Hıncal Uluç'tan beklenmeyecek bir yazı!
Gerçekten anlamakta zorlanıyorum; insanlar Antalya'ya niye gider? Daha doğrusu Antalya'ya temmuz ya da ağustos aylarında niye gider?
Öyle ya, nem oranı en yüksek illerden biri olmasına rağmen insanlar "nemli" bir yere niye gider?
Hani "duvarı nem, insanı gam öldürür" derler.. Oysa "duvarı insan, insanı nem yıkar" demek sanıyorum daha doğru olur.
Ben de "nem"e lazım diyerek geçen hafta sonu Çanakkale Ayvacık'a gittim.. Oradan Behramkale adıyla da bilinen Assos'a geçtim. Kadırga koyunda yüzdüm, ayaklarımı denize uzatıp mehtabı seyrettim.
(Şimdi koyda yüzen ve adı Mehtap olan biri kalkıp da "Beni seyreden bu adamdan şikayetçiyim savcı bey" falan demesin!. Zira yüzdüğüm yer son derece sakin bir yerdi, ben kız mız görmedim.. Şimdi burada müşteki Mehtap yine kalkıp "Ben kız da değilim mız da değilim, ben kadınım bi'kerem" diye savunmamı sakatlama cihetine giderse yemin ediyorum bir daha Assos'a gitmem, Davos'a giderim!)
Evet "nem" diyorduk, değil mi? Gerçekten Kuzey Ege bir başka.. Nem oranı sıfır.. Kaz dağlarından gelen bol oksijen, Kadırga koyunda Muharrem Şahin ve güler yüzlü eşi Kadriye hanımın hazırladığı o levrek beni kendime getirdi.. Muharrem bey, ısrarlı tutumuma rağmen para istemedi, ben de üstelemedim..
Parayı, çaktırmadan çocukları Ahmet ile Ali İhsan'a verdim.. Yani burada levrek yiyip, parasını da vermeyip gevrek gevrek gülen ve böylece tatilini bedavaya getiren gazetecilerden olmadığımı hassaten bildirir, yani "lütfen rica ederim"..
Akşamları ise yine Ayvacık da Mustafa Dedeoğlu'na ait "Kartal Yuvası" adındaki butik otelde kaldım. Bre aman!. Bu nasıl muhteşem bir letafettir.. (Bu "bre aman" nidasının patenti Hıncal Uluç'a ait olup, tatilcilik literatüründe "bre" sözcüğü çift kişilik otel fiyatına, "aman" sözcüğü ise tam pansiyon kavramına denk gelecek kadar "değerli" iki sözcüktür!)
"Yuvayı dişi kuş yapar" derler ya, "Kartal Yuvası"nın o şık dekorasyonunu da Ayşe Dedeoğlu yapmış.. Midilli'yi kuş bakışı gören, dağın tepesindeki bir kaya parçasının tepesine kondurulmuş olan bu "şirin" butik otelde yedik içtik.. Parası mı? Bu kez para vermedim.. "Kredi kartından çektirdim.." deermişiim!! Bu espri ortaokul ikinci sınıf öğrencisi "tiki" bir kız esprisi gibi oldu ama varsın olsun..
Evet Ayvacık'a İstanbul'dan Tekirdağ üzerinden gittik.. Ta, Marmara Ereğlisi'nden Gelibolu'ya kadar olan kısmın tamamının "bölünmüş yol" haline getirilişine sevindim; bu yolun özellikle Tekirdağlı ve Çanakkaleli vatandaşlarımız için ne büyük bir nimet olduğunu fark ettim. Arkadaşlarla arabada giderken bu iki ilin seçmeninin bu kadar önemli bir iş karşısında Ak Parti hükümetine niye oy vermediğine dair çeşitli sosyolojik tahliller yaptık..
Bu arada bir parantez açayım:
Çanakkale'nin ilçeleri içinde Ak Parti'nin kazandığı tek ilçenin, başkanlığını Mehmet Ünal'ın yaptığı Ayvacık olduğunu da eklemiş olayım..
Fakat Ayvacık'ın zeytinyağı ve peynir gibi tarımsal ürünler ile turizm alanında ciddi bir potansiyeli olmasına rağmen bunun ihmal edildiğini gözlemledim.. Ancak, belediye başkanı Mehmet Ünal'ın bu eksikleri giderme yönünde attığı adımları anlatırken gözlerine yansıyan heyecanı görmeyi de ihmal etmedim.
Bir not daha ekleyeyim: İstanbul'a dönmek için ilk kez Ezine üzerinden Çanakkale'ye gidiyoruz.. Tam Çanakkale'ye yaklaşıp "Acaba feribot nereden kalkıyor?" diye düşünürken karşımıza iki ayrı feribot levhası ilişti. Tabelanın biri "dümdüz gidin" mealindeydi, diğeri ise "Sola sapın" diyordu..
Evet amacımız boğazın öteki yakasındaki Eceabat'a varmaktı.. Ama Eceabat'a giden hangisi, Lapseki'den kalkan hangisi? Bunu çözemedik..
Tamam "Çanakkale geçilmez", milli hissiyatım bunu kabul ediyor..
Ve tamam savaş zamanında "Dimitri" ye yol vermeyin ama üstelik barış zamanında "Fikri" niye doğru dürüst bir yol göstermiyorsunuz?!