Rabbin hoşnutluğu anne babanın hoşnutluğuna bağlıdır

Rabbimiz, Kur’an’da kendine ibadet edilmesinin yanında annebabaya iyiliği emretti. Anne-babaya iyi davranılmasını, onlarla iyi geçinilmesini, onlara güzel söz söylenmesini, öf bile denmemesini nasihatledi...

takvim.com.tr takvim.com.tr
Kaynak GAZETE
Giriş Tarihi :30 Mayıs 2018
Rabbin hoşnutluğu anne babanın hoşnutluğuna bağlıdır
Her şeye layık olduğu değeri veren dinimiz, anne ve babaya karşı gösterilmesi lazım gelen hürmet ve muhabbeti de en güzel şekilde ortaya koymuştur. Yüce Allah (c.c.) Kur'an'da kendine ibadet edilmesi ve şirk koşulmaması yanında annebabaya iyiliği emretmiştir. Ayrıca annebabaya iyi davranılması, onlarla iyi geçinilmesi, onlara güzel söz söylenmesi, öf bile denmemesi ve azarlanmamaları emredilmiştir. Kur'an'da anne ve babayı beraber zikretmenin yanı sıra sadece anneyi zikreden, çocuğu zahmetle taşıması ve zahmetle doğurmasından bahseden ayetler de vardır.

'BEN KIZLAR BABASIYIM'
Sevgili Peygamberimiz'in çocukluk yılları babadan yetim, anneden öksüz şekilde geçti. Fakat Allah, yeryüzündeki en şefkatli eller ve en merhametli gönüller vasıtasıyla onu himaye etti: Annesi Amine, süt anneleri Süveybe ve Halime, dadısı Ümmü Eymen ve amcası Ebu Talib'in eşi Fâtıma binti Esed. Resûl-i Kibriya hayatı boyunca bu isimleri hep hayırla, sevgi ve hasretle andı. Sevgili Peygamberimiz de bir babaydı. Bir babanın yaşaması muhtemel bütün sevinçleri, hüzünleri ve acıları bizzat yaşadı. Erkek evlatları çok küçük yaşlarda vefat ettikleri için kızlarını çok sever, yeri geldikçe "Ben kızlar babasıyım" diye övünürdü. Altı kez evlat acısı tattı Kainatın Efendisi. Her baba gibi onun da yüreği yandı, gözleri yaşla doldu. Fakat gerek yavrularının vefatları üzerine hissettikleri ve söyledikleri, gerekse cenazelerin defni sırasındaki teslimiyet dolu tavırları "Veren de Allah, alan da..." diyebilmenin en güzel örneğini teşkil ediyordu. Hz. Peygamber'den, anne-babaya iyiliği tavsiye eden çok sayıda hadis rivayet edilmiştir. Bu hadislerde Allah (c.c) katında en değerli ibadetin, vaktinde eda edilen namazdan sonra anne-babaya iyilik olduğu ve bunun onları cennete sokacak bir amel olduğu, Allah'ın, insan üzerindeki himayesini artırma yolunun anne-babaya şefkat etmekten geçtiği belirtilir. Anne-babanın izni olmadan cihada bile gidilmemesi gerektiği vurgulanarak anne-babaya hizmet ve itaatin önemine dikkat çekilir. Anne-babanın cenneti kazanmayı insana kolaylaştırdığı, anne-babası yanında ihtiyarladığı halde cenneti kazanamayanların bedbaht insanlar olduğu hadislerde ifade edilmiştir. Ebû Hüreyre şöyle anlatıyor: "Allah Resûlü bir gün: "Yazıklar olsun, yazıklar olsun, yazıklar olsun" dedi. "Kime yazıklar olsun ey Allah'ın Resûlü?" diye sorulunca şu açıklamada bulundu: "Ebeveyninden her ikisinin veya sadece birinin yaşlılığına ulaştığı halde cennete giremeyene" dedi (Müslim, Birr, 9).

YETER Kİ EVLAT İSTESİN...
Anne-babamız hakkında yaptığımız dua ve istiğfar nasıl makbul ise aynı şekilde onların mazhar oldukları nimetler adına yaptığımız şükürler de geçerlidir. Eğer bir insan anne-babasına karşı evlatlık görevini gerçek anlamda yerine getirememişse onun yapacağı tek şey dilini onlar adına hayırda kullanmaktır. Yani "Allah'ım! Hamdimden, tesbihimden, istiğfarımdan onlar da istifade etsin" demektir. Nitekim Hz. Süleyman şöyle yalvarmıştı: "Rabbim! Gerek bana, gerekse ana-babama verdiğin nimete şükretmeye beni muvaffak kıl." (en-Neml, 27/19) Allah, bir peygamberini överken bile ebeveyni ile güzel geçinmesine dikkat çekerek, "O (Yahya), Allah'tan sakınan, anne babasına iyi davranan bir kimse idi. İsyancı bir zorba değildi" buyurur (Meryem 19/14). Evlattan iyilik beklerken de çeşit sınırlaması getirmez. Her türlü iyiliğin kendisi yanında makbul olduğunu belirtircesine, hem "Öf!" dememe ve azarlamadan güzel konuşma gibi sözlü iyilikleri, hem de kollayıp gözetme ve maddi destekte bulunma gibi fiili iyilikleri zikreder. Dolayısıyla Rabbimiz'in bu konudaki emrini yerine getirmek için ihtiyaçlara ve içinde bulunulan şartlara göre değişebilecek sayısız seçenek vardır; yeter ki evlat istesin! Ebeveynine ihsanda bulunmaya azmetmiş bir evlat, onların ardından adlarına sadaka verebilir, adaklarını yerine getirebilir, dua edip bağışlanmalarını dileyebilir, hatta hac veya umre yapabilir. Böylelikle anne babası, hayırlı bir evlada sahip olmaları sayesinde öldükten sonra da amel defterleri kapanmayan kimselerin arasına girebilecektir. Allah Resulü, "İnsan öldüğü zaman ameli sona erer. Üç şey (bundan) müstesnadır: Sadaka-i cariye (faydası kesintisiz devam eden sadaka), kendisinden faydalanılan bilgi, ona dua eden salih evlat"(Ebu Davud, Vesâyâ, 14) diye müjde vermektedir. Babasının hatırasını yaşatan vefakar bir evlat olmayı isteyenlere, Hz. Ömer'in oğlu Abdullah, güzel bir örnektir. O, Mekke yolunda karşılaştığı bir bedeviyi selamladıktan sonra kendi bineğine bindirmiş ve başındaki sarığı çıkararak hediye etmiştir. Yanındakiler bu hürmetkar tavra şaşırıp, aslında bir bedevinin daha az iltifatla da mutlu olabileceğini söyleyince, "Bu adamın babası, babamın yakın dostuydu." demiştir. Elbette Abdullah'ın böyle davranmasına sebep olan Sevgili Peygamberimizin şu sözüdür: "İyiliklerin en iyisi, evladın baba dostlarını ziyaret etmesidir" (Müslim, Birr, 11).

Allah'ı anarken tesbih kullanmak gerekli midir?
Gerek namazların sonunda gerek başka münasebetlerle yapılan tesbih ve zikirlerin tesbih taneleri vb. şeylerle sayılması Asr-ı saâdet'te ve ashap döneminde pek hoş karşılanmamış, bunun yerine parmakla sayılması tavsiye edilmiştir. Hz. Peygamber, hurma çekirdeği veya çakıl taşıyla tesbih ve zikirlerini sayan kadınlara bunu yapmaktansa, "Yaratıkları sayısınca Allah'ı yüceltir, tenzih ederim" demelerini öğütlemiş (Tirmizî, Da'avât, 103), bir defasında, "Ey kadınlar topluluğu! Tesbihlerinizin hesabını parmaklarınızla tutun, çünkü âhirette onlar da sorguya çekilecek ve konuşturulacaktır" buyurmuştur (Tirmizî, "Da'avât", 71). Abdullah b. Mes'ûd bazı kimselerin camide toplanıp ellerindeki çakıl taşları sayısınca tekbir, tehlîl ve tesbihte bulunduklarını haber alınca, bunların yanına gidip, "Bu taşlarla günahlarınızı sayın, sevaplarınızın kaybolmayacağına ben kefilim" demiş ve onları bundan şiddetle menetmiştir (Dârimî, Mukaddime, 23). Ancak bu uygulama daha sonraları âdet haline geldiğinden, riyaya vesile kılınmaması ve dinî bir renge büründürülmemesi şartıyla kullanılmasında sakınca görülmemiştir.

BİR AYET
"Ey iman edenler! Allah'ın size helal kıldığı iyi ve temiz nimetleri (kendinize) haram etmeyin ve (Allah'ın koyduğu) sınırları aşmayın. Çünkü Allah haddi aşanları sevmez. Allah'ın size rızık olarak verdiklerinden helal, iyi ve temiz olarak yiyin ve kendisine inanmakta olduğunuz Allah'a karşı gelmekten sakının" (el- Mâide 5/87-88).

BİR HADİS
"Siz kıyamet günü kendi isimlerinizle ve babalarınızın isimleriyle çağırılacaksınız. Öyleyse güzel isimler koyun." (Ebu Davud, Edeb, 61).

PROF.DR. ALİ KÖSE