İşte Engin Ardıç'ın o yazısı:
Futbol bu, kazanırsın, kaybedersin, ya da berabere kalırsın.
Tribününde, futbol çemişlerinin "koreografi" demekte ısrar ettikleri gösterilerden de yaparsın. (Daha da beteri, "kareo" diyeni de var.) Ama "seni de seni seveni de sevmiyoruz" diye bir pankart açarsan işin rengi değişir...
Maçın sonucuna da kızabilirsin.
Ama sahaya su şişesi ve daha da beteri "sökülmüş koltuk" atarsan işin rengi değişir. Eskiden bıçak atan da vardı.
"Küfürlü tezahürat" önlendi.
Maçlara "kadın seyirci" de sağlandı.
Ama sevgisizliğin, nefretin, hırboluğun önü alınamıyor.
"Lumpenlerden" şimdilik daha fazla bir şey beklemiyoruz...
Ama her kulübün bir de başkanı vardır ve özellikle "pankartlar" onun denetiminde olmalıdır, olduğu varsayılır.
"Bilmemkaçıncı yıldönümünde Yeşilay'ı kutlarız" türünden pankartlar açmak marifet değildir.
Kendini bilen bir başkan, tribünde dangalakça pankartların açılmasına engel olmak zorundadır.
Bir ara, Ali Koç'u cumhurbaşkanı adayı olarak "ittirmeye" çalışan "holding züppeleri" vardı...
"Fenerbahçe'yi yönetemeyen adamın Türkiye'yi nasıl yönetebileceği" sorusuna cevap vermekle yükümlüdürler.
Ya da laf, şu son maçta açılan diğer bir pankarta gelir dayanır:
"Herkes haddini bilecek!"
YAZININ TAMAMI İÇİN TIKLAYIN