SULTAN Abdülhamid Han'ı tahttan indiren Mason paşalar "Vatan elden gidiyor" diye bağırıyordu. Yıldız Saray'ına baskın düzenleyip Abdülhamid Han'a darbe yaptıklarında "Vatan sevdalısı" görünen bu Mason paşaların ilk işi yağma oldu. Anlı şanlı darbeci paşalar saraydan taç, küpe, yüzük, mobilya, tütün tabakası gerdanlık, vazolara kadar ne varsa alıp götürdü.
Hatta mangalda kül bırakmayan bu darbeci Mason paşalardan biri, Yıldız Sarayı yağmasında evine mangal bile taşıdı. Kravat iğnesi çalan bile vardı iyi mi?
Bu darbeler sayesinde koskoca Osmanlı İmparatorluğu 10 yıl gibi kısa bir sürede paramparça edildi. "Vatan elden gidiyor" diye nara atan darbeciler sayesinde imparatorluk elden gitti. "Aman Batı'yı üzmeyelim, onlardan aferim alalım" diyen Mason Paşalar darbeden sonra "İngilizci-Almancı" diye ikiye bölünüp birbirini yedi. Sonuçta kazanan Almancı Mason Paşalar olup bizi 1.Dünya Savaşı'nda kaybeden Almanya'nın yanında harbe soktu. Milyonlarca metrekare toprak bu ahmaklar yüzünden elimizden kayıp gitti.
Aradan yıllar geçti. Darbe girişimleri ile yıkılmayan Başkan Erdoğan, yakın geçmişte o Yıldız Sarayı'nda dünyanın en büyük masonlarından birini ağırladı. O misafir mason üstad Almanya Başbakanı Merkel'di. Abdülhamid Han'ı tahttan indirirken sarayı yağmalayanların büyüklüğünden dolayı taşımaya utandıkları koltukta ağırlandı Merkel.
Varakla süslenmiş koltuklarda Hilal vardı. Merkel emekli olunca henüz Türkçe'ye çevrilmeyen bir kitap yazdı. O kitapta Yıldız Sarayı'nda ağırlandığı koltukların başına nasıl bela olduğunu yazdı. O satırlarda Merkel bakın ne diyor; "İstanbul ziyaretim sert bir şekilde eleştirildi.
Bundan iki sandalye, daha doğrusu iki altın varaklı koltuk sorumluydu. Birine Erdoğan oturdu, diğerine ben oturdum.
Sadece fotoğrafçıların kesitleri için değil, sohbetimiz sırasında da bu koltuklarda oturduk.
Bunlar harika diye düşündüm, ancak bunun dışındaki duruma odaklanmadım.
Bunun yerine içerik açısından neyi başarmak istediğime odaklandım. Ama sonradan 'Bir resim bin kelimeye bedeldir' şeklinde, Erdoğan'ın karşısında sarayında bir hükümdar gibi sindiğim ve gerekirse kendimi onun önünde yerlere bile çökebileceğim yazıldı. Türkiye ile daha fazla mülteciyi bizden uzak tutabilecek bir anlaşma imzalamak üzereydik. Daha da kötüsü, ziyaret Türkiye'deki parlamento seçimlerinden iki hafta önce gerçekleştiği için, ziyaretimi Erdoğan'ın Adalet ve Kalkınma Partisi'ne seçim yardımı sağlamak için kullanmakla da suçlandım.
Erdoğan'la işbirliği yapma, eğer yapacaksan seçimlere daha uzak bir zamanda olsun diyorlardı".
Almancı Mason paşaların bizi Almanların önüne attığı savaştan 100 yıl sonra Berlin karışıyor "Sen nasıl o koltuklarda Erdoğan'ın önünde yerlere çökecek ve sinecek şekilde poz verirsin" diye Almanya başbakanı yerden yere vuruluyordu. "Seçimden sonra Türkiye ile masaya otur da Erdoğan bu fotoğraftan seçimde prim yapmasın" diye bağırıyordu Bremen mızıkacısı horozlar ve eşekler. Halbuki Türkiye o mülteci anlaşmasını imzalamasa bugün Avrupa Birliği paramparça olacaktı.
