Sayın Kuzu, kitabınızda "Türkiye bir casus cenneti" diyorsunuz. Bu ne demek?
Türkiye ard arda gelen terör olayları ve provokatif eylemler ile Güneydoğu'dan gönüllü bir biçimde vazgeçecek bir noktaya sürükleniyor. Tırmanan olaylar karşısında Türkiye'den beklenen, "Alsınlar Güneydoğu'yu" demesidir. İşte bu durumda araya girecek olan ABD, hem Türkiye'yi küstürmemiş, hem de istediği piyon Kürt Devleti'nin sınırlarını amaçladığı çizgiye getirmiş olacaktır. Ve dikkat edelim bu sınırlar "Nil'den Fırat'a" uzanan sınırların üst kısmıdır. Yani İsrail'in vaat edilmiş topraklarının sınırları.
MİT ve Gaffar Okkan suikastı nasıl ilişkilendirilebilir?
Bu suikasti aydınlatabilmek için okyanus ötesine gitmemiz şart. Clinton ile Bush arasındaki Amerikan başkanlık seçimlerinin yapıldığı günlere uzanalım; Yıllardan beri dünyanın en sıkı korunan devlet başkanları, Amerikalı başkanlar olduğu halde en çok suikaste uğrayan başkanlar da yine Amerikalı başkanlardır. Bu yüzden de suçlananlar daima "başkanları korumaktan sorumlu" istihbarat teşkilatları olan CIA ve FBI'dır. Araştırmalar, Başkanlara yapılan suikastlerin, genellikle kalabalık alanlarda vuku bulduğunu gösterdi. ABD devlet başkanına yapılacak olası bir saldırının, "araçlarla konvoy halinde gidildiğinde" yapılabileceğinin ortaya çıkması üzerine bu konu üzerinde çalışmalar yoğunlaştı.
TATBİKAT YAPTILAR
İşte bu yüzden Amerikan İstihbarat örgütleri, bol miktarda pratik yapmak zorundaydı. CIA ve FBI önce bilgisayarda sonra da üslerinde tatbikat yaptı. Ardından gerçeğe yakın bir tatbikat uygulama kararı aldı! Bunun için de New York seçildi. FBI ve CIA'nın elemanlarından bir kısmı terör örgütü elemanı yerine geçti. Ana caddenin her iki yanındaki temsili teröristler konvoya silahlı ve bombalı saldırı yaptı. Korumada bulunan CIA elemanları, saldırıya cevap verdi. Başkana suikast tatbikatı bu şekilde sona erdi. Bu saldırı kaydedilip yapılan hatalar daha sonra gözden geçirildi.
İyi de bunun Okkan'la ilgisi nedir?
Tatbikat başarılıydı. Ancak bir de bu senaryo gerçekten olursa? Bu yüzden böyle bir saldırıyı gerçek kişilerle gerçekleştirmek şarttı. Peki kurban kim olacaktı? Fazla düşünmediler... Türkiye'de PKK ve Hizbullah terör örgütlerinin sözde başkent ilan ettikleri Diyarbakır'dayız. Bu kente atanan bir emniyet müdürü, uzun uğraşlardan sonra Diyarbakır'da huzuru ve halkın sempatisini kazanmıştı. Gaffar Okkan isimli bu emniyet müdürü, şehirde cirit atan CIA, Mossad ve BND ajanlarına karşı uyanık olmalarını tavsiye etmekteydi. Bu yüzden ajanlar rahat hareket etme imkanı da bulamamışlardı.
CEVAP GECİKMEDİ...
Onun açık vermesini mi beklediler?
Olay günü, Okkan, korumaları eşliğinde konvoy halinde Diyarbakır'da hareket halindeydi. Konvoya silahlı bir saldırı yapıldı ardından caddenin her iki yanında pusuya yatan teröristler, konvoyu ağır bir saldırı altına aldı. Okkan ve bazı koruma polisleri şehit düştü. Saldırganlar olay mahalinden uzaklaştı. Olayın ilginç tarafı, saldırı sürerken arabasından indirilmeyerek koruma altında tutulan Okkan, arabasının yanına kadar gelen suikastçi tarafından başına ateş edilerek öldürüldü.
Peki bu olaya MİT neden dahil oldu?
Her ne kadar Türkiye yabancı ajanların cirit attığı bir ülke olsa da, MİT de onlardan aşağı kalmıyor. Kuzey Irak'ta, CIA ve Mossad ile çatışma içinde. MİT, Kuzey Irak'ta istediğini yapıyor. CIA'ya şu mesajı veriyor: Burada ben de varım. Dönelim suikastin ertesi gününe. Ankara'daki MİT merkezinden ayrılan bir araba, birkaç saat sonra Diyarbakır'a ulaşmış gerekli kişilerle görüşmelere başlamıştı. Ekip, daha sonra süratle Irak sınırından geçti.
Rota, Kuzey Irak'daki Erbil kentiydi. Erbil, Türk ve Kürt nüfusunun ağırlıkta olduğu bir kentti. Bu kenti Kürt bir vali idare ediyordu. Bu valinin en büyük özelliği ise CIA'nın en önemli adamlarından biri oluşuydu. ABD, bu çok önemli adamını, ileride Barzani'nin veya Talabani'nin yerine Irak'ın başına getirmeği düşünüyordu. Okan suikastinin üzerinden 36 saat geçmişti. MİT ekibi, birkaç saat kaldığı Erbil'den Türkiye'ye döndü. Bu arada tüm dünyada flaş bir haber akıyordu: "Erbil Valisi, başından vurularak öldürüldü." Türkiye'ye yollanan mektup, "Adres yanlış" denilerek, MİT tarafından geldiği yere iade edilmişti...
ÇAY BARDAĞINDAKİ İZLER!
MİT, Kürtlerle ilgili operasyonları hangi çizgide izledi-takip etti?
Gelin Saddam döneminde yapılan bir operasyonu inceleyelim; Yıl 1996... ABD Saddam'ı devirmek için Kürtlerle anlaşmaya varmıştı. Seçilmiş 2 bin 500 Kürt, pasaportsuz ve kimliksiz olarak Türkiye'den içeri girdi. Batman'dan Guam Adası'na taşınan 2 bin 500 kişi, özel eğitime alındı. Türkiye, kendisine kimlik bilgileri verilmeyen bu kişilerin tek tek parmak izlerini aldı. Ve Yıl 1998... ABD eğittiği Kürtleri, zamanla yeniden K.Irak'a getirdi. Bunlar Saddam rejimini devirmek için çalışıyordu. Bu kez ellerinde kapı gibi ABD pasaportları vardı. Bu sırada PKK'nın Irak'taki faaliyetlerinden rahatsız olan MİT, 1998'de Kürdistan Demokrat Partisi lideri Barzani'den Kürt aşiret liderleriyle bir toplantı ayarlamasını istedi.
Toplantı ayarlandı. Ankara'dan yola çıkan istihbaratçıların arabalarının bagajında verilecek hediyelerin yanı sıra bir koli çay bardağı vardı. Aşiret liderleri, Türkleri coşkuyla karşıladı. Ardından garson olarak görevli Türk yetkili, çay servisi yaptı. Çay içilen bardaklar, içen kişilerin adlarıyla etiketlenip yıkanmadan özel korumalı kolilere yerleştirildi. İki grup da toplantıdan mutlu ayrıldı. O kolideki bardaklar, Ankara'ya getirildi. Daha önce Guam'a götürülen 2 bin 500 Kürt'ün parmak iziyle karşılaştırıldı. Toplantıdaki 17 aşiret liderinin, Guam'da eğitilen kişiler olduğu ortaya çıktı.