Artık biliyorsunuz, iki seksen yatmaktayım. Zihnim ise faal mi faal.
Tıp literatürüne geçer mi bilmem mesela dün şunu keşfettim; sürekli ağzınız kuruyorsa aman dikkat, kötü bir hastalık olabilir! Nitekim kuruyan akarsularımız misali benimki de böyle başlamıştı.
Şimdi katlanarak devam ediyor.
Çare olarak da serum takılacak dendi. Peki kim takacak? 'Dilekçe vereceksiniz, sağlık memuru yollayacaklar' denildi bu kez. AK Parti Hükümeti'nin, 'yaşlı hastaların ayağına doktor yollama' hizmeti başlattığını biliyorum da 'serum bağlamanın' buna dahil olduğunu duymamışım.
İşte bunun üzerine burnumuzun dibindeki Sait Çiftçi Hastanesi'ne müracaat edildi, form dolduruldu ve sıraya girdim. Yalnız en erken on gün sonra gelebilirlermiş. O arada düşündüm 'Acaba benim şu hayatım boyunca hiç bir avantajını kullanmadığım sarı basın kartım bir öncelik sağlar mı?' I-ıh sağlamazmış.
Bu kez mesleği değil dostlukları araya sokmayı denedim ve bağlı bulunduğumuz Şişli Belediyesi'nden sekreter can kız Pelin'i aradım. Pelin eski Başkanımız Sevgili Mustafa Sarıgül'ün birinci adamıydı. "Arda abi merak etme seni sulamaya hemen bir arasöz yolluyorum, yalnız tek seferlik ve belediyemizin bir jesti" dedi.
Gerçekten de Sağlık Memuru arkadaş geldi ve Teyzemiz Dicle'nin de yardımı ile tesisatı koluma taktılar.
Dicle'den size bir iki gündür bahsediyorum. Hani her ailenin bir hastabakıcı ferdi vardır ya bizimki de işte bu muhteşem kadın. Hatta sülalenin tüm yaşlılarını yıkayıp-yuğup gömdüğü için kendisine 'cenazeci başı' bile diyebiliriz.
Zaten bir Dicle bir de Sevgili Mustafa Sarıgül, nerede bir tabut bu ikisi orada.
Tabii sonsuz vefa duygularından kaynaklanıyor, eksik olmasınlar.
Bu arada 'digitürk'ün 444. aşk şarkıları kanalını' değiştirmeyi başardım dostlarım, artık haber dinleyebiliyorum. Ve duyuyorum ki Hürriyet'in başına Sedat Ergin atanmış.
Ben de diyorum ki, "Keşke Mehmet Yılmaz'ı düşünselerdi!" Nedenleri için ayrı bir yazı başlığı gerekecek, her ne kadar anlatacaklarım 'günlüğümden' seçilmiş notlar olsa da...
Yönetici neye göre seçilir?
Önce, gazete yazarlığı öğrenilebilir ve öğretilebilir bir meslektir ve ahım şahım yetenekler gerektirmez. Gözlemci olursunuz, aklınızı kullanırsınız, deneye deneye sağlam bir üslup edinir ve yazarsınız. Ama bir yazarı diğerinden ayıran en önemli özellik, mesleki ahlakıdır. Temelini insanın kendi nüvesinden aldığı ve köşesine taşıdığı en büyük erdem. Hele de yönetici gazeteciyseniz? O zaman işin içine ister istemez ego, kompleksler vs. girer ve sizi istenen veya istenmeyen adam kılar.
Sedat Ergin'i az çok ama Mehmet Yılmaz'ı iyi tanırım. Ve bilirim ki, ikisi benzer mesleki vasıflar taşımakla beraber, farklı kişiliktedirler. Mesela Sevgili Mehmet asla tek kaş havada biri olmamıştır. Onun yöneticiliğinde makamı yoktur, odası vardır.
Hayati bir not bıraktığınızda sekreteri ile cevap yollamaz, bizzat ilgilenir. Bu yüzden birinin emrinde çalışırsınız, diğerinin mesai arkadaşı olursunuz.
Mehmet enstrüman filan da çalmaz ama ne güzeldir ki yüreği her türlü aşka açıktır.
Sinsi değildir, acımasız hiç değildir, vicdanlıdır, vefalıdır, insan kıymeti bilir. En önemlisi de kadın düşmanı olmayıp, özellikle de çocuklara tapar. Hele de bir yılbaşı üstü, evladı hasta bir köşe yazarını, sırf eski yayın yönetmenine duyduğu nefret yüzünden işten kovmaz. Mecbur kalsa da, telefonu emrinde sandığı birilerine açtırmaz, kendi yapar.
Bir de Mehmet Yılmaz 'yazar' ayırımı yapmaz. Buna haftasonu eklerindeki kadın arkadaşları da dahildir. Hatta der ki, "Onlar biz erkeklere göre hayata çok daha geniş yelpazeden bakıyorlar, bu yüzden daha zengin bir fikriyata sahipler!"
Anlayacağınız, Sevgili Mehmet'le bu gün fikren ayrı kulvarlarda olsak da hala çok değer verdiğim eski bir dosttur ve başarılı bir idarecidir. Diğer yanda Sedat Ergin, Hürriyet'in satışını arttırabilir ama benim gözümdeki tirajı???!! Neyse, bunları bir zamanlar Nokta gibi bir dergiyi yönetmenin verdiği hakla ve tecrübeyle söylediğimi unutmayın lütfen.