İşte Fikriyat.com'dan Ekrem Demirli'nin "Miracı düşünmek: Hz. Peygamber'in miracında ne oldu?" başlıklı o yazısı
Allah'ın Hz. Peygamber'i gecenin bir vaktinde Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya götürmesine isra, ayetlerini göstermek üzere oradan katına yükseltmesine miraç denilir. Zamanla miraç tabiri akıllarda daha çok kalmış olsa bile, isra ile miraç Hz. Peygamber'e gelen vahyin yeni bir tarzından ibaretti. Bu itibarla Hz. Peygamber biset yani vahyin başlangıcından dar-ı bekaya irtihaline kadar bir çok kere ne yaşamış ve ne idrak etmişse miraç gecesinde aynı hadiseyi fakat bu kez daha özel ve farklı bir tarzda idrak etmiş ve yaşamıştı. O gece Hz. Peygamber, Cebrail vesilesiyle kendisine gelen vahyin kaynağına götürülmüş, vesile ile mazhar olduğu vahye doğrudan mazhar olmuştu.
Hz. Peygamber'e vahiy nazil olurken nasıl bir hal yaşıyordu? Muhakkik düşünürler konuya eğilmemiş olsaydı mesele üzerinde bir takım spekülasyonlardan öte fikrimiz olmayacaktı. Onların söylediklerine göre, Peygamber'e vahiy gelirken Peygamber de vahye hazırlanıyor, vahye doğru terakki ediyordu. Bunu vahye doğru çıkmak, vahyi karşılamak gibi tabirlerle anlatmak mümkündür. Burada zihnimize mekan ve yön gibi tabirler gelse bile, kast edilen zaman ve mekan şartlarının dışına çıkmak olmalıdır. Dini düşüncede vahiyden söz edilirken zaman ve mekan şartlarıyla sınırlı olan akıldan çok kalbin zikredilmiş olmasının nedeni budur. Peygamberin ve arınmış aklı anlamındaki kalbinin bu hazırlanma sürecine 'münazele' yani vahyi karşılama denilir. Bu terakkiyi Hz. Peygamber'de ortaya çıkan hallerden anlayabiliriz. Sahabenin anlatımına göre vahyin gelişi esnasında Hz. Peygamber'in özel haller yaşadığı, terlediği, sarsıldığı ve bir an için kendinden geçtiğini biliyoruz. Bazı rivayetlerde daha hassas bilgiler de verilir: Hz. Peygamber'in ağır yük taşır gibi terlemesi, nefes nefese kalması, devesinin üzerinde ise devesinin çökmesi gibi. Belki de vahiy esnasında Hz. Peygamber'in ne yaşadığını, hangi mekanı ve hangi zamanı idrak ettiğini kimse bilmiyordu? Muhtemelen söylenmesi en makul olan şey, Hz. Peygamber'in vahiy esnasında zaman ve mekanın sınırlarını aştığı olacaktır. Sufilerin 'halvet der encümen' (insanlar içinde Hak ile yalnızlaşmak) dedikleri durum gerçekte Hz. Peygamber'in bu halinden alıyordu gerçekliğini ve anlamını. 'Benim Allah ile bir vaktim vardır, ne bir yakın melek ne bir beşer ona muttali olabilir ' anlamındaki hadis bu nedenle sufiler için Hz. Peygamber'i anlamanın anahtarı idi. Konevi ise buradan hareketle vech-i has (özel yön) yani Allah ile insan arasında kimsenin giremeyeceği ve bilemeyeceği özel yön tabirini geliştirmişti. Bu tabir insanı tekilleştiren ve bireysel hakikatini ve gerçek tanımını Tanrı ile ilişkide idrak edebileceğini anlatan en önemli kavramdı.
Miraçta ne oldu sorusuna kapsamına her birimizi dahil edecek şekilde vech-i has üzerinden düşünmekle yaklaşabiliriz: Hz. Peygamber'in hayatında bir çok kez her ne oldu ise miraç gecesinde de onun benzeri oldu. Müminler ise kendi vech-i hasları yoluyla bu özel halden ve ilahi lütuftan bir nebze elde edebilirler.
YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN