28 Şubat sürecinin post modern bir darbe olarak adlandırıldığını belirten Altaylı, Türkiye'de demokrasinin işleyişi ile ilgili temel bir sorunun bulunduğunu söyledi. AK Parti'nin iktidar olmasından hemen sonra bunu hem Başbakan Erdoğan'a televizyon sohbetlerinde hem de gazete köşesinde dile getirdiğini anlatan Altaylı, şöyle devam etti: ''Türkiye'de demokrasinin sağlıklı işleyişini engelleyen bir kurum var. Bu kurum da Milli Güvenlik Kurulu. Bu kurullar dünyanın çeşitli ülkelerinde farklı isimlerle veya benzer isimlerle olmasına rağmen Türkiye'de anayasal dayanağı olan bir pozisyonda olduğu için ne yazık ki yakın zamana kadar, yarın tekrar olmasının önünde yasal bir engel olmayacak bir şekilde, Türkiye'de bir vesayet sistemi getiriyor. Bu vesayet sistemi zaman zaman ortadan kalkmış gibi görünse de Türkiye'nin sıkıntılı anlarında tekrar bunun gündeme gelmesinin önünde herhangi bir yasal engel yok. MGK'nın anayasal fonksiyonun değiştirilmesini ve yapısının değiştirilmesini hep önerdim ben. TSK gibi hiyerarşik bir kurumun neredeyse seçilmişlerle eşit miktarda temsil edildiği bir yapının anlamsızlığını sık sık dile getirdim. Bu kurum fotoğraf olarak da hoş değil. Bir tarafta siviller oturuyor, bir tarafta samanyolu gibi yıldızlar oturuyor. Karşılıklı bir rekabet varmış gibi.''
Altaylı, MGK'nın yapısının değişmesi gerektiğini yineleyerek, MGK'da, askerleri temsilen Genelkurmay Başkanı'nın katılmasını ayrıca sivil toplum kuruluşları temsilcileriyle, gerekirse belediyeler birliği temsilcisi, siyasi iktidar temsilcisi, üniversiteler arası yüksek kuruldan temsilcilerin olması gerektiğini söyledi.
Türkiye'de hiç kimsenin bugüne kadar MGK'nın yapısının değiştirmeye yeltenmediğini savunan Altaylı, ''MGK anayasal bir kurum olarak mevcudiyetini o şekliyle sürdürdüğü müddetçe Türkiye'de askeri vesayetin, siyaseti, medyayı, ekonomiyi, ticareti etkilememesi mümkün değil. O yüzden bu tarz komisyonları önümüzdeki 10 yıl 20 yıl içinde tekrar tekrar toplamak istemiyorsak, en başta yapmamız gereken MGK'nın bugünkü haliyle Türk demokrasisi içinde yerinin olmadığını kabul edip, bunu normal bir demokrasideki konumuna çekmek gerek'' dedi.
28 Şubat sürecinde ''YÖK başkanı bilimin emrinde değil, başkalarının emrinde'' şeklinde bir yazısının olduğunun hatırlatılarak, bu yazıyı yazma gerekçesinin sorulması üzerine Altaylı, YÖK'le ilgili yazılarının 28 Şubat sürecini kapsadığını anlattı.
O dönemde YÖK'ün yapmakta olduğu uygulamaların Türkiye açısından pek doğru sonuçlar vermeyeceğini düşündüğünü belirten Altaylı, ''YÖK Başkanı Kemal Gürüz, bir takım baskılarla, baskıların nereden geldiğini açıkçası bilmem mümkün değil ama bir bilim adamının normal şartlarda yapmayacağını düşündüğüm bazı kararlara imza atmaya başladı'' dedi.
Katsayı uygulamasını fazlasıyla eleştirdiğini anlatan Altaylı, yazıları üzerine YÖK Başkanı'nın kendisine dava açtığını, tamamından da beraat ettiğini söyledi.
Susurluk olayı ile ilgili ''Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık eyleminin bir süre sonra şirazesinden çıktığını'' yazmasının hatırlatılması üzerine de Altaylı, gazeteci olarak iktidarları eleştirme görevleri olduğunu kaydetti.
Susurluk kazası öncesi dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar'a, ''devlet içindeki çetelerle'' ilgili bir program daveti olduğunu söyleyen Altaylı, ''Sayın Ağar'ın bu programıma katılacağı hafta Susurluk kazası oldu'' dedi.
Bazı gazetecilerin olayın üzerine gitme kararı aldıklarını anlatan Altaylı, ''Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık eylemine destek verilmesi gerektiğini'' söylediğini aktardı.
Bir süre sonra bu eylemin Türkiye'de iktidar karşıtlarının ortak eylemi haline geldiğini ifade eden Altaylı, ''Eylemin gerçek maksadı ortadan kalktığını, zıvanadan çıktığını, bu nedenle de desteğini çektiğini'' kaydetti.
