Bugün 29 Mayıs! İstanbul'un fethinin 566'ıncı yıl dönümü. Türk tarihinin en önemli zaferlerinden biri olan 29 Mayıs İstanbul'un Fethi, her yıl olduğu gibi bu yılda şiirler ve çeşitli gösterilerle kutlanacak. Kutlamalarda okuyabileceğiniz en güzel 29 Mayıs İstabul'un Fethi ile iligili şiirleri ve sözleri sizler için derledik. İşte 29 Mayıs İstanbul'un Fethi şiirleri ve fethin tarihi...
İSTANBUL'UN FETHİ TARİHİ
İstanbul şehri, fethine kadar daha önce de birçok kez kuşatılmış ancak hepsi başarısız olmuştur. Fatih Sultan Mehmet tarafından yapılan kuşatmada, kuşatmadan önce İstanbul'un çevresindeki bazı kale ve kasabalar tamamen ele geçirildi.
Bizans İmparatoru Konstantin, şehir dışındaki Rum köylerinin ve köylerde yaşayan sivillerin zarar görmemesini Fatih Sultan Mehmet'ten istese de, Fatih Sultan Mehmet bunun tam tersini yaparak ordusuna rastlanılan tüm köylülerin derhal öldürülmesini emretti.
Buna karşılık olarak Bizans İmparatoru Konstantin'in tepkisi, şehrin kapılarını tamamen kapatmak ve şehirdeki Türkleri hapsetmek oldu. Bunun üzerinde 6 Nisan 1453'te Osmanlı ordusu, Haliç'ten Marmaya'ya mevzi alacak şekilde surların önüne yerleştir.
St. Romanos ile Adrianapolis kapıları arasındaki merkez bölgesinde Fatih Sultan Mehmet, yeniçerileriyle birlikte konuşlandı. En zayıf kesimi tespit eden Osmanlı ordusu, toplarını buna göre 11 Nisan 1453 tarihinde konuşlandırdı.
Fatih Sultan Mehmet, veziri Veli Mahmud Paşa'yı İstanbul'a göndererek şehrin teslim edilmesini istedi ancak İmparator Konstantin, şehri savunmaya yeminli olduğunu bildirdi. Bunun üzerine 12 Nisan 1453'te Osmanlı topçu ateşi başladı.
Gemilerin karadn yürütülmeis ve Haliç'in dövülmesi gibi olayların ardından 29 Mayıs 1453 günü İstanbul, 7. Osmanlı padişahı İkinci Mehmet tarafından fethedildi.
İşte 29 Mayıs İstanbul'un Fethi ile ilgili şiirler...
29 MAYIS İSTANBUL'UN FETHİ İLE İLGİLİ ŞİİRLER
CANIM İSTANBUL
Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.
İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım...
İstanbul,
İstanbul...
Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik...
Bulutta şaha kalkmış Fatih'ten kalma kır at;
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat...
Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare?..
Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet...
O manayı bul da bul!
İlle İstanbul'da bul!
İstanbul,
İstanbul...
Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği.
Oynak sular yalının alt katına misafir;
Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.
Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar...
Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi?
Cumbalı odalarda inletir " Katibim"i...
Kadını keskin bıçak,
Taze kan gibi sıcak.
İstanbul,
İstanbul...
Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler...
Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hala çığlıklar gelir Topkapı Sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar...
Gecesi sünbül kokan
Türkçesi bülbül kokan,
İstanbul,
İstanbul...
İSTANBUL'UN FETHİ
Aştık geçilmez dağlar üstünden
Öyle vakur, öyle heybetli
Vardık ot bitmeyen vadilere
Ayağımız değdi yeşerdi!
Gönlümüzde büyüklüğü Asya'nın
Yıktı köhneliğini orta zamanın
Zamanın karanlığı ortasında
Şimşek örneği parlayan kılıcımız
Nur yağdırdı aydınlık yeni günlere
Eskilik, karanlık düşüverince yere,
Dağlar, denizler misali,
Yol verdi gemilere!
Sustu kulakları tırmalayan çan;
Burca bayrak dikince Ulubatlı Hasan!
İbrahim MİNNETOĞLU