Namaz Müminin Miracıdır: Üç Dille Hak ile Konuşmak

takvim.com.tr takvim.com.tr
Kaynak GAZETE
Giriş Tarihi :16 Haziran 2017
Namaz Müminin Miracıdır: Üç Dille Hak ile Konuşmak
Allah'ın bir insana konuşmasında şaşılacak bir durum yok: bir şeyi var etmek Hakkın onunla konuşması demektir. Her şey söz ile meydana gelir, Allah 'Ol' der o da olur. Varlıklar bu nedenle Allah'ın kelimeleri-sözleri olarak isimlendirilir. Yaratılmışları, Allah'ın kelimesi saymak Müslüman metafizikçi sufilerin önemsediği bir kavramlaştırmadır. Her şey sözden meydana gelmiştir ve bütün alem bir sözdür: söylenen, duyulan ve yorumu aranan bir söz! Öyleyse mesele Hakkın biriyle konuşması değil, sözü işitmektir. Söz özel şartlarda söylenir ve söylenen tarafından işitilirse, buna 'vahiy', sözü işitene de Peygamber denilir.
Kul da Allah ile konuşur: bu konuşma Allah tarafından mutlaka duyulur, bunda kuşku yok. Fakat kuşku şurada vardır: Konuşan insan konuşmada gerçekten var mıdır, yoksa bilinçsizce dilinden sözler mi dökülmüştür? Acaba kişi uykusunda sayıklayan birisi gibi mi bulunmuştur orada? Kul konuşmada gerçekten bulunur ve kendi söylediklerini duyar-idrak ederse buna münacat denir.
Bu münacat dince belirlenen şekillerde gerçekleşirse ona da namaz denilir. Kula düşen şey, Allah duyuyormuşçasına O'nunla konuşabilmektir (ihsan). Demek ki Allah ile kul arasındaki konuşmanın 'münacat' olabilmesi kula bağlıdır: kul konuşmada ne kadar hazır ise fiil o kadar münacat, namaz o kadar ibadet adını hak eder.
İbadet bir konuşmadır, özellikle de namaz böyledir. Müminler Allah'ın sadece varlığına inanmazlar; O'nun konuşan, gören, duyan, bilen Rab'leri olduğuna iman ederler. Bir insanı mümin kılan Allah'a böyle inanmaktır. Allah'ın varlığına imanla dikkatimizi daha çok dışımızdaki evrende toplarız: 'Allah evreni yarattı' bizi içinde yaşadığımız andan ve mekandan kopartarak meçhule götürür. Evrenin tarihi üzerinde düşünmek pek çok insan için imkansız bir yola girmek demektir.
Kaç milyar sene önce olmuş bir hadisenin idraki mümkün olabilir mi? Hakkın niteliklerinden söz etmeye başladığımızda ise insana ve insanın dünyasına yöneliriz.
Artık insanın düşünmesi ve derin bir şuur ve vecd ile idrak etmesinden söz etmek bizi Allah ile ilişkimizde canlı ve gerçek bir iklime taşır. Bu sayede Allah ile aramızdaki irtibatı kendimiz üzerinden inşa ve idrak ederiz. Namaz bu iklimin bir delili olarak girer hayatımıza ve bizi Allah'a bağlar.

