Biraz ailevi, biraz iş.
Yokluğumda varlığımı ispat edecek kadar popüler olamadığımı fark ettim.
Öyle bir derdim yok ama zavallı gazeteciliğin kurallarından birinin, şehvetli ber fotoğraf olduğunu bilenlerdenim.
Allah'ıma şükürler olsun ki, ne kimsenin bedava yemeğini, eşyalarını tanıtmaya borcum var, ne de şehvet kültüründen nasibimi almak gibi bir derdim.
Eminim ki, birkaç yürekli insan, benimle aynı yolda yürümeye gönüllüdür. Benim gibi geleneklerin bekçisidir. Çünkü şöhret olmak bir şey değil.
Ortalık şöhretli kadından geçilmiyor zaten.
Benim eski zaman kadınlarına özel bir saygım var. Hele tırnaklarıyla kazıyanlara.
O yüzden radyo sanatçılarına karşı, annemle birlikte gönüllerimiz ardına kadar açıktır.
Onların suskun zarafeti beni hep utandırır.
Ve şarkılarındaki çığlıklarını, direniş olarak sayarım.
Hüner Coşkuner de, şarkılarını zaman zaman zevkle dinlediğim isimlerden biriydi. Ta ki, garip bir açıklamasını duyana kadar. "Ben bakireyim, dileyen gelsin ispat edeyim!"
Benim aptal bir arkadaşım vardı, 3 yıllık sevgilisini bırakıp, yıllardır gecelerde fink atan bir kadını bulmuştu da, geçenlerde evlenmişti. "Karım bakire" diyerek.
50 yaşındaki Hüner Coşkuner'in, hiç sebep yokken, "bekaretini" ortaya koyması, nasıl da zavallı bir güç gösterisidir aslında.
Özel hayat kavgası verip, mahrem bir meseleyi, medyanın önüne atan Hüner Coşkuner, ilgi görmek adına bunu yaptığı içindir ki.
Ben de onu kalbimden attım.
Elimden gelen budur. İnsanlar 50 yılda yaptıklarını, bazen bir dakikada yıkarlar. İşte o yüzden salt popülerlik sanatına eşlik edenlerin, benim gönlümde yeri olmuyor.
Radyo sanatçılarının ellerinden öperim.
Onların yeri dolmuyor.