Eğer bugün birlik hala ayaktaysa bu Ankara sayesinde oldu. Ancak öylesine ahmaklar ki, Avrupa'nın güvenliğinin Türkiye'den geçtiğini fark edemeyecek kadar kör eşek takılıyorlar hala. O yüzden hak ettikleri muameleyi görüyorlar son yılarda. Artık önlerinde eğilen bir Türkiye yok tam tersine Ankara karşısında sinecek duruma geliyorlar.
Bunları sindirmenin yolu da geçmişte olduğu gibi ezik takılmak değil. Bugünkü gibi gerektiğinde sopa göstermekten geçiyor. O yüzden Merkel kitabında Türkiye'nin Balkan rotasından gelen en önemli geçiş ülkesi olduğunu hatırlatarak "Türkiye'nin, eğer Avrupa bu zorluğun üstesinden gerçekten gelmek istiyorsa, oynayacağı önemli bir rol vardı. Bu yüzden bu ülkenin Cumhurbaşkanıyla müzakere ettim ve Erdoğan'ı sadece mülteci politikasında değil, tüm siyasi yelpazede rol alabilecek bir siyasetçi olarak algıladım. Aramızda bir anlaşma olduğunda çok nazik davrandı ve bana 'sevgili dostum" şeklinde seslendi." diyordu.
Peki ya görüş ayrılığı varsa?
Merkel kitabında bu sporunun da cevabını veriyor ve "Görüş ayrılıklarımız olduğunda ise bitmek bilmeyen bir şekilde her türlü çelişkiyi ön plana çıkararak, aleyhte konuşurdu. Sözünü sakınmazdı" diyor. Nerelerden nerelere geldik. Bizde muhalefet "Aman Batı'yı üzmeyelim" diye hala eziklik edebiyatı yapan monşerlerle dolu. Hatta içlerinde "İktidara geldiğimizde Batı'dan afferim alacağız" diye açık açık ilan edenler bile var.
Merkel, Erdoğan'ı sözünü sakınmayan ve gerektiğinde yüzüne karşı Almanya'yı eleştirebilen bir lider olarak tanımlarken, kitabında Trump'a da yer veriyor. "Keşke Kamala Harris kazansaydı" diyen Merkel "Dünyayı bir emlak imarcısı gözüyle gören ve kazanan her şeyi alır zihniyetine sahip biri" ifadeleriyle Trump'ı tanımlıyor, ABD Başkanıyla Mart 2017'de ilk kez bir araya geldiği görüşmeyi anlatıyor.
Trump'ın kendisiyle el sıkışmayı reddettiğini ve amacının "kendisini aşağılamak" olduğunu vurguluyor. Bunların anlayacağı dil de bu. Nitekim Merkel Başkan olduğu ilk dönemde Donald Trump'ın Paris İklim Anlaşması'ndan çekilmesini engellemek için Katolik dünyasının lideri Papa Francis'e koşarak danışmaya gittiğini söylüyor. Papanın "Trump'ın önünde eğil, eğil, eğil, ama kırılmadığından emin ol" şeklindeki öğüdünü alıp Trump karşısında uyguladığını söylüyor.
Yani eğiliyor, eğiliyor, eğiliyor...
Putin de anlayacağı dilden bir benzerini yaptı ona. 2007'de Merkel Rusya'ya gitti. Soçi'de buluştular Putin'le. Merkel "Benim köpekten korktuğumu bile bile kendi köpeğini görüşme boyunca toplantı salonunda serbestçe dolaştırarak beni korkutmaya çalıştı. Bir nevi güç oyunu oynadı köpekle" diyor.
Bizim geçmişteki CHP'li liderlerimiz Amerikan Başkanının karşısında ayakta el pençe divan durarak poz verirdi. Amerikan başkanını da koltukta oturup bacak bacak üstüne atarken görürdük aynı fotoğrafta. Tam 100 yıl sonra kendimize geldik. Şükürler olsun ki herkesin anlayacağı dilden konuşanlar tarafından yönetiliyoruz. Gerilimlerin ve çıkar çatışmalarının zirveye çıktığı, 3. Dünya Savaşı'nın konuşulduğu bir dönemde ya geçmişteki ezikler gibi "Aman Batı'yı üzmeyelim" diyen kafalarla, küpe, kravat iğnesi, tütün tabakası mangal yağmalayan darbecilerin torunları tarafından yönetilseydik ne olurdu?
Düşünmek bile istemiyorum.