NAMAZIN DİLLERİ: SÖZ, FİİL VE HAL DİLİ
Bütün ibadetler Allah ile aramızda konuşma veya 'münacat' olma niteliğinde birleşir. Namaz ise biraz daha fazla böyledir. Namazın ibadetler arasında 'münacat' vasfını kazanmada özel durumu vardır. 'Namaz müminin miracıdır' çünkü: miraç Hak ile konuşmak ve O'nu görmek üzere insana bir inayettir.
Namaz üç dille bir konuşmadır: söz, fiil ve hal ile konuşmak. Sözle konuşurken dilimizden ayetler dökülür, tespihleri ve hamd cümlelerini söyleriz.
Allah'ın büyüklüğünü ve yüceliğini bilerek namazda kuracağımız cümlelerden peşinen özür dileriz. Tespih ve hamd bunu sağlar. Sonra bize söylenen ayetleri okuruz.
Ayetler, bize Allah ile nasıl konuşulacağını gösterir.
Fatiha suresi namazı 'ikame' eden bir sütundur. Bu surede Müslüman hamd ettikten sonra ibadet taahhüdünde bulunur; sonra hidayet ister.
Namazda bir de davranış ile konuşuruz: ayakta, ilahi huzurda dururuz, ayağa kalkarız.
Namazda konuşurken bütün varlıklardan ayrışan yönümüzün 'ayakta durmak' olduğunu ikrar ederiz. Ayakta durmak ile çelişen bütün niteliklerden uzaklaşma sözü veririz bu davranışla: kimsenin karşısında eğilmeyeceğimizi göstermek üzere Allah'ın karşısında eğilir, kimseye boyun eğmeyeceğimizi göstermek üzere de secde eder, bize olan lütufları dinlemek üzere oturur ve selamete kavuşmuş bir halde namazdan sürekli namaz (salat-ı daim) haline intikal ederiz.
Namazda bir de hal konuşması vardır:
Hal ile konuşmak herkese nasip olmaz.
İnsanların pek çoğu için namaz fiil ve sözlü konuşmadan ibaret kalır. Hal ile konuşmak ise takva, huşu, havf ve reca gibi yüksek hallerle namazın idrakidir. Namazı namaz kılan da bu son konuşma halidir: karşısında bulunmaktan kaynaklanan ürperme, tazim gibi yüksek değerler insanın dili olur. Böyle bir namaz mümini miraca yükseltir. Belki de öteki namazlar böyle kılınan namazlar vesilesiyle makbul olur.

BİR HİKAYE
Bağdat'ta şarap içtiği için cezalandırılan bir adam varmış. Kadı, adamı cezalandırırken oradan geçenler de seyrediyormuş. Dervişin biri bu hadise karşısında insanların samimiyetsizliğini fark edince şöyle bağırmış: 'Bu adamın işlediği günah onu sarhoş ediyor, siz de günahkar olduğunu anlıyorsunuz. Öteki günahlar da sarhoş etseydi, Bağdat'ta ayık gezen kalır mıydı?' Hiç kuşkusuz günahlara böyle bakabilmek, yüksek bir ahlak ve samimi dindarlık sahibi olmaya bağlıdır. Bütün günahlar günah olmak bakımından eşittir; fakat din onların bir kısmına cezai tedbirler getirmiş, bir kısmını ise cezaya bağlamamıştır. Bunun nedeni günahların neticesinde toplumda ortaya çıkabilecek somut zararlardır. Derviş dikkatimizi günahkar olmak meselesine çeker. Böyle bir suç işlediği için ceza alan bir insanı gülerek veya ayıplayarak seyredenler dedikodu, iftira, kibir, kendini beğenmek gibi günahlar işler ve bunu fark etmezler. Derviş diyor ki: Her günah sarhoş etseydi hepimiz sarhoş gezerdik. Çünkü hiç birimiz masum değiliz. Hele de insan sınanmadığı bir davranış nedeniyle kendini masum görme ve paye elde etme hakkına sahip değildir. Bu bir günahkarla 'insaf' ölçüsünde irtibat kurabilmektir.

