Yapmayın! Geride bıraktığımız rahmet ayının hatırına, biraz olsun merhametli davranın. Orucun manevi şifasından faydalandığınızı kanıtlayın.
Birkaç saatliğine haddinizi bilin, dilinizi tutun. Ağzımızın tadını bozmayın. Bırakın da bayramı bayram gibi kutlayalım. İnanın sizler de mutlu ve huzurlu olacaksınız.
Yoksa birkaç saat sabreder, elinizi öper gideriz. Bizim için fark etmez. Zaten gökten ne yağar da yer kabul etmez!
Her ülkenin milli-dini günleri, kendine göre eğlence hayatı hayatı vardır. Oruç nasıl sadece AÇ KALMAK değilse bayram da YİYİP İÇMEKTEN İBARET değildir. NEŞE HAYATIN MEZESİDİR.
Lafı uzattık, kısa keselim. Resul-i Ekrem'i dinleyelim. Hepinize iyi bayramlar.
HZ. EBU BEKİR, kızı olan Ayşe validemizin çadırına girdi. Vakit de hacıların Mina'da bulundukları bir vakitti.
Valide'nin yanındaki iki cariye def çalıp, el çırpıyorlardı. Hz. Peygamber ise elbisesine bürünmüş yatıyordu. Manzarayı gören Ebu Bekir cariyeleri azarladı. Bu sırada Peygamber Efendimiz, yüzündeki perdeyi kaldırdı. Şöyle buyurdu:
"Ey Ebu Bekir! Bırak, onlar istediğini yapsınlar. Zira bu günler bayram günleridir." Hz. Ayşe anlatıyor: "Resulullah, buyurdular ki:
"Nikahı ilan edin, onu mescitlerde yapın. Üzerine de def vurun." (TİRMİZİ)
ELMA AĞACINDAN YAŞLI ÇOBANA DERS
Yaşlı çoban sürüsünü otlatmak için yaylaya çıktığında tepeye yakın bir elma ağacının altında dinlenir ve eğer mevsimiyse, onunla sohbet ederdi:
"Hadi bakalım evladım" derdi.
"Bu ihtiyarın elmasını ver artık." Ve gökten bir elma düşerdi. En güzelinden, en olgunundan... Yaşlı adam sedef kakmalı çakısını çıkartıp dilimlere ayırır ve küçük bir tas yoğurtla birlikte ekmeğine katık ettikten sonra, Kur'an okumaya koyulurdu.
Ağacı yirmi yıl önce diktiğinde sık sık sulardı. Elma ağacının kökleri, belki de bu sularla kuvvet bulmuş ve kısa sürede serpilip meyve vermeye başlamıştı. Çoban o zamanlar henüz genç sayıldığından şöyle bir uzandı mı en güzel elmayı rahatlıkla koparırdı.
Fakat aradan geçen bunca yıl içinde beli büküldü. Boyu kısaldı. Ağaç ise bir çınar gibi büyüyüp göklere boy saldı.
Ama boyu ne olursa olsun, ağaç yine de yavrusu değil miydi? Onu bir evlat sevgisiyle okşarken "Ver yavrum", derdi. "Gönder bakalım bu günkü kısmetimi." Ve bir elma düşerdi hiç nazlanmadan, yıllar boyu hiçbir gün aksamadan.
Köylüler, uzaktan uzağa gözledikleri bu hadiseyi birbirlerine anlatıp yaşlı çobanın ermiş olduğunu söylerlerdi.
Yaşlı adam, ağacın altında dinlenip namazını kıldığı bir gün, yine elmasını istedi. Ancak dallar dolu olmasına rağmen nedense hiçbir şey düşmedi.
Sonra bir daha, bir daha tekrarladı isteğini. Beklediği şey bir türlü gelmiyordu. Gözyaşları beyaz sakalını ıslatırken, ağacın altından uzaklaşıp koyunların arasına attı kendini.
Yavrusu, ilk defa reddediyordu onu. İhtiyar çobanın beli her zamankinden fazla bükülmüş, güçsüz bacakları da vücudunu taşıyamaz olmuştu.
Hayvanlarını usulca toplayıp köye doğru yöneldiğinde, aşağıdaki caminin her zamankinde daha nurlu minarelerinden yankılanan ezan sesiyle irkildi birden. Yeniden doğmuştu sanki çoban. Bir şey hatırlamıştı.
Çocuklar gibi sevinerek ağacın yanına koştu ve ona şefkatle sarılırken :
"Canım" dedi, hıçkırıp ağlayarak.
"Benim güzel evladım, mis kokulum.
Şu unutkan ihtiyarı üzmeden önce neden söylemedin, bu günün Ramazan'ın ilk günü olduğunu?"
EN YAYGIN HURAFE VE BİDATLAR
İslamın özüne ters düşen yanlışlar ile sonradan uydurulan birtakım uygunsuz davranışlara bidat denilir. İşte günümüzde sıklıkla rastlanan hurafe ve bidatlardan bazı örnekler:
BAYRAM SABAHLARI HAVAYA SİLAH SIKMAK
KISMETİ ÇIKSIN DİYE ÇEŞMEYİ AÇMAK
SUYA PARA ATIP BİR DİLEKTE BULUNMAK
BİR AYET
O sayılı günler, insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kuran'ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır. Öyle ise içinizden kim bu aya ulaşırsa, onu oruçla geçirsin. Kim de hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. Bu da sayıyı tamamlamanız ve hidayete ulaştırmasına karşılık Allah'ı yüceltmeniz ve şükretmeniz içindir. (BAKARA-185)
BİR HADİS
HZ. Enes anlatıyor: Resulüllah geldiğinde Medineliler'in iki bayram günleri vardı. O günlerde oynayıp eğlenirlerdi. 'Bu iki gün nedir?' diye sordu. 'Biz cahiliye devrinde bu günlerde eğlenirdik!' dediler. 'Allah, bu iki bayramınızı onlardan daha hayırlı diğer iki günle değiştirdi: Kurban bayramı, Fıtır (Ramazan) bayramı' buyurdu. (EBU DAVUT, NESAİ)
NE SANA NE BANA SADECE ALLAH'A
Beyazıt Bistami, devrinde Sultan-ül Arifin idi. Bir gün nafile oruç tutar, ikindiye doğru nefsinin artık orucu kabullendiğini ve gönüllü olarak tutmak istediğini anlayınca hemen ağzına bir kaç üzüm tanesi atar, orucunu bozardı. Sonra da kendi kendine "Ne sana ne de bana olsun" derdi. Nefsi feryat edip "Beni niye zararlı çıkardın?" diye bağırdıkça "Ne sen kazandın ne de ben" diyordu. Oruca Allah'tan başkasını ortak etmek istemiyordu. Sadece O'nun rızası için yapmak istiyordu.
SEN KÖLEMİN KÖLESİSİN
Kral, her Ramazan geldiğinde, ikindiden akşama kadar davulcuların şenlik yapmalarını ve çalgılar çalmalarını emrederdi. Vakit hızlı geçsin diye eğlence düzenlerdi. Halk iftara doğru vur patlasın-çal oynasın eğlenirdi. Bu eğlencelerden birinde bir derviş geldi. Eğlenceyi engelledi.
Kral çok kızdı, sorguya çekti:
-Neden böyle yaptın?
-Bu iş kötü bir iştir de ondan.
Görevimiz bunları ortadan kaldırmak...
-Benden korkmadın mı?
-Kölemin kölesinden neden korkayım?
-Nasıl yani...
-Nefis, benim kölemdir! Sen ise nefsinin kölesi...