Kullarını sevmek, Allah'ın büyük bir ihsanıdır. Allah'ın kullarına duyduğu sevgi ve şefkat, annenin yavrularına duyduğundan çok daha fazladır. Resülullah, kayıp çocuğunu telaşla arayan, bu arada, yavrusuna duyduğu özlemle bulduğu her bir çocuğu bağrına basıp emzirmeye çalışan bir anneyi ashabına göstererek, "Bu kadının çocuğunu ateşe atabileceğini düşünebilir misiniz? (İşte) Allah'ın kullarına merhameti bu annenin yavrusuna duyduğundan çok daha fazladır." buyurmuştur. Allah Teala, kulunu sevdiği zaman, adeta onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı (mesabesinde) olduğunu, kendisinden istediği zaman ona ihsanda bulunduğunu, kendisine sığındığı zaman da kulunu koruduğunu bildirmiştir. Sevgili Peygamberimiz, kulun (farz ve nafile) ibadetlerde bulunarak Allah'ın sevgisini kazanabileceğini haber vermiş ve Allah'ın sevdiği kullarını nimetleriyle mükafatlandıracağını müjdelemiştir. Bir Müslüman'ın yüreğinde en çok yer verdiği sevgi Allah sevgisi olmalıdır. Bu sevginin üstünde hiçbir sevgiye yer vermemelidir. Diğer bütün sevgiler, Allah'ı sevmenin, O'na boyun eğmenin bir gereğidir. ANAM BABAM FEDA OLSUN
İnsan, sevgi sayesinde olgun bir imana sahip olur, imanın lezzetini alır. Resülullah, insanın hakiki sevgilere gönlünde yer vererek imanın tadına varabileceğini şu şekilde ifade eder: "Şu üç özellik kimde bulunursa o kişi imanın tadına erer: Allah ve Resulü'nü herkesten çok sevmek, sevdiği kişiyi sadece Allah için sevmek, imandan sonra küfre dönmekten, ateşe atılmaktan çekindiği gibi çekinmek." (Buhari, İman, 9). Müminlere canlarından daha yakın olan Allah Resülü'nün muhabbeti, onunla hemhal olan ashabını kuşatmıştır. Sahabenin peygambere hitaben, "Anam babam sana feda olsun!" deyişlerinden daha güzel bir sevgi ifadesi olabilir mi? Sahabe Resülullah'a duydukları bu derin sevgilerini, ona can-ı gönülden hizmet ederek sergilerlerdi. Allah Resülü'ne hizmet için adeta birbirleriyle yarışırlardı. Veda Haccı esnasında Bilal ve Üsame, Resülullah'ın yanından ayrılmamış, biri devesini doyururken diğeri Peygamber'i elbisesiyle gölgelendirmeye çalışmıştı. Sevgiyi değerli ve anlamlı hale getiren, dünyevi çıkar ya da gaye gütmeksizin yaşanması, Allah'ın vereceği karşılık dışında hiçbir karşılık aranmamasıdır. Resülullah'ın anlattığı bir kıssada, sırf Allah için kardeşini ziyarete giden bir kişinin karşısına çıkan melek ona şu müjdeyi vermiştir: "Sen Allah'ı hoşnut etmek için o adamı sevdiğinden dolayı, Allah da seni seviyor". (Müslim, Birr, 38). Allah tarafından sevilmenin bir işareti de, dünyada insanlar tarafından sevilmektir. Buna dair Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Allah bir kulu sevdiği zaman Cebrail'e, 'Allah falan kulu seviyor, sen de onu sev!' diye seslenir. Cebrail de o kulu sever. Sonra Cebrail gök halkı içinde, 'Allah falanı seviyor, onu sizler de sevin!' diye nida eder. Bunun üzerine o kulu gök ehli de sever. Sonra yeryüzündeki insanların gönlüne o kimsenin sevgisi yerleştirilir." (Buhari, Edeb, 41). Böylece hem gökte melekler hem de yeryüzünde insanlar tarafından sevilme bahtiyarlığına erişir.
