Okuduğum bir kitap, göz gezdirdiğim bir makale, tanık olduğum bir sohbet, izlediğim bir film veya oyun.
Geçen hafta daha önce bulunmadığım hoş bir mekanda şair yazar Sunay Akın'ın tek kişilik gösterisini izledim. Bu gösteri, okulun içindeki tarihi şapeli renove ederek konser salonu haline getiren Pergel İnşaat'ın önderliğinde Notre Dame de Sion Fransız Lisesi'nde gerçekleşti.
Sunay Akın'ı ilk kez seyrettim; ne çok bilgi biriktirdiğine canlı şahit oldum. İyi bir hatip diyebiliriz. Tarihsel bilgiler ile günümüz insanına verdiği toplumsal mesajları harmanlayarak bir oyun hazırlamış. Bir nevi stand-up ama alışageldiğimiz belden aşağı esprili veya komik taklitli şovlardan değil. Daha çok bilgi ve mesaj vermek üzerine kurgulanmış.
Oyunun ilk dakikalarında pek ısınamadım, ne yalan söyleyeyim. Hoşuma gidip gitmediğini algılayamadım bir süre. Çocukluk anısıyla başlayan Akın, ne zamanki güncel konulara girdi, ben o zaman gösteriden keyif almaya başladım.
Bakmak ile görmenin aynı şey değil olmadığının altını sürekli çiziyor Akın. Haklı da.
Bir olaya, duruma, insana, heykele bakarız ama arkasındaki derinliği ve hikayeyi her zaman görebilir miyiz?
Sunay Akın'ın bir Oyuncak Müzesi var; İstanbul Göztepe'de. Ona değinirken Türkiye'deki müzeciliği gelişmiş ülkelerle karşılaştırıyor. Mesela, Amerika'nın bize kıyasla kısa tarihine rağmen dünyada en çok ziyaret edilen müzelere sahip olması; veya Almanya'da binlerce müze olması bu ülkelerin gücünü gösteriyor. Olağanüstü bir kültürel ve tarihi mirasa rağmen toplamda sadece 188 müzesi olan ülkemizde son bir yılda sadece iki müze açılmış; tam da İstanbul şehri 2010 Kültür Başkenti iken.
OKUMAYAN TOPLUM
Sonra, asıl beni ilgilendiren konuya geçiyor.
Kitap okuma alışkanlığı mevzusu. Ah, yine kalbimden vuruluyor gibi hissediyorum.
Biliyorum; okuyan bir toplum değiliz. Ve böyle bir ortamda hala şevkle yazmaya devam ediyoruz.
Neyse, Ferhat Özen'in hazırladığı Dünya Aydınlanma Haritası'ndan bahsediyor.
Japonya'da kişi başına yılda 25, Fransa'da 14, İsveç'te 10 kitap düşüyor. Yani ortalamada her ay bir kitap okuyorlar.
Türkiye'de ise, kitap başına 6 kişi. Bir kitaba 6 kişidüşüyor; inanılır gibi değil.
İslamiyet'i kabul ettiğimiz 10. yüzyıl ile 13. yüzyıl arası, günümüzün tam tersi.
Türkiye'nin bulunduğu bölge en çok aydınlanan ülkelerden; 13. yüzyılda Avrupa'daki Rönesans ile birlikte haritadaki yerler değişti ve bugüne gelindi.
Araştırmalar sonucunda UNESCO'nun değerlendirmelerine göre de, eğitim sistemimiz 'işlevsel okumaz yazmaz bireyler yetiştiriyor'.
Bu bilgileri bilerek hala kitap yazma hevesimin umutla devam etmesi, idealistilik mi başka bir şey mi bilmiyorum?
* * *
ULA APOLLA
Bir Trabzon'lu olarak Sunay Akın da cümlelerin arasında zaman zaman şaşırma belirticisi olarak 'Ula' veya 'La' kelimelerini kullanıyor. Aslında gösterisinde özellikle ifşa ediyor ki kimilerinin küçümseyici algısına karşılık bir açıklama getirsin.
Zira kendisi de söylüyor; birisi zamanında "Sizin gibi bilgili, kültürlü biri nasıl 'Ula' der?" demiş; o da "Ben Karadeniz'liyim, tabii kullanacağım" diye cevap vermiş.
Bu 'Ula' aslında mitolojide müziğin ve sanatın tanrısı Apollon veya Apolla'nın kısaltılması imiş.
Yani türküde olduğu gibi, "Ula ula Niyazi" derken, Apolla'ya selam duruluyormuş bir nevi. 'Ula' demek 'Apolla aşkına' demekmiş.
Madem bitecekti
Gösteri sonrası Harbiye'deki Polo Cafe'de oturduk; masamızın assolisti tabii ki Sunay Akın idi. Neler anlattı neler? Her biri ayrı yazı konusu; zaten kendisi dünyayı dolaşırken yaşadıklarını ileride yazacakmış.
Sohbetimiz esnasında çeşitli yörelerdeki farklı zamanlardan göze çarpan mezar taşları konusu ilgimi çekti. Hatta iki yaşındaki bir bebeğin mezar taşında yazan şu cümlede içim burkuldu. "Yaş iki; neden başladı ki madem erken bitecekti?"