Cadı avından savaşa

Hidrojen bombasının sırlarını bir Rus Ajanına satarken yakalanan ünlü bilim adamının yarattığı büyük skandalın Amerika'da bir cadı avına, diğer ucu ise Kore savaşına kadar uzanacaktı...

Odevasa ateş topu, bir milisaniye içinde yere çarptı. Topun kızıl kubbesi, saniyenin onda sekizi süresinde binlerce metreye fırlamıştı. Şok dalgası yıldırım hızıyla çölün dört bir yanına yayıldı...
Altındaki toprağı çökerten basınç, 100 milyon atmosferin üzerindeydi. Yaydığı radyasyon dünyadaki bütün radyumun verdiği radyasyonun bir milyon katına eşitti. Bu azgın fırının içinde kalan tüm canlılar öldü. Saatler 05:29:45'i gösteriyordu... 16 Temmuz 1945'de, ABD'nin New Mexico Eyaleti'ndeki Los Alamos çölünde, 'Trinity' adı verilen ve o güne kadar tüm dünyadan gizlenen ilk atom bombası deneyi, başka bir deyimle ilk nükleer patlama gerçekleştiğinde, projenin mimarları bile dehşet içinde kalmışlardı. Şok dalgası, deneyi izleyen askerlerin bulunduğu sipere ulaştığında, projenin askeri sorumlusu General Leslie Groves'un tepkisi şunu söylemek olacaktı; "Bütün bunları örtbas etmeliyiz!' Yardımcısı Binbaşı Stephens ise, "Bu artık saklanamayacak kadar büyük bir gürültü komutanım, korkarım devamı gelecek" diyecekti...
HEMEN KGB DEVREYE GİRDİ
Gerçekten de Binbaşı Stephens haklı çıktı. Bu ilk provanın üzerinden bir ay bile geçmeden ilk atom bombası Hiroşima'yı yerle bir etti. Bundan böyle dünyada önüne geçilemeyen bir nükleer silah yarışı başlayacaktı. İlk yıllarda Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyetler Birliği arasındaki bu kanlı yarış, daha sonra pek çok ülkeye sirayet edecek, nükleer silah sözcüğü yeryüzünün ortak korkusu haline gelecekti.
İlk atom bombası deneyiminde Sovyetler hazırlıksız yakalanmıştı. Gerçi Başkan Truman daha önce Stalin'e, "Elimizde yeni ve müthiş bir bomba var" diye gözdağı vermek istemiş ama aldığı yanıt, "O zaman onu Japonlara atın" olmuştu. Truman da onun dediğini yapmış, Hiroşima'yı birkaç saniye içinde yerle bir etmişti. Şimdi düşünme sırası Stalin'deydi.
Hazırlıksız yakalanmış ve ürkmüştü. Çaresizdi, bu yeni silahın nasıl yapıldığına dair planlara ihtiyacı vardı. Hemen KGB'yi devreye soktu. Mutlaka kendilerinin de atom bombaları olmalıydı! Böylece Sovyet gizli servisinin devreye girmesiyle nükleer casus savaşları başlamış oldu. Emil Julius Klaus Fuchs, Nazi Almanya'sından İngiltere'ye kaçmış Alman asıllı bir bilim adamıydı. O da, Almanya'yı terk eden pek çok bilim adamı gibi nükleer silahları geliştirme projesine seçilmişti.
Hiroşima'ya atılan bombanın üzerinden üç yıl geçmiş, ama ölüm tacirleri bu yeni silahları geliştirmekten vazgeçmemişlerdi... Fucs isimli uzman da, ABD'deki Manhattan Projesi kapsamında hidrojen bombasını geliştirmekle görevliydi. İngiliz vatandaşlığına geçtiği için sık sık Londra'ya gidip gelmesi olağan karşılanıyordu.
Londra'nın Bronx'u da o günlerde belalı semtler arasındaydı. 1948 yılının bir Temmuz günü Bronx'taki kafelerden birine giren silik görünüşlü, gözlüklü adam kimsenin dikkatini çekmedi. Emil Julius Klaus Fuchs, elindeki siyah deri çantayı sıkı sıkı tutarak dipteki masalardan birine oturdu. Tedirgin gözlerle çevresini süzüyordu. O güne kadar bir aksilik çıkmamasının, bundan sonra da işlerin yolunda gideceği anlamına gelmediğini biliyordu. Oynadığı kumar çok tehlikeli ama aynı zamanda bir o kadar da getirisi vardı. Kapıdan giren iri yarı adamı görünce rahatladı. Beklediği gelmişti.
Adam yanına oturdu. Pek konuşmadılar. Fucs çantayı ona uzattı ve masanın altından verilen zarfı aldı. Ama aynı anda nereden çıktıkları belli olmayan İngiliz gizli servisi MI5'in üç ajanı tepelerinde beliriverdi. Bu tam bir suçüstü baskınıydı. Fuchs'un elindeki zarfta büyük miktarda Amerikan doları, vermek üzere olduğu siyah çantada ise yeni geliştirmekte olduğu,hidrojen bombasının klasik süper tasarımının imalatı ile ilgili çok gizli bilgileri vardı. Ne onun, ne Rus ajanı Alexander Feklisov'nun inkar edebilecekleri bir şey kalmıştı artık.
Klaus Fuchs'un İngiltere'de, hidrojen bombasının sırlarını bir Rus Ajanına satarken yakalanması basit bir casusluk olayından çok daha fazlasıydı aslında... Bu olayın tetiklediği gelişmelerin bir ucu Amerika'da komünistlere karşı bir cadı avına, diğer ucu Kore savaşına kadar uzanacaktı. Klaus Fuchs'un tutuklanmasından bir hafta kadar sonraydı.
Cumhuriyetçi Parti'den Wisconsin senatörü Joseph Raymond McCarthy, 200'ü aşkın 'komünist casusun' Dışişleri Bakanlığı'nda çalıştığını, Amerikan Senatosu'nda iddia ediyordu.
Bunun üzerine ülkede müthiş bir anti komünist rüzgar esmeye başlamıştı.
Komünistleri 'avlamak' için kurulan komisyonun başına geçen Senatör Mc Carty, yüzlerce suçsuz insanı damgalıyor, sorguluyor, demir parmaklıklar ardına gönderiyordu. Bu fırtınadan Hollywood bile nasibini alacak, Charlie Chaplin'den Jopesh Losey'e kadar pek çok ünlü yönetmen ülkeyi terk etmek zorunda kalacak ve İngiliz vatandaşlığına geçeceklerdi. Onları ihbar eden ise bizden biriydi; Kayseri asıllı Elia Kazan... Bu yüzden tarihe hem yönetmen hem muhbir olarak geçecekti.
YÜZ BİNLERCE KİŞİ ÖLDÜ
Bu anti komünist hava öylesine büyümüştü ki, Başkan Truman bunu fırsat bilerek Amerikan halkının desteği ile 27 Haziran günü, yani Fuch'un tutuklanmasından sadece dört ay sonra Kuzey Kore'ye savaş açacaktı. Amerikanın dünyanın öbür ucunda ne işi var demeyin; 15 yıl sonra Başkan Nixon da, Güney Vietnamlılar'ı komünistlerden kurtarmak için Vietnam'a savaş açmayacak mıydı? Bu savaşta 100 binlerce kişinin öldüğü hala hatırlardadır. Truman'nın elinde de böyle bir fırsat vardı işte; Komünist Kuzey Kore, Güney Kore'ye saldırmıştı nasıl olsa! Başkan, Birleşmiş Milletlerin desteğini de arkasına alarak ordusunu Kore'ye gönderdi. O günlerde küçük Amerika olmak hayalleri kuran Türkiye'de ona ayak uydurmuştu. Adnan Menderes hükümeti 4 Temmuz 1950 günü, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Kore savaşına asker yollamasına karar verdi.