''PEK ÇOK DOSYALAR YOLLUYORUZ AMA HİÇ BİRİSİ YAYIMLANMIYOR''
''O dönemde Şemdin Sakık'ın sözlerinin içerisinde sizin de isminizin yer aldığı ifade ediliyor. Bu şekilde hedef gösterilmenizde askerlerin herhangi bir etkisi oldu mu? Bir resepsiyonda Aytaç Yalman tarafından size ve yayınlarınıza ilişkin bir telkin gerçekleşti mi? Veya herhangi bir asker tarafından'' soruları üzerine de Altaylı, Gazi Orduevin'deki 30 Ağustos resepsiyonunda bir masada Yalman'la karşılaştığını anlattı.
Yalman'ın ''gazetecilerle ilgili bozuk bir tonda konuştuğunu'' aktaran Altaylı, ''Bana döndü dedi ki; 'Pek çok dosyalar yolluyoruz ama hiç birisi yayımlanmıyor.' Ben de, 'kayda değer bulunmayan dosyalar herhalde yayınlanmıyordur, orduyla ilgili de abuk subuk bir sürü şey geliyor, onlar da yayınlanmıyor. Delili sağlam olsa yayınlanır' dedim. Sinirlendi gitti daha fazla konuşmadık'' dedi.
Fransa Genelkurmay Başkanı'nın Türkiye'yi ziyaret ettiği gün Genelkurmay'dan randevu istediğini ve gittiğini anlatan Altaylı, orada Çevik Bir'le kısa bir sohbeti olduğunu belirtti.
Bir'e, ''böyle böyle şeyler söyleniyor, darbe yapacakmışsınız, bırakın da Türk halkı kendi söküğünü dikmesini öğrensin'' dediğini ifade eden Altaylı, Bir'in de ''nereden çıkarıyorsunuz'' dediğini söyledi.
O dönemde andıçlanan bir gazetecinin de kendisi olduğunu savunan Altaylı, ''Aydın Doğan yapılan baskılara kulak asmadığı için benim andıçlandığımı kimse bilmiyor'' dedi.
İsminin ''PKK'ya yardım eden gazeteciler'' adı altında bir başlıkta yayımlandığını belirten Altaylı, bunun üzerine İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi savcıları tarafından davet edildiğini ve Şemdin Sakık'ın ifadelerine de orada vakıf olduğunu söyledi. Altaylı, ifadelerde Sakık'ın değil de sorguyu yapan kişinin kendisine suçlamalar yönelttiğini gördüğünü anlattı.
27 Nisan muhtırası ile 28 Şubat arasındaki farkın sorulması üzerine Altaylı, ''Siyasi iktidarın duruş farkı var. 28 Şubat biraz daha sivildi. İçinde sivillerin de bulunduğu MGK tarafından yürütülen olaydı ve sivil katkısı da vardı içerisinde. Diğeri ise doğrudan doğruya Genelkurmay Başkanlığı tarafından hazırlanmış, başkanının bizzat 'bunu ben yazdım' dediği yüzde 100 askeri bir şeydi'' değerlendirmesinde bulundu.
Altaylı, bir soru üzerine, hiç bir şekilde bir asker tarafından telkinle haber yaptırılma girişiminde bulunulmadığını, Dinç Bilgin ve Aydın Doğan tarafından da böyle bir istekle karşılaşmadığını söyledi.
''CÜBBELİ AHMET HOCA'YA ÜZÜLÜYORUM''
Gelinen noktada ''şuanda irticadan korkması'' diye bir şeyin söz konusu olmadığını ifade eden Altaylı, ''İnsan bilmediği şeyden korkar. Cübbeli Ahmet şimdi benim neredeyse arkadaşım oldu. 3-4 kere programa geldi. Cübbeli Ahmet'le ilgili benim kafamda müthiş negatif bir şey vardı. Bir gün bana geldi, bir geldi dünyanın en gırgır adamlarından bir tanesi. Süper mavra, her şeyi anlatıyor. Ben Cübbeli Ahmet'i bilmezken ondan korkuyordum, şimdi adamın içerde olmasına üzülüyorum'' diye konuştu.
Gazetecilerin iktidara yakın olmasının ''iktidar borazanlığı'' olarak algılanmaması gerektiğini ifade eden Altaylı, iktidar partisinin yönetimde olduğu için kendileri için kaynak teşkil ettiğini söyledi. Altaylı, gazeteciler üzerine çok oyun oynandığını da söyledi.
''MC DONALD'S, AÇILAN HİÇ BİR ÜLKEDE DARBE OLMAZ'
Altaylı, bir soru üzerine İslami bir çevrede büyümemesine karşın hiçbir zaman türban karşıtı olmadığını söyledi.
Türkiye'de bir darbe olacağına inanmadığını da anlatan Altaylı, ''McDonald's, açılan hiç bir ülkede darbe olmaz. Bu istatistiklerle sabit'' değerlendirmesinde bulundu.
TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu'nu önemsediğini de ifade eden Altaylı, ''İnşallah 20 sene sonra böyle bir komisyon kurulmasına gerek olmaz'' diye konuştu.
Komisyon daha sonra basına kapalı olarak dönemin polis müdürlerinden Adil Serdar Saçan'ı dinledi.