Osmanlı toplumsal hayatı, evli bile olunsa bir mahalleye yerleşmek için kefil göstermek zorunluluğuna dayanıyordu. Kefillik de öyle formaliteden bir şey değil, kefil olduğun ağır suç işlerse sen de kürek cezasına kadar giden cezaya çarptırılıyorsun. Kefili bulup bir de depozito yatırabilen ancak bekâr odasına yerleşebilirdi. Bu odalar daha doğrusu bekârlar tehlikeli kişiler addedildiği için buraların asayişi için hâkim ve zabit denen kişiler vardı. Büyük hanlardaki bekâr odalarına yerleşilebildiği gibi, küçük işletmelerin özellikle de fırın ve değirmenlerin çalışanları kendi işletmelerinin bekâr odalarında kalabilirdi. Bir bekâr evlilerin oturduğu mahallede kalamazdı, istisnası sadece zorunlu hallerde mahalle imamının kefaletiyle mümkündü. Bekâr odası yaptırıp kiraya vermek kârlı bir yatırım olunca pek çok zengin bu işe girdi. Hatta yangın nedeniyle evini yeniden yaptıranlar evin müştemilatı olarak kaçak şekilde bekâr odası yapmaya başladı.
Sürekli artan bekar odaları ve binalarının yeni yapılacak olanları için sonunda yasak geldi: "İstanbul'da ve bilâd'ı selâsede elyevm mevcut olan kâgir oda ve ahşap hanlardan mada han ve bekâr odaları ihdası meni külli ile men" Bu kadar genç insan olur da işin içine siyaset girmez mi? Kanuni Sultan Süleyman, Yeniçeriler'e kızınca "Sizi Mercan odalarındaki pabuççu bekârlarına kırdırırım" demişti. Bu tehdit öyle boş bir söz değildi, söylediği bekârlar 40 bin kişilik gücüyle derhal sultanın emrine girmişti.
Evliya Çelebi, bekâr odalarının çeşitlerini anlatırken şöyle der: "Yolgeçen Odaları: En büyük bekar odaları. 400 hücrelidir. Ama lüzumunda bin adet eli silahlı yiğit çıkarır." Kanuni döneminde 1528'de gece bir eve girilmiş, bütün hane halkı öldürülmüş ve ev de soyulmuştu.Failler yakalanamadı. Kabak bekârların başına patladı. "Bunlar yapmıştır" denerek 800 o zamanki tabirle bekâr uşağı idam edildi.
1721'de de bir hırsızlığa karıştıkları gerekçesiyle 18 bekâr uşağı şehrin ayrı yerlerinde ibreti alem olsun diye asılmıştı. Şehirde faali belli olmayan bir vukuat olunca derhal bu odalar basılırdı zaten. Sultan II. Mahmut, yeniçerileri katlettiği 1826'dan çok daha önce bu gücü ve "fesat yuvalarını" dağıtmak için 1811'de karar vermişti bile.
1812'de veba salgını bu iradeyi hayata geçirmek için mükemmel bir fırsat sundu ve azımsanmayacak ölçüde bir yıkım yapıldı. En kapsamlı yıkım da -ismine dikkat lütfen- Melekgirmez Mahallesi'nde oldu. Vaka-yı Hayriye sonrası sağ kalan yeniçeriler de kendisini Anadolu'ya attığı için kalan bina ve odalar bayağı bir boşalmıştı. Gerçekten yeniçeri değil de bekâr olanlar da geri dönüşü yasak olacak şekilde Gelibolu ve İzmit'e sürüldüler. Burada kalan insanlar hiç mi evlenmiyordu, ömür boyu burada mı kalıyorlardı sorusu akla gelebilir. Evlenmek isteyen ve yeterli parası olanlar için kılavuz ya da "oğlana babalık yapan" denen birisi; fakir, öksüz, yetim veya konakların halayıklarından bir kız bulurdu. Bu işi para karşılığı yapan da vardı gerçekten hayır olsun diye yapan da...
TAYFUN ER