TÜRKLER KORE'DE

4 Temmuz 1950 günü, Adnan Menderes- Celal Bayar hükümetinin verdiği kararla, Tuğgeneral Tahsin Yazıcı komutasındaki 5090 kişilik Türk Tugayı, savaşmak üzere Kore'ye gitti ve üç yıl içinde 741'i şehit oldu. 2068 asker ise yaralandı.
407 asker iz bırakmadan kayboldu.
ABD'de esmeye başlayan demokrasi karşıtı şiddetli rüzgarlar, Türkiye'de fırtınaya dönüşmüştü.
Demokrat Parti Hükümeti'nin ilk işlerinden biri, 'faşist İtalyan ceza yasasından' alınan maddelerle, düşünce, yazı ve örgütlenme özgürlüğünü yok eden 141 ve 142 yasa maddelerini ağırlaştırmak oldu. Ardından TKP (Türkiye Komünist Partisi) yöneticilerinin ve üyelerinin tutuklanmaları geldi.
Kore savaşına asker yolladıkları için hükümeti eleştiren Türkiye Barış Cemiyetiyöneticileri Behice Boran ve Ruhi Su gibi bazı aydınlar tutuklanıp, ağır hapis cezalarına çarptırıldılar. 141-142 ve 143. maddeler ancak uzun yıllar sonra Turgut Özal tarafından kaldırılacaktı.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.