Azdan az gider çoktan çok
UZUN süredir dünyanın korumacılığa doğru sürüklendiği iddiasını tekrar ediyorum. Amerika'nın kendi kurduğu liberal düzen gayet başarıyla işlerken ve Amerika'yı beklentilerin aksine on yıllardır uluslararası sistemin en tepesinde tutarken, Amerika birdenbire bundan sıkıldı. Çok daha fazlasını istedi.
Çin ve diğer meydan okuma ihtimali olan tüm ülkeler bile henüz düzenin bozulmasına cesaret edemezken, Amerika kendi düzeninin altını oymaya başladı. Çin'e karşı başlattığı ticaret savaşı bunun en belirgin örneğidir.
Ancak böyle bir savaşı başlatırken Amerika'nın yanında çeşitli müttefikler bulundurması beklenir. Gördüğümüz kadarıyla Amerika'nın böyle bir derdi de yok. Savaşı kazanacağından öylesine emin ki, edeceği kara Avrupa müttefiklerini bile ortak etmek istemiyor. Hatta onları da sıkıştırıyor.
Liberal düzenden onların kar etmesine de tahammül edemiyor. Herkes bunun bedelini ödemeli diye düşünüyor.
Türkiye'ye karşı alınan tavır ise korumacılığı Amerika'nın kar etme yanında şantaj mekanizması olarak da kullandığını gösterdi.
Demir ve alüminyum ithaline vergilerin artırılması Türkiye'yi Brunson davasında doları speküle ederek diz çöktürmek için tasarlanmış.
Liberal dönemde müttefiklerini ikna etmek için uluslararası kurumları kullanan Amerika şimdi tam da merkantalist dönemin ruhuna uygun bir araç kullanmaya başladı. İşe yarama ihtimali görünmüyor.
Türkiye normal şartlar altında atacağı adımları dahi artık atmayacaktır. Hatta bundan sonra Türkiye daha Amerikan karşıtı bir pozisyona doğru ilerleyecektir.
Şimdi bir çözüm arayışı var. Bir ekonomist değilim. Ekonomistler kısa ve orta vadede hangi somut adımların atılması gerektiğini tartışabilir. Ancak kendi uzmanlığım çerçevesinde asıl yapılması gereken şeyin kökten dönüştürücü bir adım atmak olduğunu söyleyebilirim.
Türkiye artık liberal düzen devam ediyor gibi yapamaz. Hazırlıklı mı hazırlıksız mı bilmem ama yeni döneme ayak uydurmak için acilen tedbir almak zorunda. Tüm dünya korumacılığı dönerken, Türkiye geç kalamaz. Nasıl Suriye siyasetinde şartlara uyum gösteren bir siyaset üretildiyse bu konuda da yeni şartlara uyum sağlanmalı.
Bu söylediğim bazılarını ciddi anlamda tedirgin ediyor. Özellikle liberal ekonomi eğitimi almış kişiler genelde liberal paradigmanın dışında düşünemedikleri için korumacılık siyasetini yüzyıllar öncesine ait bir gericilik gibi görüyor olabilirler.
Ancak realizmin erdemi bize bu anlamda tarihin ilerlemediğini aksine siyasetin sıfır toplamlı bir oyun olduğunu öğretir.
Daha fazla kazanç için işbirliği yapılacak dönemde değiliz. Aksine zararları en aza indirenin karlı çıkacağı bir dönemdeyiz. Korumacılık tedbirleri doğru ticaret kalemleri üzerinden ve doğru ülkelere yönelik geliştirilecek olursa çok başarılı sonuçlar üretme ihtimali var.
Türkiye'nin yerli üretimi için kritik maddeler hariç başta lüks tüketim maddeleri olmak üzere gelişmiş ülkelerden gelen tüm mallara yüksek vergi uygulamak ve mümkün olduğunca yeni pazarlara açılmak zorundayız.
Bu yöntemle serbest ticaretin olduğu bir düzendeki kadar belki kar edilmeyebilir ama en azından zarar azaltılır ve kriz Türkiye'nin ekonomik bağımsızlığını yaratmak için fırsata dönüştürülmüş olur.
Korumacılık döneminde biz de zarar görebiliriz ancak asıl zararı gelişmiş ülkeler görür.
Çünkü serbest piyasadan zenginler faydalanır, korumacılıktan gelişmekte olan ülkeler.
Azdan az gider çoktan çok. Genel prensip bunu söyler.
Türkiye de kendini bu prensibe göre ayarladığı müddetçe direnci artacaktır.