BİR AYET
''Ben bir hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratan Allah'a çevirdim. Ben müşriklerden değilim.' (Enam, '9).
Bu ayet-i kerime Hz. İbrahim'in Allah'a yönelişini anlatır. Allah'a yönelmek iman, bu imanın güçlü bir şekilde olması ise ihlas demektir. Hz. İbrahim 'Ben yüzümü çevirdim' dediğinde, bütün benliğiyle ve varlığıyla yöneldim demiştir. Bir insanın yüzü onun kişiliği ve varlığı demektir. İnsan yüzünü kime çevirmişse ona bağlanmış, itibarını ondan istemiş demektir. İnsanlar genellikle yüzlerini birbirlerine çevirir, itibarı hemcinslerinden beklerler. Bu ayet-i kerime yüzünü insanlara döndürmüş, işleri güçleri insanların beğenisini kazanmak olanlara hitap eder. Ayetin devamında 'Ben müşrik değilim' dendiğine göre, insanı ortak koşmaya sevk eden şey, insanlardan olan beklentisidir. Beklenti insanı köleleştirir. Onlar yaratılmış kullardan itibar bekleyerek Allah'ı unutanlardır. Allah ise bize kendisinden başka Rab olmadığını söyleyerek dikkatimizi kendisinde toplamamızı emreder. Yüzü, Allah'a çevirmek her şeyi O'ndan beklemek demektir. Mümin Allah'tan başkasından beklentisi olmayan insandır. İhlas zaten beklentisizlik demektir. Ayette gökleri ve yeri yaratan denilir. Çünkü insanın Allah'a yönelmesi O'nun yaratan olmasının neticesidir. Allah'ın kulları üzerindeki hakkı, yaratan olmasından gelir.

BİR HADİS
'Her doğan, fıtrat üzere doğar: Sonra anne babası onu Hristiyan eder, Yahudi eder.'
Bu hadis-i şerif çok bilinen bir hadistir. Bazen hadis İslam fıtratı şeklinde diye de aktarılır ki daha doğru olanı sadece fıtrat kelimesinin zikredilmesidir. İnsan bir fıtrat üzere doğar. İnsan doğuştan iyi veya kötü değil ancak fıtrat üzere doğar. Fıtrat, kabiliyet ve yatkınlık demektir; fakat iyilik ve kötülük söz konusu değildir. İnançları daha sonra eğitimle ve yaşadığı sosyal çevrede kazanır. Hadisin ilk anlamı insanın çevresiyle olan ilişkisidir. İnsan çevresinden kimlik kazanır, terbiye görür. Bazı dinler, özellikle Hristiyanlık ilk günah kavramıyla fıtratın temiz olmadığını düşünür. İnsan doğuştan günahkar doğar ve bu günahtan arınması gerekir. İslam insanı ve tabiatı böyle kabul etmez; insanın temiz doğduğunu kabul eder. Bu bakış açısıyla İslam tabiata ve bedene bakarak ahlak anlayışını inşa eder. Tabiat temizdir ve insanın evidir; bedenimiz temizdir ve ruhumuzun evidir. Bedenin ihtiyaçlarının ve hazlarının yok edilmesi veya göz ardı edilmesinden değil, meşru şekillerde karşılanmasından söz edebiliriz.

SORU-CEVAP

Vefa ne demekti? İnsanlardan vefa beklemek, bazen onları vefasızlıkla eleştirmek veya vefalı olanları övmek doğru mudur? Vefa beklemek ihlasa aykırı değil midir?
Vefa Allah'a verilmiş söze bağlılık demektir. Bu itibarla bir Müslüman Allah'a nasıl söz verdiyse o sözün gereğine göre yaşarsa vefalıdır. Allah'a O'nu rabbimiz olarak kabil ettiğimize, sözlerine uyacağımıza ve kimseden bir şey beklemeyeceğimize dair söz verdik. İmkanımız ölçüsünce insanlara yardım edeceğimize ve bunun karşılığında bir şey istemeyeceğimize de söz verdik. Bu sözlere bağlı kalmaya vefa denir. Arada mütekabiliyet olmadan, tevafuk şeklinde öteki insan da yapılan iyiliğe karşılık verirse bunda bir beis yoktur. Ancak vefa beklemek ve insanları bu nedenle eleştirmek ihlasla çelişir, dindarlığı beklentiye indirir. Yapılan hayırlara karşılık beklemek dindarlığı bir tür ticarete döndürür. Din hiçbir şekilde ahlak ticaretini ve beklentili yaşamayı istemez. Dindarlık yapılan hiç bir hayrın karşılığını beklememek demektir. Her türlü beklenti ihlası yok eder; beklenti ile ihlas ters orantılıdır.