilir ve kişinin kalbi nurlanır. Fısk Fücur, kişinin günah işleye işleye kalbinin iyice kararması ve artık bu Allah'a her alanda asi olma halinin onda huy olarak yerleşmesidir.
Dostlar böyle bir kişi ibadet yapar gibi günah olan fiilleri yapar hale gelir.
Büyük günahların hepsi de böyledir aslında. İnsanı manen öldürür, Allah Teâlâ'nın feyzini keser ve nefis nurdan ve feyizden mahrum kaldığı için her türlü hastalığın pençesine ve şeytanın eline düşer.
Hırsızlık, mala mülke zarar vermek, kul hakkı yemek, içki içmek, zina etmek, sövmek, israf, gıybet, iftira atmak, yalan söylemek...
Bu günahlarda insanı nihayetinde şirke ve kibre sürükler, imansızlıkla karşı karşıya bırakır. Cenâb-ı Hakk cümlemizi bunlarda muhafaza eylesin.
GÖNÜL SAHİFESİ
Allah İçin Kızınca Şeytan Bile Senden Kaçar Büyüklerden bir zât, Cüneyd-i Bağdâdî "rahmetullahi aleyh" Hazretlerinin yanına gelmişti.
Şeytanın, onun yanından hızla kaçtığını gördü. O kimse Cüneyd-i Bağdâdî'nin yanına yaklaşınca, yüz hallerinden, onun çok öfkelenmiş olduğunu anlayıp, sordu: _ Ey Cüneyd! Biz biliyoruz ki, insan öfkelenince şeytan ona yaklaşır. Fakat görüyorum ki, bu kadar fazla öfkelenmiş olduğunuz halde, şeytan sizden kaçıyor. Bunun hikmeti nedir? Cüneyd-i Bağdâdî "rahmetullahi aleyh" hazretleri cevabında; _ Sen bilmez misin ki, biz kendi nefsimiz için kızmayız. Başkaları, nefsleri için kızarlar.
Bunun için de şeytan kendilerine musallat olur. Bizim kızmamız, hep Allah için olduğundan, şeytan bizden kızdığımız zaman kaçtığı gibi başka hiç bir zaman kaçmaz buyurdu.
EN BÜYÜK GÜNAH HANGİSİDİR?
Değerli dostlar, Allah Teâlâ affının, rahmetinin cümle mevcudatının günahından daha büyük olduğunu Kur'an-ı Kerim'de beyan buyurmuş ve Efendimiz de (s.a.v.) bu müjdeyi bir çok Hadis-i Şerif'inde vermiştir. Fakat tüm bu müjdeler ve rahmetin ancak müminlere olduğunu da yine bizzat Cenâb-ı Hakk ve Habibi, sevgilisi Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz bizlere duyurmuştur.
Yani bir kişinin bu müjdelere nail olması, dağlar kadar günahı olsa bile Allah'ın (c.c.) affıyla cennete girmesi için öncelikli şart imandır.
Dostlar; Kur'an'da, şeytanın bizi Allah Teâlâ'nın affıyla kandırmasına karşı dikkatli olmamız emir buyurulmuştur.
Evet Allah (c.c.) affedicidir. Hatta affının büyüklüğü bizlerin hayal etmesi bile imkansızdır. Ancak Hazreti Allah zaten affedicidir diyerek günahta ısrar etmek, bir süre sonra kişiyi kulluktan, iman dairesinden çıkartır.
Bunun için kişinin illaki büyük günahları işlemesi gerekmez. Dostlar, kocaman bir kardan adam, yumruk büyüklüğündeki bir kartopundan meydana gelir.
Yani, küçükleri işleye işleye kişi birgün bir de bakar ki, büyük günahları işlemeye başlamış. Büyükleri işleye işleye de imandan çıkıvermiş.
Kıymetli Dostlar, mümin için günahın büyüğü küçüğü olmaz, hepsi büyüktür, hepsi Cenâb-ı Hakk'ın rızasından ayrı kalmanın, O'ndan gafil olmanın eseridir. Gaflet ise inanan bir kul için hem günah hem de cezanın ta kendisidir.
Hazreti Ali Efendimiz'e (r.a.) birgün sorarlar, 'Ya Ali, en büyük günah nedir?' diye. Hazreti Ali, Şah-ı Veli (k.v.) Efendimiz, hiç düşünmeden 'En kolay işlediğindir.' der. 'Çünkü onun Allah'ın yasak ettiği bir günah olduğunu, Allah'la aranı açmasını önemsemezsin, düşünmezsin bile, kolaycacık işlersin.'
Bu açıdan bakıldığında herkesin büyük günahı kendine göre farklı olabilir. Yani; elden ayaktan düşmüş, bir bardak suya zar zor uzanan bir kişi, bende gadap yok, hele zinayı aklımdan bile geçirmem dese, sende ne gadaplanacak güç ne de zinaya istidad var zaten be adam denilebilir.
O söz, gücü kuvveti, hatta karşısındakilere istediğini yaptıracak kudreti, imkanı olan içindir. O kişi ben de gadap yok derse ve gerçekten de yoksa bir kıymeti olur. Zinaya ya da harama asla yaklaşmam derse ve yaklaşmıyorsa Allah katında kıymetli bir kul olur.
Dostlar, Allah Teâlâ cümlemizi, günahını büyük gören, kendini ve nefsini ıslah etmeye gayret edenlerden ve dahi cümle günah kirlerinden temizlenip cennetliklerin ahlâkıyla, ahlâkı Resulallah ile ahlâklananlardan etsin.
AYET-İ KERİME
"De ki: Ben, ağaran sabahın Rabbine sığınırım, yarattığı şeylerin şerrinden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, düğümlere üfleyen büyücülerin şerrinden ve haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden."
Felâk Sûresi 1-5
HADiS-İ ŞERİF
"Size ümem-i kadime hastalığı sirayet etti: Bu, hased ve buğzdur. Bu kazıyıcıdır. Bilesiniz; kazıyıcı derken saçı kazır demiyorum. O dini kazıyıcıdır. Nefsimi kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin ederim, sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Birbirinizi sevmeye yardımcı olacak şeyi haber vereyim mi: Aranızda selâmı yaygınlaştırın."
Tirmizî
SORDUM ÖĞRENDİM
Sahur yemeğinin dindeki yeri ve önemi nedir?
Sahur yemeği, oruç tutacak kişilerin imsak vaktinden önce gece yedikleri yemektir. Hz. Peygamber (s.a.v.) sahura kalkmış ve ümmetine de tavsiye etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.), hadislerinde sahur yemeğinin "bereket" ve "mübarek gıda" olduğunu, ayrıca sahur yemeğinin, Müslümanların orucu ile ehl-i kitabın orucu arasındaki en önemli farklardan biri olduğunu belirtmiştir.
(Müslim)
DUA
"Ey keremi sonsuz Rabbim! Huzuruna sermaye getirmedim, ümit ile geldim. Defteri benimkinden daha kara olan birisini kimse görmemiştir. Ama senin affın her şeyden büyüktür.
Beni affından ümitsiz etme. Ümmet-i Muhammed'i af buyur ey Aziz olan Allah!"
Âmin.