Allah Resulü, müminlere aralarında sevgiyi yaygınlaştırmalarını emretmiş ve bunun yöntemleriyle ilgili bilgiler vermiştir. Resulullah, sevginin sağlam temellere oturtulması ve böylece gelişmesine zemin sağlanması için insanların önce birbirlerini tanımaları gerektiğini ifade etmiştir. Bu bağlamda, Müslümanların birbirlerinin ismini, babalarının ismini, hatta mensup oldukları kabileyi sorarak öğrenmelerini istemiş, böylece aralarında sevgi ve bağlılığın gerçekleşeceğini söylemiştir. (Tirmizi, Zühd, 53). İYİLİK VE İKRAM ÖNEMLİ
İyilik görmek de sevmeye, sevgiyi pekiştirmeye sebep olur. Bu doğrultuda gerek insanların sevgisini kazanmada gerekse onlara duyduğumuz sevgiyi ifade etmede iyilik ve ikram önemli rol oynar. Resülullah'ın hediyeleşmeye önem vermesi de insan fıtratındaki bu özellikten hareketle sevgiyi tesis etme amacına yöneliktir. "Birbirinize hediye verin, böylece birbirinizi seversiniz ve aranızdaki düşmanlık gider." buyurmuş ve kendisi de hediyeleşerek insanlara örnek olmuştur. Resülullah'ın Kur'an'dan bir süre öğretmek için yanına çağırdığı Ebu Said b. Mualla'nın elini tutması, kalbindeki kasvetten şikayet eden bir adama kalbinin yumuşaması için yetimin başını okşamasını tavsiye etmesi, tokalaşmanın insanlar arasındaki kini gidereceğini bildirerek bunu teşvik etmesi, onun sevgiyi ifade etmeye verdiği önemi göstermektedir. (Kaynak: Hadislerle İslam; Diyanet İşl. Bşk. yayını) PEYGAMBER EŞİ HZ. SEVDE:
Kendisi gibi ilk Müslümanlardan olan amcasının oğlu Sekrân ile evlendi. Ancak müşriklerin işkencelerine dayanamadıkları için ikinci kafile ile Habeşistan'a hicret etmek zorunda kaldılar. Mekke'ye döndükten bir süre sonra kocası vefat edince beş çocuğu ile yalnız kaldı. Hz. Hatice'nin vefatının ardından sahâbeden Havle bint Hakîm'in tavsiyesiyle Resûl-i Ekrem Hz. Sevde nikâhlandı. O sırada yaşları küçük olan Ümmü Külsûm ile Fâtıma'ya annelik etti. Resûl-i Ekrem'e, vefatından sonra kendisine ilk önce hangi hanımının kavuşacağının sorulması üzerine onun "eli en uzun olan" (en cömert olan) diye cevap verdiği ve bununla Sevde'yi kastettiği Hz. Âişe tarafından rivayet edilmiştir (Müsned, VI, 121).
EBU Hüreyre' den rivayet edildiğine göre, Resülullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Allah Teala (kıyamet günü) şöyle buyurur: 'Nerede benim rızam için birbirlerini sevenler! Gölgem dışında hiçbir gölgenin olmadığı böyle bir günde onları kendi gölgemde gölgelendireceğim. (Benim himayemden başka hiçbir himayenin olmadığı böyle bir günde onları, özel himayeme alacağım)." (İbn Hanbel, ll, 338). BİR DUA
"Allah'ım! Sen bize hakkı hak olarak göster ve ona uymayı nasip eyle. Batılı da batıl olarak göster ve ondan kaçınmayı nasip eyle! Yolumuzu ve yönümüzü şaşırtma! Kalplerimizi doğruluktan, haktan ve hakikatten ayırma! Hata, kusur ve aşırılıklarımızdan dolayı bizleri cezalandırma! Bizleri nimetlerine şükreden, takdirine rıza gösteren, belâ ve musibetlere sabreden, korktuklarından emin, umduklarına nâil olan bahtiyar kullarından eyle.'
BİR AYET
"Mü'minler ancak onlardır ki, Allah anıldığı zaman yürekleri titrer. Allah'ın âyetleri kendilerine okunduğu zaman bu, onların imanını artırır (kuvvetlendirir) ve onlar yalnız Rablerine dayanır ve güvenirler." (el-Enfal 8/2). SORU-CEVAP
Sağlık ve güvenlik gibi görevlerde çalışan bir kimse namazların sadece farzını kılıp, sünnetleri terk edebilir mi?
Vakit namazlarının öncesinde ve sonrasında kılınan sünnet namazlar, farz namazlara hazırlayıcı ve bu namazlarda oluşabilecek eksiklikleri tamamlayıcı ibadetler olarak değerlendirilmiş, ayrıca Hz. Peygamber'e bağlı olmanın bir göstergesi kabul edilmiştir. Bunun için de, bu namazların mümkün oldukça kılınması tavsiye edilmiştir. Nitekim Resûlullah (s.a.s.) bazı hadis-i şeriflerinde kulun mahşer gününde hesaba çekilirken eksik farz namazlarının, nafile namazlarla tamamlanacağını beyan etmişlerdir. Şu hâlde farz namazlar ile birlikte kılınan düzenli nafileler de kılınmalıdır. Önemli mazeretleri olanlar ise alışkanlık hâline getirmemek kaydıyla gerektiğinde bu sünnetleri terk edebilirler.
PROF. DR. ALİ KÖSE